Ömer SARUHAN
(Yazı Dizisi 7) Mustaz'af Kürt Halkıyla Beraber Olmak
MUSTAZ’AF
Mustaz’af Kur’an-ı Kerim’de geçen ve üzerinde önemle durulması gereken terimlerden biridir. Za’af kökünden türetilmiştir. Za’af güçlü/kuvvetli olmanın zıddıdır. Mustaz’af demek, zayıf görülen, zayıf bırakılan, aşağılanan, ezilen demektir. Zayıf bırakılmak, aşağılanmak, zayıf görülmek bedenen olduğu gibi kişinin veya kişilerin içinde bulunduğu statüde, düşüncede, akılda, hukukta, ekonomide, eğitimde, kültürde, temel hak ve özgürlüklerde de olabilir. Kelimenin anlamına bakıldığında mustaz’afın dışarıdan bir müdahaleyle zayıf bırakıldığı, güçsüzleştirildiği, aşağılandığı görülür. Müstekbirler tarafından aşağılanan, zayıf bırakılan, ezilen, sömürülen, hakları ellerinden alınan, fakirleştirilen kişi ve/veya kişilere mustaz’af denir.
Kur’an-ı Kerim üç çeşit mustaz’af tiplemesi yapar. Bunu da müstekbirlere karşı aldıkları pozisyona göre belirler.
BİRİNCİ GRUPTAKİ MUSTAZ'AFLAR
Bunlar, uzun zaman boyunca vahiyden uzak kalanlardır. Bunlar vahiyden uzak kalmalarından dolayı müstekbirlerin yönetimi altına girmişlerdir. Müstekbirler tarafından aşağılanmış ve hor görülmüşlerdir. Toplumsal yapıda hemen hemen hiçbir statüleri yoktur. Bunlar kendilerine ilahi mesaj geldiğinde iman eder ve peygamberlerinin yanında yer alırlar. Vahyin öğretisinde müstekbirlere karşı mücadeleye girerler.
Bunların iman ehli olduklarını Kur’an-ı Kerim şöyle tasvir eder:
“Kavminin önde gelenlerinden büyüklük taslayanlar (müstekbirler), içlerinden iman edip de onlarca zayıf bırakılanlara (müstaz'aflara) dediler ki: "Salih'in gerçekten Rabbi tarafından gönderildiğini biliyor musunuz?" Onlar: "Biz gerçekten onunla gönderilene inananlarız." dediler.”[1]
Allah’a dayanıp güvenen ve peygamberlerin yanında yer alarak mücadele eden bu sınıfı Allah, yardımıyla müstekbirlere galebe çalar. Onları müstekbirlerin malına, mülküne, memleketine hakim kılar.
“Biz ise, yeryüzünde güçten düşürülenlere (müstez’aflara) lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve mirasçılar kılmak istiyoruz. Ve (istiyoruz ki) onları yeryüzünde 'iktidar sahipleri olarak yerleşik kılalım'…”[2]
Elde ettikleri zafer, ilahi davete icabet etmeleri ve peygamberlerinin yanında yer almalarından kaynaklanıyor. Müstekbirlere karşı ilahi yardımı kuşanarak mücadele verdiklerinde, Yüce Allah onlara zaferi nasip ediyor.
Bu gruptaki mustaz’aflar, Allah yolunda zulme ve haksızlığa karşı mücadele etmekten hiç geri durmazlar. Yaşadıkları zaman ve şartlara göre bunu mütemadiyen yaparlar. Şartları neyi gerektiriyorsa, o şekilde mücadele ederler. Şu bir gerçektir ki onlar müstekbirlere hiçbir şekilde boyun eğmezler. Onlara güç yetirmediklerinde hicret ederler. Hicret; müstekbirlere boyun eğip onların tahakkümü altında bir hiç olmak, inancından taviz verip dinden dönmek, inandığının aksine yaşamaktansa tekrar geri dönmek üzere oradan ayrılmak…
İKİNCİ GRUPTAKİ MUSTAZ'AFLAR
Bunlar, korku, dünya menfaati, Allah’ın sözüne güvenmeme gibi sebeplerle müstekbirlere karşı durmayanlardır. Onlara boyun eğmeye devam edip onların istedikleri gibi yaşayanlardır. Bu grup mevcut zaaflarından ötürü tırsmış, sinmiş ve kendi kabuğuna çekilmiş bir vaziyette başlarına gelene razı olmuşlardır. Onlar dünya menfaatleri için zilleti kabul etmişlerdir.
