Menderes YILDIRIM
Yaşadığımız Tekrarlar III Hesren dayikan (Annelerin Gözyaşı)
Annelerin Amed’deki feryatlarına ithaftır. Onların tümü mübarek, narin ve azizdir; ellerinden öperiz. Sevilmek/sayılmak ve de gülümsemek yakışır onlara! Onlar her yerde ağlamış, ağıt yakmıştır amma bir yer vardır ki oralarda analar “dün ağladı, bu gün ağlıyor ve yarın da ağlayacaklar” gibi. İşte orası; “Zilan, Dersim, Palu, Pîran, Reşkotan, Mutki, Ağrı, Mahabat, Halepçe’siyle; anaların Kerbelalara nazır ağladıkları, ağlatıldıkları; düşlerin harab-serap olduğu Kürdistan’dır. İtiraf etmek lazımdır ki Türkiye’de dün ağlatan devlet; bugün Çözüm’ü anlatmak istiyor ama bu kez de ‘dünün özgürlük şampiyonu olan Kürt ulusalcı-sosyalist ve Türk Kemalistleri öteden beri kendileri için “iktidar ve menfaat bahşeden Kürt Sorununun” ‘çözümsüzlüğünü’ istiyor.
Bu kesimin Doğu’ya tek kazandırdığı; Kerbela ağıtlarını aratmayan helbest/kılâm(mersiyeler)’dir. İşte yetkili veya etkili, ilgili çevrelerin kazandırdığı ciğer-sûz mersiyelere kronolojik olarak bakalım:
A-“Bendé Romî’yan bendeké girane/Desté mı(n) keyepçé de rizyane/Hewâre Xalo/ Wez girtîme’l ğerîbîyé.” (Zinciri ağırdır Rum’lar(devlet)’in/ Çürüdü kelepçede ellerim /İmdat dayıcığım, dayıcığım imdat / Tutukluyum gurbette). Xalo: 1923 sonrası, Muş’ta idam edilen Hesenan’lı kahramandır.
B-“Birin birin dayé birin/Çavé reş u belek birin.” Kaçırılanlar için: “Götürdüler anneciğim götürdüler/O kara (gözlüyü) o ela gözlüyü götürdüler”
Kürt musikisinin özünü oluşturan bu sine-zenleri; faşizan bir söylem için değil, özelde Türk kardeşlerimiz genelde de ümmet için, zülf-ü yare dokunmak ve acıları paylaşabilme adına söylüyoruz. Kürtler gerçekten de ümmetin yetimleridir. Eğri oturup doğru konuşalım Hakk aşkına! Bu millet,-Cumhuriyet dönemi hariç tutulursa- geçmiş yüzyıllar boyunca bir milliyetçi çaba içine girmemiş, aksine İslam kardeşliğinde tefani olmuştur. Ancak aynı halkın dramı; ümmet nezdinde; Moro ve Ermenî katliamı kadar gündeme alınmamıştır,
Sormak lazım “balina aşığı Grimpis’çilere; iki ağaç için tüm ülkeyi birbirine katan Gezicilere; İsrailli çocuk için ağlayan Paralel, yatay ve dikeylere; laiklere; liberallere; komünist hatta faşistlere; Kanarya Severler’e; dünyaya barış(!?) götüren AB-ABD’ye..!” Ama soramam; Afrika’nın Yamyamlarına(!). Yok, saydığımız Kürt Sorunu; özelde Doğu’da, genelde de tüm Türkiye’de -düşleri/sevdaları olan- elli bin can aldı. Ocaklar sönerken; “...kart-kurt, dağlı Türkler; silah, sindirme, te’dip ve tenkil; dün, dündür…;” testleri denene durdu. Mü’minler sustu(rulurken); kurtarıcı niyetine, komünist/kapitalist devşirmesi laik bir güruh türe(til)di. “Bu derde, ne derler sizde?” Kör, sağır ve dilsiz olmak; ne kârlı iş değil mi? Bölgede, kardeşlik yerine sosyal mühendisliklerle, kaos ve terör için mazlum halkın cıvanlarını devşirmek insanlık mıydı Yoktan Var Eden aşkına? Kan ve can üzerine ticaret yetti, tutmuyor; nohut, leblebi; köylüler, şehirli oldu gayri! Çare: “…Dosdoğru ve Yaradan’dan ötürü sevmek.”
