Yürüyüşten arta kalan

Nuray Mert (Cumhuriyet):

“Yeni sistemde Cumhurbaşkanı “tarafsız” olmak durumunda değil, zira tam tersine, partili Cumhurbaşkanı sistemine geçtik. Ama siyaseten taraf olmak, belli bir siyasi anlayışın mensubu olmak demektir, karşısındaki herkesi düşman ilan etmek, teröristlikle itham etmek değil. FETÖ'cüler, darbeciler, PKK'liler, bu yürüyüşten hoşnutmuş, olabilir, bunun yürüyüşü düzenleyenlerin üzerine kara leke olarak yazılması nasıl bir akıldır? Bir siyasi taraf, farklı nedenler ile siyasetini destekleyen veya içten içe sevinen her kimse, onların maksadı ile tanımlanamaz, kendi yaklaşımı ile tanımlanır. Böylesi bir protestonun “ortalığı karıştırma” riski varsa, ortalığı sakin tutarsanız, protestoya, itiraza, muhalefete karşı serinkanlı davranırsanız, o risk ortadan kalkar. Gerilimle, çatışma riski ile kamu düzeninin bozulması ile mücadelenin basiretli yolu budur.”

Bir dönem “Hükümet yolları PKK ile mücadele edebilmek için yapıyor” diyen Nuray Mert'in bu şekilde aklı başında sözler sarf etmesi şaşırtıcı olduğu kadar memnuniyet vericidir de. “Ağır abla”nın başına nasıl bir taş düşmüş de serinkanlı davranmaktan, basiretten söz edip sağduyuya davet ediyor doğrusu anlamadık.

İşin magazin tarafı bir yana yürüyüşten arta kalan böyle mantıklı şeyler de oldu.

Geçmişte söylenenler ve yaşananlar bir yana Nuray Mert'in bu yazıda söyledikleri önemli. Özellikle de altını çizdiğimiz cümle!

Nagehan Alçı (Habertürk):

“HDP de “15 Temmuz'a direnenlere direnmek” diye adlandırdığım o CHP hattını destekliyor. Oysa Kürt halkı, o gece en cesur hareket eden, direnen kesimlerin başında geliyordu. Aynı şekilde 16 Nisan 2017'de “Evet”  çıkmasını sağlayan, tüm ezberleri bozarak beklenenin çok üzerinde -HDP'ye rağmen- “Evet” veren yine Kürtlerdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın referandum akşamı yaptığı konuşmayı hatırlayın, Güneydoğu sonuçlarını yorumlarken sesi çatallaşmıştı. HDP'li Kürtlerin de önemli kısmı eski düzene değil kendisine destek vermişti ve bu onu duygulandırmıştı....”

Nagehan Alçı, ısrarla Hüda Par dememek için çaba harcıyor.

O gece belki değil; ama sonraki konuşmalarda Erdoğan “Hüda Par'lı kardeşlerime teşekkür ediyorum” demişti.

Tüm siyasi eylem ve tavırlar bir yana nihayetinde bazılarının dilini ve bakışını şekillendiren şey “Hakkaniyet” değil, liberal söylem ve liberal yaşam tarzı ortaklığıdır.

Erdoğan'a kısmen destek verenler “HDP'li Kürtler” değil, silahlı PKK vesayetinden dolayı HDP'ye oy vermek zorunda kalan “Kürtler”di.

Fatih Çekirge (Hürriyet):

“Dün Deniz Bey'le kısa bir sohbet yaptık. Önce şu sözünü aktarmalıyım:

“Kim ne derse desin, bu yürüyüş sırasında iktidar da muhalefet de iyi bir sınav vermiştir. Gezi'de yaşananları hatırlarsanız, bu yürüyüşün barışçıl görüntüsü çok önemlidir.”

