Yusufi Öyküler

Yusufi Öyküler

Bağırlarını sıcak tuttu tüm tipler: D’ler, E’ler, F’ler, H’ler, M’ler… İlahi korkudan su fışkırtan taşlar misali aşk fışkırttı, sevgi fışkırttı, Yusufi kokular yaydı taş bağırlı betonlar.

ZİNDAN PİRİMİZ: HZ.YUSUF (as)
…….

Mısır hükümdarı (günün birinde) şöyle dedi:

-Rüyamda yedi besili inek gördüm. Yedi zayıf inek onları yiyor, bir de yedi yeşil başağı, diğer yedi kuru başak (sarmıştı) Ey ileri gelenler! Eğer rüya tabir ediyorsanız, benim bu rüyamı halledin (yorumlayın).

Onlar dediler ki:

-Bu gördüklerin karmakarışık düşlerdir. Biz böyle düşlerin tabirini bilen kimseler değiliz.

O iki (genç)ten kurtulanı, nice zaman sonra (Yusuf’u) hatırladı da, dedi ki:

-Ben onun tabirini size haber veririm. Hemen beni (zindana) gönderin. (O Genç, hükümdarın izniyle zindana gitti ve Yusuf’la görüşerek dedi ki):

-Yusuf! Ey doğru (sözlü insan)! Yedi besili ineği yedi zayıf (ineğin) yediği ve yedi yeşil başağı, diğer yedi kuru başağın sardığı (rüya) konusunda bize haber ver. Umarım ki (beni gönderen) insanlara (senin söylediklerinle) dönerim. Belki onlar (bunların tabirlerini) öğrenirler.

Yusuf şöyle dedi:

-Yedi sene adetiniz üzere ekin ekin. Yalnız yiyeceğinizin az bir kısmı hariç, biçtiklerinizi (bozulmaması için) başaklarında bırakın. Sonra bunun arkasından yedi kurak (yıl) gelecek; (tohumluk için) saklayacağınız az bir miktar hariç olmak üzere, daha önce biriktirdiklerinizi yiyip bitirecek. Sonra bunun arkasından da bir yıl gelecektir ki, insanlar onda bolca yağmura kavuşturulacak ve (üzüm gibi mahsulleri) sıkıp faydalanacaklar.

Hükümdar;

-Yusuf’u bana getirin! Dedi.

Bunun üzerine kendisine elçi gelince Yusuf ona şunu söyledi:

-Efendine dön de, ellerini kesen o kadınların durumu neydi, bir sor! Şüphesiz ki Rabbim onların hilelerini çok iyi bilir!

(Hükümdar topladığı o kadınlara);

-Yusuf’un nefsinden murad almak istediğiniz vakit maksadınız neydi? Dedi. Kadınlar;

-Haşa! Allah için, dediler. Biz, ondan hiçbir kötülük görmedik.

Vezirin karısı (Züleyha) dedi ki:

-İşte şimdi hak meydana çıktı. Onun nefsinden ben murad almak istemiştim. O ise, gerçekten doğru söyleyenlerdendir.

(Yusuf elçiye şunu söyledi):

-Bu (itirafa gerek duyuşum) şunun içindi: (Vezirin) yokluğunda gerçekten benim kendisine ihanet etmediğimi ve hakikaten Allah’ın ihanet edenlerin hilelerini başarıya ulaştırmayacağını kendisinin de bilip öğrenmesini istedim. (Yine de) ben nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis, gerçekten tüm gücüyle kötülüğü emredendir. Ancak Rabbimin esirgediği müstesna… Şüphesiz ki benim Rabbim çok bağışlayan, çok merhamet edendir.

Hükümdar dedi ki:

-Onu bana getirin, onu kendime has bir müşavir (danışman) yapacağım.

Sonra Yusuf’la konuşunca (şöyle) dedi:

-Sen bugün, bizim yanımızda (artık) önemli bir mevki sahibisin, güvenilir bir danışmansın.

Yusuf dedi ki:

-Beni bu yerin (Mısır ülkesinin) hazineleri (mali ve ekonomik kaynakları) üzerine (bir yönetici) kıl. Çünkü ben (bunları) iyi koruyan, (yönetim işlerini de) iyi bilenim.

İşte böylece biz Yusuf’u bu şekilde o yere (güç ve iktidar sahibi olarak) yerleştirdik. Öyle ki, orada (Mısır’da) dilediği yerde oturuyordu. Biz rahmetimizi dilediğimiz kimseye nasip ederiz…

(Ve Yusuf dedi ki):

-… Hakikaten (Rabbim) bana ihsan buyurdu. Çünkü beni zindandan çıkardı… Ey Rabbim! Sen bana mülkten bir pay (ve onu yönetme imkânını) verdin ve rüya tabirini öğrettin. Ey göklerle yeri yaratan! Dünya ve ahirette benim velim sensin. Müslüman olarak canımı al! Ve beni salihler zümresine dâhil et! Dedi.(Bu hikaye Yusuf Suresi’nden faydalanılarak hazırlanmıştır)

“Kadere iman eden kederden emin olur” (Hadis-i Şerif)

MEDRESE-İ YUSUFİYE
Biteviye zindan türüyor vatanımda. Bir uçtan bir uca… Umarsızlığın yansıması mı ne? Çeşit çeşit, tip tip değişken isimler adı altında… Prangalı, zincirli vatanımın gerdanına, alfabenin harfleri dizilmiş boy boy; anlamsız, manasız: D tipi, E tipi, F tipi, H tipi, M tipi… Yani: Zindan.

