Selahaddin YILDIRIM
Yeni bir bahar olmayacak mı?
İslam alemi ne zaman kendine gelecek? Akan kanlar ve gözyaşları daha ne kadar devam edecek? Kararan bu gecenin sabahı olmayacak mı? Yoksa gelecek günler bugünlerden daha da mı kötü olacak? Ümmetin acılarının dinmesi için üzerimize düşen öncelikli görevler nelerdir? Kanaatime göre duyarlı ve sorumlu müslümanın zihninde yankılanan ve cevabı aranan ilk sorular bu ve benzeri sorulardır.
Öncelikle ne maddi ne de manevi alanda iyi bir durumda olmadığımızın altını çizmemiz gerekir.Müslümanın dünyasında ümitsizliğe yer yoktur ancak kötü olan durumu iyi görmek de hayra alamet bir şey değildir.İşin daha vahim olan tarafı, bazılarımızın bu kötü halin hiç bir çaba ortaya konmadan geçeceğine inanmasıdır.Böyle bir inanç İslam'ın ruhuna uymaz; Kur'an'ın ana esaslarıyla da bağdaşmaz. Fıtratın yasalarına aykırı davranma ve müslümanlığımızı başa kakar bir tavırla bedava sonuçlar umma alışkanlığımızı artık bir tarafa bırakmanın zamanı gelmiştir.
Mevcut sorunları bütün boyutlarıyla masaya yatırmak ve çözüm için çaba gösterme,fedakarlıkta bulunma duyarlılığının, insanlığımızın da müslümanlığımızın da olmazsa olmazlarından olduğunu artık iyi anlamamız gerekir. Müslümanlığın sadece bazı ibadetlerin zahirine yapışmak olmadığını, her müslümanın kendi imkan ve kapasitesiyle orantılı sosyal bir sorumluluk üstlenmesinin en önemli dini vecibeler manzumesinden olduğunu anlamaya ve anlatmaya çok ihtiyacımız vardır. Müslüman, hastasına karşı sorumlu bir doktordan çok daha hassas olmalı; içinde yaşadığı toplumun sorunlarına karşı taşıması gereken mesuliyetini inancının mihverine yerleştirmelidir. ‘Sizin en hayırlınız insanlara hayırlı olanınızdır' diyen bir peygamberin ümmeti olduğumuzun şuurunu canlı tutmanın mücahedesi içinde olmalıyız.
Sorunlara doğru teşhisler koymak ile yetinmemeli, zaman kaybetmeden tedavisi için bütün imkanlar seferber edilmelidir. ‘ Zaman' unsurunun tedavideki rolünün asla göz ardı edilmemesi gerektiği iyi kavranmalıdır.Çünkü tedavinin gecikmesi çoğu kez mevcut çabaların sonuçsuz kalması ve proplemin daha da büyümesi ile neticelenebilir.Nitekim İslam aleminin bugün devam etmekte olan sorunlarına baktığımızda, çözüm mekanizmalarının ya hiç devreye konulmadığını, ya da devredeymiş gibi görünen mekanizmaların yetersiz, ya da zamanında devreye konmadığını görürüz.
Önceki bir-iki yazımızda İslam aleminin sorunları ve çözümleri üzerine Üstad Bediüzzaman'ın çabalarına değinmiştik.Onun tesbit ve önerilerinin halen çok önemli olduklarını belirtmiştik.Üstad'ın ümmetin dertleri ve bu dertlerin tedavisi için yüz yıl önce veciz bir şekilde ifade ettiği o önemli reçeteyi tekrar hatırlayalım: ‘Bizim düşmanımız; cehalet, zaruret ve ihtilaftır.Bu üç düşmana karşı sanat marifet ve ittifak silahıyla cihad edeceğiz'.
Bugün ise yine Üstad'ın İslam aleminin gerilemesinde önemli bir faktör olarak gördüğü ‘istibdat' üzerinde durmaya çalışacağız.
İstibdat, keyfi yönetim demektir.Bügünün ifadesiyle ‘diktatörlük' denilen bu yönetim şekli müslümanları gerileten ve şu günkü acıların yaşanmasına sebep olan en önemli bir amildir. İslam, yönetim ve yönetici ile ilgili temel ana özellikleri belirlemiştir.Buna göre ‘adalet' yönetimin temel ana,vazgeçilemez karekteridir. Adil olmayan yönetim islami değildir. Gerçek adaleti uygulamak için yönetimde keyfiliğin, tek kişi ve partinin değil,kapsamlı bir ‘meşveret'e dayanan bir sistemin egemen kılınması şarttır.
Avrupalılar kendi dünyalarında geliştirdikleri sisteme demokrasi diyorlar.İtiraf etmek gerekir ki,avrupalı toplumları maddi alanda ilerleten en büyük etken bu sistemdir.Ancak Kur'an'dan mülhem bir yönetim sisteminin demokratik usullerden çok daha insani ve gerçekçi olacağında şüphe yoktur.Burada kast ettiğim, batı dünyasının son iki yüz yılda ortaya koyduğu çabaları ve bunların sonuçlarını küçümsemek değil elbet. Ancak Kur'an kaynaklı bir sistem karşısında demokrasi denilen sistemin çok gerilerde kalacağını ifade etmektir amacım. Zaten demokrasinin en iyi değil, fakat mevcut beşeri gücün keşfettiği en az kusurlu sistem veya diktatörlüğe nazaran daha iyi olan sistem, şeklinde tanımları yapılmıştır.
Bugün islam ülkelerindeki yönetim şekilleri içler acısıdır. Ortada devlet denilecek bir yapı yoktur ve devletin ana temel unsurları devrede değildir. Yönetimi ele geçiren kişi veya parti istediğini yapabiliyor. İşte bunca kötülük ve acıların yaşanmasına sebep olan çok önemli bir nokta da bu illetli yapıdır. Batı'nın çıkarlarına hizmet ettikleri için destek gören bu fesat şebekelerini halk Arap baharı sürecinde silkeledi, ancak dış müdahale ve komplolar ile bu süreç tersine çevrildi. Tunus hariç tutulursa diğer Arap ülkelerinin hiç birinde baharın eseri kalmadı. Tekrar o eski kış mevsimleri, hatta daha da beter haller oluştu maalesef.
Hasılı diktatör rejimlerin düşmeleri gerekir ama bunun nasıl olacağı çok daha önemli. Suriye örneği iyi okunmalı ve aynı hataya başka yerlerde de düşülmemeli.
Ve şu meşveret gerçeğini hayata geçirmenin hayatiyetini idrak etmeliyiz artık. Meşveret var olmak için en değerli bir değer ve kıymettir. Keyfi yönetim ve diktatörlük eğilimleri ise gerçek bir yıkım ve kıyamettir. Bir yeni ve hakiki bahara ihtiyacı var bu ümmetin.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.