Yetim Malı Yemek
Bir anlık tefekküre dalıp, gelecekte kesinlikle vuku’ bulacak olan ölümünüzü düşünün.
Bir anlık tefekküre dalıp, gelecekte kesinlikle vuku’ bulacak olan ölümünüzü düşünün. Ölümünüzle arkanızda bırakacağınız yetim çocuklarınızı ve dul eşinizi. Sahipsiz, hamisiz, yardıma ve korumaya muhtaç durumlarını. Babasızlıklarının yaşattığı garip ruh halleri gözlerinizin önüne gelsin ve çektikleri acılar hayalinizde canlansın. Haydi, mümkinat dâhilinde olan ölümünüzden sonraki yetim yavrularınızın durumları üzerindeki düşüncelerinizi, biraz daha derinleştirin. Babalarının ellerini tutup, bayramlıklar almaya, okul ihtiyaçlarını karşılamaya giden, hastalıkları esnasında babaları koşuşturan çocuklara karşılık, yetimlerinizin gözlerindeki bakışın derinliğini, o esnada çektikleri baba özlemini ve bekledikleri bir şefkati, merhameti ve yardım elini düşünün. Bu tefekküri hali yakalayabildiyseniz, göğüs kafesinizin daralışını, kalbinizin şefkatle yumuşayışını, boğazınızın düğümlenişini hissetmişsinizdir. Kalbinize çocuklarınızın geleceğine dair bir korku ve kaygı yerleş- miştir.
İşte! Vahy-i ilahi, tahayyülünü verdiğimiz babaların çocukları üzerindeki endişeli, kaygılı ruh hallerine, kalbi bir dokunuşta bulunuyor:
“Arkalarında zayıf ve yetim yavrular bırakmaktan korkup, onlar üzerine endişelenenler, (diğer yetimler hakkında) Allah’tan korksunlar, doğru ve güzel söz söylesinler.” (Nisa:9)
Kur’an, kalbe ve akla seslenerek vicdanlara birer bekçi, takvaya da gözetleyici görevi yüklüyor. Ayet-i kerime, kendi ölümünü ve ölümünün ardındaki yetim çocuklarının sahipsizliğini, muhtaçlığını babaların hayallerine yerleştirip, kalplerine dokunuyor ve babaları şefkate getiriyor: Ey babalar! Ölümünüzle geride bırakacağınız yetimleriniz üzerine kaygılanıyor, üzülüyorsanız, iyi bilin ki; şu anda vesayetiniz altında olan ve yaşadığınız toplumda bulunan yetim çocukların da kendileri üzerine titreyen ve kaygılanan bir babaları vardı. Kendinizi o babanın, yetimlerini de kendi çocuklarınızın yerine koyun. Kendi çocuklarınızın düşmesini istemediğiniz acınacak haldeki yetimlerin yardımına koşun ve onlara kol-kanat gerin. Onlara zulmetmeyin, mallarını haksızca yemeyin, acılarına acı, mahzuniyetlerine keder olmayın.
Babası ölmüş ve büluğ çağına ermemiş çocuklara yetim denir. Yetim kelimesi acizliği, zayıflığı ve muhtaçlığı ifade eder. Yetimler, Allah’ın kendileriyle ilişkinin çerçevesini kapsamlı olarak belirlediği sınıftır. Allah azze ve celle, yetimleri koruması altına almıştır. Kendilerinin faydasına olacak her türlü itinaya ve yardıma muhtaç oluşları sebebiyle Allah (cc), onların haklarının korunması için Kur’an-ı Kerim’de kendilerine geniş yer vermiştir. Nisa Suresi’nin başındaki dokuz ayeti onlar hakkında indirmekle beraber, birçok ayette de onlara haksızlık etmekten menetmiş ve onlara yardım etmeyi, onları korumaya teşvik etmiştir.
Haksızlıkla yetimlerin malını yemek, yetimlere zulmetmek ayet ve hadislerin kesin hükümleriyle kebairden (büyük günahlardan) dır. Bu cürümü işleyenler, işledikleri bu günah karşılığında büyük azaba tabi tutulacaklardır.
“Yetimlerin mallarını haksız biçimde yiyenler, karınlarını ateşle doldurmaktan başka bir şey yapmıyorlar. Zaten kudurmuş alevlerin içine atılacaklardır.” (Nisa:10)
“Yedi helak edici şeyden kaçınınız: Allah’a ortak koşmak, sihirle uğraşmak, haksız yere cana kıymak, faiz yemek, yetim malı yemek, düşmanla savaş halindeyken geri kaçmak, bir şeyden habersiz namuslu Mümin kadınlara zina iftirasında bulunmak.” (Buhari- Müslim)
Tehdidin büyüklüğü, cürümün büyüklüğüne delalettir. Kur’an-ı Kerim bazen öyle tehdit cümleleri kullanır ki, fehmini gafletin örtmediği akıl ve kalpler, bedeni parçalayacak derecede bir ürperti ile sıkışırlar. Kur’an’da en şedit ve çarpıcı tehditlerden biri de yetim malı yiyenler hakkında gelmiştir: “...Karınlarına doldurdukları ateşten başka bir şey değildir...”