Kur’an-ı Kerim, bu sınıf mustaz’afı, müstekbirlerle aynı statüde kabul eder. Onlarla müstekbirler arasında herhangi bir fark gözetmez.
“Melekler kendi nefislerine zulmedenlerin hayatına son verecekleri zaman derler ki: "Nerde idiniz?" Onlar: "Biz, yeryüzünde zayıf bırakılmışlar (müstaz'aflar) idik." derler. (Melekler de:) "Hicret etmeniz için Allah'ın arzı geniş değil miydi?" derler. İşte onların barınma yeri cehennemdir. Ne kötü yataktır o?”[3]
Ayetler bu sınıftaki mustaz’afların cehennemdeki sahnelerini[4] vererek, istikbara boyun eğmenin, zillet içinde yaşamanın vebalini, zulme başkaldırmamanın neticesini ve cezasını gözler önüne seriyor. Aslında bu ayetler, bu sınıftakilere büyük bir tehdittir. Hatta Nisa suresinin 97. Ayeti zillet altında zalime boyun eğerek yaşayıp bütün değer yargıları, inancı vs. yitirmektense, o memleketi terk etmeyi emrediyor. “Hicret etseydiniz ya…” Neden hicret etmediniz? Birkaç günlük dünya çıkarı için müstekbirlere, zorbalara ve zalimlere boyun eğdiniz.
Burada dikkat edilmesi gereken önemli bir husus var. O da şudur: Bu sınıftaki mustaz’afların, müstekbirlere başkaldırma, onlara karşı durma, onları kabul etmeme veya hicret etme imkanları vardır. Fakat dünyevi bazı çıkarlar için zilleti kabul ediyorlar.
“Ve dediler ki: "Rabbimiz, gerçekten biz, efendilerimize ve büyüklerimize itaat ettik, böylece onlar bizi yoldan saptırmış oldular.”[5]
Bu onların kendi ağızlarıyla yaptıkları bir itiraftır. Oysa dünyada müstekbirlerle iş birliği yapmalarını çok farklı yorumluyorlardı. Onlar, güçlerinin olmadığını, müstekbirlere karşı direnmenin kâr getirmediğini, müstekbirlerle mücadelenin Müslümanlara, İslam’a zarar verdiğini söylüyorlardı. Asıl niyetlerini gizlemek için türlü türlü bahaneler ileri sürüyorlardı. Fakat hiçbir şeyin gizli kalmadığı ahrette kendi ağızlarıyla aleyhlerinde itirafta bulunuyorlar.
ÜÇÜNCÜ GRUPTAKİ MUSTAZ'AFLAR
Üçüncü gruptakiler de hiçbir şeye gücü yetmeyen; kadın, çocuk ve erkeklerdir. Bunlar müstekbirlerle birlikte değiller, onlardan razı da değillerdir. İmkanları olsa onlara karşı mücadele verecekler. Fakat imkansızlıktan ve çaresizlikten dolayı bir şey yapamamakta, bunun ıstırabıyla kıvranıp durmaktadırlar.
