Menderes YILDIRIM
Yerdeki sancağa koşmak
Sürekli mücadele ve mübareze meydanında, düelloya kalkışan dünyanın iki daimi gücü yine karşı karşıya... Bunlar, İslamiyet ve laikliktir. Buna, “Adil Düzen ile kapitalizm; mustaz'af-müstekbir; iman ve küfür mücadelesi de diyebiliriz. Zaman; İslam'ın yakın gelecekteki hâkimiyetine işaret etmekte. Düne göre daha gür, daha canlı bir şekilde.
Görünürde İslam âlemi mağluptur. Karanlığın kalelerine sığınmış olan şer cephesi, şimdilik rakipsiz gözüküyor. Müslüman ülkelerdeki idareler ve bunların menfaat dağıttıkları muzır bir azınlık da dünyanın hâkimi saydıkları Batı'yı kıble seçmiş durumda.
Umutsuzluk, çoğunluk olan orta kesimin yüreğine sinmiş. Manzara dramatik; istikbal karanlık görünse de sendeleyerek ayağa kalkan; yıkılmamış, yıkılmayacak gibi de gözüken bir ulema-aydın kesimi yeşermekte.
Şahsen bu durumu; Mustaz'af hayatların karartıldığı, ocakların söndürüldüğü Mekke'nin karanlık devresine benzetiyorum. Malum, Mekke karanlığının hemen arkası Medine'nin aydınlığıydı. Zulmün yanılgısı da tam da buydu.
Günümüz dünyasının bir gerçeği vardır. Aydınlanma sürecini tamamlayan Batı; Sanayi Devrimiyle beraber, sömürgeciliğe geçiş yaptı. Bilim, teknik, sanat alanındaki tüm kazanımlarını, dünyayı ve dünya halklarını mağdur etmek için harcadı. Son iki yüz yıldır güçlü olan Batı Emperyalizmi, asla haklı olmadı, olmayı da düşünmedi. Bu yüzden de “bilim alanındaki kazanımlarını; bilim, akıl ve vicdanın” tersine kullandı.
Zaman geçtikçe, “suç” alanındaki sabıkasını arttıran aynı dünya; bilim, sanat, teknik alanlarında mesafe aldıkça, “insanlık, medeniyet ve zarafetin...” cahili oldu. Sahip olduğu orantısız gücüyle, zayıflara “kabalık” etmeye başladı. Sahip olduğu tüm lüks ve zenginliğine rağmen; “nitelikli dolandırıcılık” ve “gasp” kültürünü geliştirdi. Kapitalizm, ise bunun resmi adıydı.
İnsanlığın zihninde oluşan sabıkalı Batı kimliğinin, bu gün itibariyle de beşere verebileceği bir güzelliğinin kalmadığı bir gerçektir. İnsanlığın ortak aklında mahkûm olan Batı; sıcak savaşların nihai sonuç getiremeyeceğini öğrenmiş olmalı ki artık farklı yollardan hedefe varmayı deniyor. En etkili silahı da “algı oluşturma” operasyonlarıdır.
Bugün; Hıristiyan dünyasının veya başka dinlerin İslamiyet'le yarışabilme ve alternatif sunma imkân ve kabiliyetlerinin olmadığı bir vakıa. Muazzam bir teknoloji ve sermayeyi kontrol eden Batı; elindeki medya ağlarıyla, adı gereğince konulmamış bir savaşımın içerisindedir.
Tartışılamaz olan; yakın gelecekte, insanlık ortak aklına, insanlık onuruna, izana ve tüm bunların ortak paydası olan “mutlak medeniyetin hâkimiyetine” mani olunmayacağıdır. Batı, tüm ahlâkî değerleri ayakaltına almış; habis hedeflerine varmak için her yol ve yöntemi denedi. Sömürgecilerin denediği yanlış ve acımasız metotların her biri, masum yerliler üzerinde onlarca kez denendi. Demem o ki, “gasp ve linçe” uğrayan yerliler de bu süreçte; düşe kalka da olsa çok şey öğrendi. Emperyalistlerin kodları çözüldü; takke düştü kel göründü.
İşgal ettikleri yerlerde insanları baştan çıkaracak sinir uçlarına dokundular; tahrik ettiler. Yerlilerin gurur, namus ve tüm değerlerini rencide ederek bunların gözlerini kararttılar. Kaybedecek bir şeyi kalmayan dindarlardan kimileri de böylece, serseri kurşunlara dönebildiler. Aynı Müslümanlar; “küfür ve zulmü yakayım derken; çoğu zaman, kendi kardeşlerini hatta bizzat kendilerini” yakabildiler. Günümüzde; kimi “cihad cephelerinin(!)” uyguladığı “çılgın savaş hukuku(!)” buna iyi örnektir. Bunlarda; “mü'minlere karşı mütevazi, kafir/zalimlere karşı sertlik..” ilkesi tersine dönebilmiş.
Tam da burada, emperyalizmin önemli bir zaafı belirmektedir. Onlar; İslami hareketlerden; “düşmanından çok kendini, kardeşlerini yakan fırkaların” önünü açarlarken; “mutedil, istikrarlı hatta silahlı eylemlere bulaşmamış cephelere” devlet terörizmine varan şiddeti uygulayabilmektedirler. Terör(!) bahanesiyle Suriye'ye yerleşen BM'nin 5+1 ülkelerinin yaptığı operasyonlar buna iyi örnektir.
Hülasa; Batılıların 200 yıldır, tüm “terörist yolları” denediklerini rahatlıkla diyebiliriz. Müstemleke durumundaki Müslüman halkların da bu korsan mekteplerinin tüm hilelerini öğrendiklerini görebiliyoruz. Müminler için yolun sonunun göründüğü bu tecrübe; fetretten çıkışın da adresidir.
200 yıldır yere düşmüş SANCAĞIMIZ; aslında sonuna vardığımız karanlığın hemen bittiği yerdedir. Sorun; bu yerdeki sancağı kimin, ne zaman, nasıl alacağıdır.
Bu sancak; onurdur, gururdur, izzet ve şereftir. Şehit ve şahit olmaktır. Daha da önemlisi Resulullah (sav)'ın varisi olabilmektir.
Varis kimdir? Bilemem amma; “..onlar alınlarından tanınır; kafirlere karşı sert, müminlere karşı yumuşaktırlar. Gören zalimler, korkuya kapılır; Allah'ı severler, Allah da onları sever. Kınayıcılardan korkmazlar. Edeplerinden dolayı utanıp istemeyeni bulur ve verirler; zillettense ölümü severler…”
Yerde sahipsiz kalan Hakk Sancağını alacakların, “zamane firavunlarının mülkünün varisi olacaklarını” şimdiden görüyor ve ne yalan söyleyeyim şimdiden kıskanıyorum(!?) o can kardeşlerimi. Günaha boğulmuş yorgun ve yaşlı dünyamız da artık susadı. Zulüm arttı. Biliriz; “küfür daim olur, zulüm daim olmaz.”
Fitne fesada boğdurulmak istenen İslam güneşi geliyor; bizi ve tüm insanlığı kurtarmaya; And olsun Asra ve fecre…! Dua ile.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.