Bazı kalpler vardır ki, içinde şefkat ve merhametin izi görülmeyecek derecede katılaşmıştır. Bu kalplere sahip insanlar sadece kendi hayatlarının ve dünyalarının mükemmelliği için uğraşırlar. Çoğu kez dünyalarının refahını, başka acizlerin ve güçsüzlerin mağduriyetleri üzerine bina ederler. Kendi heva ve heveslerinin tatmini uğruna, diğer insanlara ve mahlûkata zulüm eder ve haklarını çiğnerler.
İstikametini şaşırmış toplumlarda adaletsizlik prim bulduğu için haksızlıklar yaygınlaşır. Bu haksızlıklardan en fazla etkilenenler de, toplumun zayıfları, çaresizleri ve güçsüzleridir. Şefkate, merhamete ve himayeye en çok muhtaç olan yetimler ve dul kadınlar; mağduriyeti, haksızlığı, zulmü en çok yaşayanlardır.
Her ne kadar yetim ve kimsesiz çocukları korumayı amaçlayan sosyal esirgeme ve yetiştirme kurumları birer iyi niyet girişimi olsa da, bugün bu kurumlardaki yavrucaklar, insanlığını ve istikametini kaybetmiş beşerin elinde, nefsanî arzuların ve stres bunalımlarının kendileri üzerinden tatmin edildiği kurbanlar konu- mundadır.
Tacize ve tecavüze uğrayan yetimeler ile hakaret ve dayak altında büyütülen çocuklar, vahyin sunduğu ilahi çözüme başvurulması gerektiğini vicdanlara haykırıyorlar. Öyle bir ilahi çözüm ki, uygulayıcısı Resulullah (sav) ile yetimler bir şefkat ve merhamet kucağında yetişme ve barınma saadeti yaşadı. O yüce insanın (sav) veya dostlarının himayesinde ve gözetiminde çok yetimler anne-babasızlığın garipliğini çok az hissederek yaşadılar. Sahihlerde geçen bir rivayette anne-babasızlığın acısını yaşayan bir yetimi; “Ayşe’nin annen olmasını, benim de baban olmamı istemez misin?” şefkatiyle teskin eden bir rahmet kucağına, zamane çaresizleri ne kadar da muhtaç…
Başının okşanmasıyla cennet saadeti yaşayan bir yetimi yedirmek, giydirmek ve büyütmek, nimetler yurdunu ve Resulullah (sav)’ın komşuluğunu kazanmaktır. Resulullah (sav) orta parmakla şehadet parmağını biraz açıp işaret ederek: “Ben ile bir yetimin işlerini üstlenen kişi cennette şöyleyiz” buyurmuştur. Bir başka hadiste de Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Bir kimse, bir yetimin yemesini, içmesini (geçimini), kendi başına işlerini yapar hale gelinceye kadar üzerine alırsa, muhakkak cennet ona vacip olur.” Ey cennet için yarışan! Bir yetimin gönlüne ve bir dulun acizliğine cennet ol ki, ebedi evin cennet olsun.
Kanunlar üzerinde korunmuş, kurumlar bünyesinde ezilmiş olan yetimler, ancak Müslüman halk içerisinde yardım ve himaye eli bulabilmiştir. Hatta halk içerisinde yetimler hakkındaki hassasiyet o kadar ileri seviyeye taşınmış ki onlarla ilişkilerde harama düşmemek için helaller dahi terkedilmiş. Yetim evinin ikramı, yetim malı yemek olarak addedilip sakınılmıştır. Bu hassasiyet güzeldir, fakat yetimlerle sağlıksız bir ilişkiye, toplum dışılık muamele hissine ve zarara uğramaya sebep olması yönünden bundan kaçınmak gerekir. Evlerinde oturulmalı, ikramları kabul edilmelidir. Hassasiyetin ölçülü ve güzel olanı, imkânlar çerçevesinde yetimlerin ikramlarına mukabil, ihtiyaçlarını gidermektir. Bir âlimin veciz ifadesi ile “yetim evinde bir yumurta yersen karşılığında bir karpuz götürmelisin.”
