Murat DALKILIÇ
YÖNETİM Mİ, YÖNETİŞİM Mİ?
Bismillah…
Hz. Resulullah(sav) İslam ordusunun karargâhını Bedir Kuyusu yakınlarında bir yerde konuşlandırmıştı.
Otuz üç yaşlarında bulunan Hubab bin Münzir(ra) ashabın ileri gelenleriyle birlikte bulunan Hz. Peygamberin yanına gelerek:
“Ya Resulallah(sav)! Burası, bizim için ileri gidilmesi veya geri çekilmesi câiz olmayan Allah(cc)’ın size vahiy ile emrettiği bir yer midir? Yoksa burasını şahsi görüş neticesinde bir harp tedbiri olarak mı seçtiniz?” diye sordu.
Resul-i Kibriya Efendimiz, “Hayır! Şahsi bir görüş neticesi, bir harp tedbiri icabı olarak seçtim.” buyurdu.
Bunun üzerine Hubab bin Münzir(ra):
“Ya Resulallah(sav)! Kanaatimce burada karargâh kurmak pek uygun değildir. Siz, orduyu buradan kaldırmalısınız! Bizler, Kureyş kavminin konacağı yerin yakınındaki suyun başına gidip konalım. Ben orayı bilirim. … Bu şekilde yapsak daha doğru olmaz mı?” dedi.
Peygamber Efendimiz (sav): “Ey Hubâb, doğru olan görüş senin ifade ettiğindir.” buyurarak öneriyi hemen uygulamaya geçirdi. Bildiğimiz üzere büyük bir zafer kazanıldı.
Olayın seyrine dikkat ettiğimizde İslam ordusunun nereye yerleştirileceği ile ilgili karar verilmişti. Ortada mevzu ile ilgili istişare etme atmosferi de mevcut değildi. Hz.Resulullah(sav) tarafından karar alınmış ve ordu yerleşmeye başlamıştı.
Böyle bir esnada Hz.Hubab(ra), savaş gibi en hassas bir mesele ile ilgili öz güvene sahip bir psikolojiyle ve çekingenliğin olmadığı ancak nezaketin hâkim olduğu medeni cesaretle ordunun nereye konuşlanması gerektiği fikrini dile getirdi.
Orada hazır bulunan ashabı kiram Hz.Hubab’ın bu girişimini kınayacak bir tepkide de bulunmamıştı. Belli ki, sahabeler Allah’ın Resulü tarafından böyle yetiştirilmiş. Aidiyet ve sorumluluk duygusunu kazandıran bir eğitim ile…
Düşünecekler
Üretecekler
Önerecekler
Pratize edecekler
Bununla birlikte;
Yapılan öneri, mevcut duruma veya alınan karara salt itiraz ve muhalefet etmek için olmamalı…
Ne yapılması ile ilgili talep edilen husus uygulanabilir bir mahiyette güzel ahlakın gerektirdiği üslup ve nezaket içerisinde dile getirilmeli...
Kişi önerisi ile ilgili talepte bulunurken “illa kabul görecek” edası ile inat etmemeli...
Reddedildiğinde küsmeden ve hantallaşmadan düşünüp üretmeye ve etkili olmaya devam etmeli.
Gelin hep beraber düşünelim…
Biz olsaydık nasıl bir tepki gösterirdik?..
Karşımızdaki muhatabımıza;
Kardeş haddini bil! Alınan bu karar vahiy ile emredilmemiş olsa da sen Hz.Resulullah(sav)’dan daha mı iyi bileceksin? Sen kendini ne zannediyorsun?
Ülkemizde ve dünyanın herhangi bir yerinde, aile bireyleri babaya; memur amire; işçi işverene; vatandaş devlet yönetiminde bulunan zevata, alınmış bir karara yönelik üslubuna da dikkat ederek rahatlıkla öneride bulunabiliyor mu?
Bugün memleket yönetiminde etkili ve söz sahibi olan dini ve siyasi oluşumların kaçında liderlerin ve üst düzey yönetim organlarının aldığı kararlara ve pratize ettiği uygulamalara karşı, bu yapılara mensup olanların farklı bir öneride bulunma cesareti gösterdiğini söyleyebiliriz?
Düşünsenize iktidar partisine mensup yetkili bir ağız “İstanbul Sözleşmesi” ile ilgili yasal düzenlemenin TBMM’de onaylanışını medyada tüm toplumun önünde bu genel trajik gerçeğimizi şöyle dile getirmişti:
“Eminim ki oy veren vekil arkadaşlarımızın kahir ekseriyeti neye oy verdiklerini bilmeden el kaldırdılar. Sırf parti grup başkanvekilleri el kaldırdıkları için. Partilerin grup yönetimi kendi aralarında anlaşmış olmalılar ki o anda bulunanların onayıyla kabul edildi, geçti.”
Mecliste grubu bulunan muhalefet partilerinin hal-i pür melali daha vahim…
Cumhuriyetin kuruluşundan beri siyaset kurumunda ve bürokraside sürekli uygulanagelen bu değil midir? Yönetim sistemimiz “cumhuriyet ve demokrasi” olmasına rağmen…
Ülkemizi, İslam ümmetini ve hatta tüm dünyayı ilgilendiren halifeliğin kaldırılması, tevhidi tedrisat kanunu ile şer’iyye ve evkaf vekaletinin kaldırılması ile ilgili kanunlar tepeden inme bir usulle meclisten geçirilmemiş miydi?
Bu yasaların geçirilmesi ile ilgili CHP İzmir milletvekili ve Milli Eğitim Bakanlığı yapmış Hasan Ali Yücel’in 1924 yılında kaleme aldığı bir makalede, bu yasalar çıkarılırken toplumun yapısı ve hassasiyetleri dikkate alınmadan; ilgili komisyonlarda görüşülmeden; mebusların, bürokratların ve uzmanların görüşü alınmadan oldubittiye getirilerek çıkarıldığını çok net bir şekilde ifade etmiştir.
Artık ülkenin tüm yönleriyle kalkınması için bürokrasileşen siyaset kurumunu asli mecrasına yönlendirerek karar alma ve yönetim işlerinde tek taraflı “yönetimi” değil, bireyin düşüncesini de dikkate alan katılımcı ve çoğulcu “yönetişimi” esas almamız gerekmez mi?..
Allah(cc)’a emanet olun…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.