Mazlumiyet, elbette sadece Kürt halkının yaşadığı bir durum değildir ancak, din kardeşleri ile çevrili olduğu halde, bu derece duyulmayan başka bir ulus da zor bulunur. Myanmar’ın Hindular; Doğu Türkistanlı kardeşlerimizin Çinliler tarafından yok sayılması normaldir. Buna; “Asimilasyon, red ve inkâr; küfür ve zulmün mesleğidir, merhamet beklenemez.” denebilir. Ancak aynı uygulamayı, bir Müslümanın, kardeşine veya herhangi bir topluma yapması düşünülemez.
Doğu’da ciddi şeyler oluyor. Bir halk; “millî ile ecnebi; zehir ile iksir arasında bir tercihe” doğru yol alıyor. Ortada bir yara var. Özellikle Türk muhafazakar kardeşlerimizin, bölgede olan-bitenler hususunda inisiyatif almaları gerekir. Laik basın, BDP/HDP cephesini “ihya ederken;” muhafazakâr/İslamcı camia, hala mazideki meçhullere bakarak Mustaz’af kardeşlerine bigâne kalamaz. Dün; kadın-kız, çocuk ve delikanlılar dağa kaldırıldığında susan anneler ve dindar çevreler; bugün ağlayabiliyor, sorgulayabiliyor. Unutulmamalı ki; Şark’ta ağlayan anneler ve “malûm/meçhul silahlı saldırılara” uğrayan İslamî STK’lar, feryatlarının; Batı’daki muteber “basın-yayın, cemaat, âlim ve din kardeşlerince duyulduğunu” şüphesiz görüyor, seviniyor ama daha fazlasını da bekliyor, bunu da hak ediyor. Yezidler’in netleştiği çağımızda, Hüseyinleri Kerbela’da kurban bırakmak müminin ferasetine yaraşmaz.
Küfür; Kürdistan’da içerden ve dışarıdan desteklerle yol alırken; Türkiye’deki İslamî cemaatlere, telaş ve hüznümden sorarım: Kardeşlik? Gün, Batı’dan doğmadan; hemen şimdi. Şer güçler, Kürdistan’ın, asla İslamî hareketsiz kalmadığını, kalamayacağını kabullenmiştir. El’an ateşle dans etse de Şeyh Said ve Said Nursîlerin yetiştiği bu bölge hayli mümbit; Nûr ve Zûlümatın erleri mübarezededir. Bir avuç muvahhit zor şartlarda ve kıt imkânlarla maziye, yeni nesillere sahip çıkmaktadır. “Çözüm için; A, B, C Planımız var…” demektense acilen muhafazakârlar tekkesi muhatap alınmalıdır. Laik tekkenin çorbası zehirsiz olmaz.
Zor zemin ve zamanda verilen iman ve kardeşlik mücadelesi; paylaşım, alaka ve dahi dua ister. Doğu’da Ümmetin yaşadığı tekrarlardan çok şey vardır amma Akif’in deyimiyle; “Ağlarım, ağlatamam; hissederim, söyleyemem/Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bizarem.” Türk kardeşlerimize de; “Gitme ey yolcu oturup ağlaşalım/Elemim bir yüreğin kârı değil paylaşalım” derken; Rabbimizden, ‘İslam üzerine ittihad’ temenni ve derûnî dualarımla.
Not: Medrese-i Yusufîye’de ağabeyim, bir dönemin şahidi, mümtaz şahsiyet Zekeriya Şengöz’ün tahliyesi hayırlı olmuştur. Gayri tahliyelere de vesile olması temenni ve dualarımla.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.