Sonra bu sözünü açtı:

“Başlangıçta iktidar olumsuz baktı. Güvenpark'a gece iş makinelerini yığdı. Ama sonra sağduyu hâkim oldu. Muhalefet hiçbir provokasyona izin vermedi. Çok barışçı bir yürüyüştür bu. İktidar da buna engel olmayarak Türkiye'de barışçı eylemlerin de olabileceğini göstermiştir. Demokrasi açısından çok iyi bir gelişmedir bu.”

Bunun adı profesyonel muhalefettir.

Deniz Baykal, asıl muhalefetini hükümete değil de Kılıçdaroğlu'na yapıyor ve iktidarın demokratik tarafına vurgu yaparak Kemal Beyin elindeki argümanların bir kısmını geçersiz kılıyor.

Küresel medya ağında yükselen bir trend yakalayan Kılıçdaroğlu'na tepki göstermek kendisinin silinmesine, hükümete yüklenmek gelecek hesaplarının rafa kaldırılmasına sebep olacaktır.

Soli Özel (Habertürk):

“Bu kararın iki boyutta aslında pek bir önemi yok. Birincisi, Parlamento'nun kararı bağlayıcı değil. Dolayısıyla raporun kabul edilmesiyle müzakerelerin askıya alınması söz konusu olmayacak. İkincisi, müzakereler zaten fiilen askıda. İki taraf da kendine göre nedenlerle fişi çekip komadaki hastayı öldürmeye cüret edemediğinden fiilen bitmiş olan müzakere süreci varmış gibi yapılıyor.”

Soli Özel, Avrupa Parlamentosunun (AP) Türkiye ile ilgili AB üyelik müzakerelerinin durdurulması yönündeki kararından söz ediyor. Dediği gibi bu kararın bir bağlayıcılığı yok; ama AB'nin açıkça söyleyemediğini AP'nin söylemesi açısından dikkat çekici.

Evet, iki tarafa göre de iş bitmiş; ama kimse fişi çeken taraf olmak istemiyor, çünkü bunun ileride siyasi bir faturası olabilir.

Ak Parti hükümeti AB uyum yasaları üzerinden askeri vesayetten bürokratik oligarşiye kadar birçok engelle mücadele edebildi. AB açısından ise bir krize dönüşen mülteciler sorunu ve neredeyse bir paranoyaya dönüşen güvenlik endişesi var.

Batuhan Çolak (Yeniçağ):

“Suriyeliler konusunda son günlerde yapılan açıklamalar gösteriyor ki "Araplaştırma Projesi" tüm hızıyla sürüyor. Tabelaların çok dilli olması, Arap mahallelerinin oluşması, Türk kültürüne meydan okuyan ahlaksızlıkların olağan hale gelmesi... Tüm bunlar yetmezmiş gibi üstüne "Suriyeli kardeşlerimizi eleştiremezsiniz" tehditleri... Bakın Beyler; bu iş böyle olmaz, bu gidişat, gidişat değildir! Türkiye'nin demografik yapısına açık bir ameliyat yapılırken sessiz kalamayız.”

Sessiz kalmadınız beyefendi, gördük Sakarya'daki vahşeti.

Yok, Türk kültürüne meydan okumakmış, yok Arap mahallelerinin oluşmasıymış…

Geçin bunları, geçin!

Bakın Sakarya'da yaşananlara!

Bu coğrafya böyle bir vahşeti en son 6-8 Ekim olaylarında görmüştü.

Mesele Türklük, Araplık meselesi değil, insanlık meselesidir.

Bu bir imtihandı Batuhan, “otur sıfır!” diyorum sadece.

Büyük mahkemede, küçük gördüğün Müslümanlığından değil, insanlığından sorgulanacaksın!

Kazım Güleçyüz (Yeni Asya):

“CHP'nin 50 öncesi tek parti döneminde, özellikle bugün AKP'nin örnek alıp referans gösterdiği şeflik rejiminde imza attığı zulümlerin toplum hafızasındaki derin izleri hâlâ canlı.

Aynı şekilde çok partili demokrasiye geçildikten sonraki süreçte ihtilallere çanak tutması, Atatürkçülük ve laiklik adına halkın değerleriyle hep çatışması da.