Said b. Cübeyr, İbn Abbas’tan şöyle rivayet etmiştir: “Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler…” ayeti indiğinde, yanında yetim bulunan kimseler hemen yemeğini yetimin yemeğinden, içeceğini yetimin içeceğinden ayırdılar. Yetim için bir şey hazırlayıp bekletirlerdi. O da yerdi veya bozulurdu. Bu onlara ağır geldi. Gidip bunu Resulullah’a (sav) anlattılar. Bunun üzerine yüce Allah şu ayeti indirdi:
“Sana yetimler hakkında soru sorarlar. De ki; ‘Onların durumlarını düzeltmek hayırlı bir iştir. Eğer kendileri ile bir arada yaşıyorsanız, onlar artık kardeşlerinizdir. Allah kimin işleri bozucu kimin düzeltici olduğunu bilir. Eğer Allah dileseydi sizi zora koşardı…” (Bakara:220) Bunun üzerine yemeklerini yemeklerine ve içeceklerini içeceklerine kattılar.
“Yetim malını yemenin zulüm ile kayıtlandırılması, yetim malını hak ile almanın ve yemenin caiz olduğunu ifade etmektedir. Yapılan bir işin ücreti ve karz gibi. Bu ise zulüm sayılmaz ve bunu alıp yiyen de zalim değildir.” (Tefsir’ül-Münir)
Yetimin velisi fakir ise yetimin malından faydalanabilir. “Yetimleri evlilik çağına gelinceye kadar (gözetip) deneyin. Nihayet onlarda rüştüne ermiş bir hal görürseniz, artık mallarını kendilerine teslim edin! Büyüyecekler (de mallarını elimizden alacaklar) diye israfla ve acele ile onları yemeyin! Ve (yetimin malını idare eden, fakat) zengin olan kimse ise (onun malını yemekten) kaçınsın! (O velilerden) fakir olan kimse ise artık (ihtiyacı nispetinde) örfe uygun miktarda yesin. Sonunda onlara mallarını teslim ettiğiniz zaman da onlara karşı şahit bulundurun. Hesap görücü olarak Allah yeter.” (Nisa S:6)
Cahiliye devrinde yetimlere yapılan zulmün bir şekli günümüz toplumunda da görülmektedir. Babasından, yetim kızına kalan mirasa sahip olabilmek için, velisi konumundaki kimse ona evliliği hususunda zulüm ederdi. Allah (cc) ayette bu zulme dikkat çekerek yetim kızlara karşı adaletli davranmayı emretti.
“Eğer yetim (kız)lar konusunda adaleti yerine getiremeyeceğinizden korkarsanız, bu durumda size helal olan (başka) kadınlardan ikişer, üçer, dörder olmak üzere nikahlayın…” (Nisa:3)
Bu ayetin tefsiri hakkında Buhari ve Müslim’de rivayet olunduğuna göre Urve İbn Zübeyr (r.a) demiştir ki: “Ben Hz Aişe’den (r.a) ‘Eğer yetim kızlar konusunda adaleti yerine getiremeyeceğinizden korkarsanız’ ilahi sözünü sordum. Hz. Aişe (r.a) şöyle dedi: “Kardeşimin oğlu, bu bir yetimedir ki, velisinin vesayeti altında bulunur. Mal hususunda ortak da bulunurlar. Malı ve güzelliği velisinin hoşuna gider. Mihrinde adalet yapmayarak onunla evlenmek ister, başkalarının vereceği mihr kadar mihr vermez.” Yine aynı tarikten gelen başka bir rivayette Hz. Aişe (r.a) şöyle demiştir: “Bir erkeğin yanında bir yetime olur ve bu erkek onun velisi ve vasisi bulunur, yetimenin malı var, fakat o erkekten başka onu müdafaa edecek ve nikahına önderlik edecek bir velisi de yoktur. İşte tek velisi olan bu erkek, onun malına tama’an, malına ortak olmak için kimseye nikah etmez, yasaklar, zarar verir ve iyi geçinmez. Dolayısıyla Allah Teala, “Eğer yetim (kız)lar konusunda adaleti yerine getiremeyeceğinizden korkarsanız…” ayetiyle ‘size neler helal kıldım bak ve zarar vereceğin şu yetimeyi bırak’ buyuruyor.”
Allah Teala ayetlerde sadece yetimlere haksızlık etmekten sakındırmakla kalmamış, pek çok ayette de yetimlere ikramda bulunmayı, onları barındırmayı teşvik etmiştir. Hatta yetimler konusunun, insanlığa vahyin indiği her dönem, üzerinde durulan en hassas terğib ve terhib konularından biri olduğunu söyleyebiliriz. “O halde yetime gelince sakın onu ezme” (Duha:9), “İşte o, yetimi itip kakandır.” (Maun:2), “Hayır! Doğrusu (siz) yetime ikram etmiyorsunuz.” (Fecr:17), “O sarp yokuşun ne olduğunu sana ne bildirdi? (O sarp yokuş), bir kölenin azad edilmesidir. Veya bir açlık gününde akrabalığı olan bir yetimi veya toz toprak içinde kalmış bir yoksulu doyurmaktır.” (Beled:12-15)
Razı olunmuş bir kul olma duası ile…
İnzar Dergisi
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.