“Ancak erkeklerden, kadınlardan ve çocuklardan müstaz'aflar olup hiç bir çareye güç yetiremeyenler ve bir yol (çıkış) bulamayanlar başka. Umulur ki Allah bunları affeder. Allah affedicidir, bağışlayıcıdır.”[6]
Ömer Muhtar filminden bir sahneyi anımsadım. Toplama kampına alınmış kadın, çocuk ve erkekler bulundukları tüm zor şartlara rağmen boğazlarından kısarak mücahitlere yardım ediyorlardı. İşte bu üçüncü gruptaki mustaz’aflar bunlardır. Gece gündüz Allah’a müstekbirlere karşı mücadele eden Müslümanlara yardım etmesi için dua ederler. Onlar Allah’a dayanıp güvenmekten geri kalmazlar. Fakat zayıf ve biçaredirler.
Bunlar için mücadele etmek, onları bulundukları zor durumdan kurtarmak ve müstekbirlerin zulmüne son vermek için Allah yolunda cihad etmek gerekiyor.
Nisa suresi 75. Ayet bunu şöyle ifade ediyor:
“Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: "Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize katından bir veli (koruyucu sahib) gönder, bize katından bir yardım eden yolla" diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına savaşmıyorsunuz?”
Ayetten de anlaşıldığı gibi bu gruptakiler için savaşmak Müslümanlara farzdır. Müslümanlar bütün imkanlarıyla bu mustaz’afları müstekbirlerin zulüm, baskı ve işkencelerinden kurtarmakla mükelleftirler.
“Size ne oluyor?” ifadesi üstü kapalı bir tehdittir. Dünya’ya mı daldınız yoksa ticaretiniz, okulunuz, işiniz, rahat yaşamınızın elinizden çıkmasından mı korkuyorsunuz da bu ezilmiş, mazlumları, mustaz’afları kurtarmıyorsunuz? Kendinize gelin! Eğer Allah’a ve ahret gününe inanıyorsanız: “O halde dünya hayatını ahret karşılığında satanlar, Allah yolunda savaşsınlar…”[7]
Bilal, Habbab, Ammar vs… Mekkelilerin en zayıf bırakılmışları değil miydiler? İsrail oğulları Firavun’ın zulmü altında inlemiyor muydu? Ne oldu? Allah’a itaat ederek İslam sancağı altında mücadele verdiler ve önderler oldular.
Kürt halkı da mustaz’af bir halktır. İslam’a bütün benliğiyle sadık, Allah’ın emirlerine amadedir. İslam sancağı altında Kur’an-ı Kerim ve sünnete tutunarak mücadele verirse, Allah’ın mustaz’aflara olan vadi onlar için de gerçekleşecektir. Allah vadinden dönmez. Yeter ki Kürt halkı İslam’a olan sadakat ve bağlılığını yitirmesin. Kur’an ve sünnetin rehberliğinde hak mücadelesi versin. Muhakkak ki Allah’ın vadine müstahak olacaktır.
İslam dışındaki diğer tüm beşeri sistemler mustaz’aflara yıkımdan başka bir şey getirmezler. Hepsi birbirinin aynıdır. Sadece isimleri değişiktir. Kimisi kimisinden biraz daha fazla süslenmiştir. Ufak tefek spesifik değişikler onların ayniliğini gizlemez. Bunu görmek lazım... İslam hem dünya hem de ahret kurtuluşunu vaat ediyor. Bundan daha güzeli olur mu?
Allah kime yardım ederse, ona galip gelecek olan yoktur:
“Eğer Allah size yardım ederse, artık sizi yenilgiye uğratacak yoktur ve eğer sizi 'yapayalnız ve yardımsız' bırakacak olursa, ondan sonra size yardım edecek kimdir? Öyleyse mü'minler, yalnızca Allah'a tevekkül etsinler.”[8]
İslam’a gönül vermiş olan mustaz’af halkımız, Yüce Allah’ın bu mesajını iyi anlamalı, sadece O’na dayanıp güvenmeli ve Kur’an ile sünnetin dışında başka bir kurtuluş yolu aramamalıdır. Mü’minler sadece Allah’a tevekkül ederler. Onların Allah’tan başka tevekkül edecekleri başka bir merci yoktur. Allah’a tevekkül edenler, hiçbir zaman hüsrana uğramazlar.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.