Başörtüsü yasağının ısrarlı savunucu ve takipçisi olması, irtica iddialarıyla dindarları sürekli hedef alıp taciz etmesi de.

En son 2007'deki cumhuriyet mitingleriyle 27 Nisan ve 367 krizlerinde izlediği provokatif siyaset de unutulmuş değil.(…)

Ancak Kemal Kılıçdaroğlu'nun genel başkanlığıyla birlikte bu durum değişmeye başladı. Parti eski katı ve bağnaz laikçilik saplantısından kurtularak, din ve vicdan hürriyeti alanına giren konularda pozitif açılımlar sergileme sürecine girdi.

Başörtüsü yasakçılığını bıraktı. Artık toplumsal bir olgu olarak kabullendiği cemaatlerle uğraşmaktan vazgeçti. Dindarlarla diyalog kurma arayışına girdi.

 “30'lu yılların CHP'si değiliz” dedi.

Demokrasiyi, hukuku, adaleti, insan haklarını ve özgürlükleri vurgulayıp öne çıkaran bir siyaset takip etmeye başladı.”

Erdoğan nefretinin gözleri nasıl kör ettiğine dair örnek olabilecek bir yazı.

Başörtüsünü hükümet çözdü; ama Güleçyüz'e göre Kılıçdaroğlu “Başörtüsü yasakçılığını” bırakmış. Oysa bir zahmet edip 6-7 sene önceki açıklamalarına baksa her şeyi görecek. İkna odaları mucidi Nur Serter'in Kılıçdaroğlu döneminde milletvekilliği yaptığı da ortada. 2007'de milletvekili seçilen Serter, 2011'de yani Kılıçdaroğlu'nun genel başkanlığı döneminde bir kez daha milletvekili adayı yapıldı.

Atatürkçülüğü, laikliği her fırsatta öne çıkaran, Suriyeli mazlumları geri göndermekten söz eden bir isim; ama önemli değil. Halihazırda Kılıçdaroğlu, “Örtülüler Arabistan'a” diyen Demirel kadar örtü düşmanı gözükmüyor. Son ana kadar Demirel'e sahip çıkan zihniyetten daha adil davranmasını beklemiyoruz.  

Kemal Kılıçdaroğlu (Guardian):

"Yalnız değiliz. Dünya, aşırıcıların, dar görüşlü popülistlerin ve diktatörlerin yükselişini izliyor. Bunların baskı derecelerinde önemli farklılıklar var ancak ortak yanları da bulunuyor. Diktatörler birbirlerinden öğreniyorlar. Demokrasilere karşı birlik oluyorlar. Ülkelerini mahvediyorlar ve insanlarını yurt dışında yaşamaya zorluyorlar.

Liberal demokratlar buna nasıl yanıt vermeli? Dar görüşlü popülistlerin ve yeni kuşak diktatörlerin iktidarlarına karşı çıkmak için uluslararası çapta yeni araçlar geliştirmeli ve paylaşmalıyız"

Avrupa'nın mevcut duruşundan faydalanıp sesini duyurma fırsatı yakalıyor CHP genel başkanı.

Ama ortada bir problem var.

Kendini bir “Sosyal Demokrat” olarak tanımlayan CHP lideri nedense “Liberal demokratlar”a sesleniyor.

Sebep ne ola ki?

Aklıma şu geldi. Sosyal demokratlar iyi konuşur; ama “Liberal demokratlar” organizatör ve eylemcidirler. Ünlü spekülatör Soros'un kaynak akıtarak Liberal demokratlar üzerinden toplumsal kalkışmalar gerçekleştirdiği biliniyor.

Salih Tuna (Sabah):

“Siyaset yapmaya başladığı partiyi, "laikliğe karşı fiillerin odağı" olduğu iddiasıyla "kapattıran" partide, siyaset yapmaya başlayan birinden...

"Partiyle bu işler olmaz" çizgisinden Refah Partisi'ne, Fazilet Partisi'nden Has Parti'ye, ordan da CHP'ye "zıplayan" bir insan evladından...

Evet, bildiniz.

Mehmet Bekaroğlu'ndan bahsediyorum.

CHP'ye geçişine itiraz edenler olmadı değil. Örneğin bir diğer CHP milletvekili Barış Yarkadaş, Atatürk için, "Kefere Kemal" dediğini yüzüne vurdu.

Neyse ki, Yarkadaş da vaktiyle Kılıçdaroğlu'na (TESEV üyeliğinden hareketle) "Sorosçu Kemal" dediği için aralarındaki "dengeyi" sağlamış oldular.

Şimdi el ele birlikte yürüyorlar.

Yürüsünler.

Lakin...

Kılıçdaroğlu'nun mahut yürüyüşünü kutsamak, hele hele, "peygamber sünnetidir" demek nedir Allah aşkına?

"Çok uluslu ebucehiller" yürüyüşünüzü neden "kutsuyor?" Ve neden FETÖ'den PKK'ya kadar tüm terör örgütleri yürüyüşünüzü destekliyor?

Sorulan bundan ibaretti.

Kimsecikler CHP'lilere terörist demedi, diyemez de.

Buna rağmen Bekaroğlu kaptırıp gitti: "Mekke ve Taif'in müşrik ulularının Peygamber ve arkadaşlarına bozguncu / terörist dediklerini hatırlatmam gerekiyor..."

Kendilerini Peygamber ve arkadaşlarına, eleştiri getirenleri de Mekke müşriklerine benzetmiş oldu.”

Benzer açıklamaları daha önce İhsan Eliaçık'tan da duymuştuk. Bu da bizde şöyle bir kanaat oluşturdu: Tekfircilik bir bölgeye ya da düşünceye hapsedilirse mesele tam anlaşılmaz.

Bir de Bekaroğlu örneğinden de yola çıkarak “mahalle değiştirenlerin” anlaşılmaz tevillerinden ve çok çabuk kabaran öfkesinden söz etmek gerekir.

Daha önce Yaşar Nuri Öztürk ve İhsan Özkes örnekleri vardı CHP'de.

“Peygamberlerin de sosyal demokrat olduğunu” söylemesine rağmen klasik CHP zihniyeti ona tahammül edememişti.

Bekaroğlu'nun da benzer bir son yaşayacağını tahmin etmek zor değil.

Yusuf Kaplan (Yeni Şafak):

“Son olarak önceki gün, HÜDAPAR Gn. Bşk Yardımcıları Bahattin Temel ve Sait Şahin ile Rehber TV GYY Fikret Gültekin'e 6 yıl 3 ay hapis cezası verildi. İğrenç bir kumpas bu!

Bu kumpası kuranlar hâlihazırda FETÖ'den içeri atılan hâkim ve savcılar!

Ne çok çile çekti bu çilekeş insanlar! 28 Şubat artığı bu zulüm yeter, diyorum. (…)

Evet, HÜDA PAR'a kumpas kuruyorlar! Bürokratik ve siyasî bir darbe bu.

Ama unutmayalım ki, Peygamber sevdalısı onlar… Ümmet bilinciyle tezgâhı bozacaklar!

Adalet Bakanlığını duruma -hukuk içinde- müdahale etmeye çağırıyorum.”

Bir hukuk cinayetine medyada nerdeyse tek yer veren kişi olduğu için aldım buraya Yusuf Kaplan'ı.

Maalesef bu memlekette hukuk ve adalet ilkesel açıdan değil de konjonktürel olarak değerlendiriliyor.

İki genel başkan yardımcısı ve bir medya yöneticisi her açıdan kumpas olduğu ortada olan bir dava sonucunda mahkum ediliyor; ama bilinçli bir karartma ile görmezden geliniyor.

Ya da…

Birçok kişi Külliyeden bu konuda bir talimat gelmesini bekliyor.

Talimata göre tepki, talimata göre eleştiri, talimata göre destek…

Maalesef…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.