Yer ve gökte, ana ve ara yönlerde sahibinin seciyesini, hislerini yansıtan tek sözcük dolaşır dillerde: Beton…

Yürek beton, akıl beton, gözler beton… Donuk ve taşlaşmış ağır bir duruş, ton ton…

Betonları yaran filizler yeşerdi tip tip zindanlarda. Şer niyetli mekânlar, hayra dönüşen inkılâplar yaşadı. Zambaklar bitiverdi beton dünyada. Kardelenler direndi, zemheri kışa. Bir cemre düştü ilkin, soğuk zindana. İkinci, üçüncüsü derken bir sıcaklık, bir ipilti çığ gibi doğdu yüreklere, parlak ve coşkun.

Şarkından garbına, şerden hayra bir başkalaşma, bir değişim yaşandı zindanlarda. Çünkü Yusuf girmişti zindana. Yusuf ahlaklı, Yunus ağızlı, sıcak bağırlı Yusufiler tanıdı soğuk betonlar. Farklıydılar her şeyleriyle, ayrıydılar… Ağızları gül sözlü, kendileri nur yüzlü, tavırları özlü mü özlüydü. İman kokuyorlardı, Kur’an okuyorlardı. Secde ediyor, baş eğiyorlardı, Yusuf’un Rabbine.

Bağırlarını sıcak tuttu tüm tipler: D’ler, E’ler, F’ler, H’ler, M’ler… İlahi korkudan su fışkırtan taşlar misali aşk fışkırttı, sevgi fışkırttı, Yusufi kokular yaydı taş bağırlı betonlar.

Gün be gün ilahi davanın külbe-i hüznüne dönüştü zindan, gönül erleri için. Bir özlem okunur oldu gözlerde, bir sevda türküsü söylenir oldu dillerde. Gönüller, yürekler endişe sahibi iman erleri için yanar oldu. Seherlerde ellere konar oldu dua güvercinleri. Kıyamlar, secdeler şule şule tutuştu gecelerde. Kutlu bir doğum yaşadı zindan. Medrese-i Yusufiye’ye dönüştü o an. Gam ve keder yurdu, sabır ve irfan mektebi oldu.

Bir iştiyaka şahid oldu zindanlar: İlim, ihlâs ve kemal… Atalet tahliye edildi. Nezafetse baş tacı… Yalan, hile ve dolan hücrelere tıkıldı. Doğruluk, dürüstlük, güven yerlerini doldurdu. İlim cirit atıyordu zindanda. Bir koğuşta sarf, bir odada nahiv, bir zindan da fıkıh, diğerlerinde de on iki ilmin her biri…

Bina’sından Cami’sine, Ğayet’inden Muğni’sine, hadis’inden Kütüb-i Sittesi’ne, tefsirinden Beyan’ına ilmin renk cümbüşünü yaşadı zindan. İhlâs koktu yürekler, kardeşlik koktu. Sertaçtı Üstad Bediüzzaman, yüreklere kıvılcım saçan, gönülleri yakan “Sözler”iyle, eserleriyle… Zindanın hasılatı zindansız olur muydu?

En büyük kitap, en çok okunan kitaptı Kur’an… Sesi hayran, duvarlar aşan; kendisine kurban Yusufilere okunan Kur’an… sebeb-i varlığımız…

Bir sabahı yaşanırdı zindanın; ilim, irfan eşliğinde. Kimi saatinde Risale-i Nur-u Üstat; kimi saatinde Tefsir-i Kurtubi, Seyyid Kutub; kimi saatinde Siyer-i Nebiyi ibn-i Hişam, Asım Köksal; kimi saatinde fıkh-ı Cezeri, Zuhayli; kimi saatinde irfan-ı Gazali, Çil Hadis ve kimi saatinde de Zencani ve Cami ‘Derebe Zeydun Amren’i (Zeyd amr’ı vurdu) işler, Yusufiler öğleye dek.

Beş vaktin toplu namazları cemaat sevabının tokadını çarpar şeytanın şirretli yüzüne. Yardımlaşma, dayanışma tek yürek kılar. Tüm canları, “Festebikul- hayrat” (Bakara;148- …öyleyse hayırda yarışın) için atan tek yürek… Öğle çayları, istirahatlar, tekrarlar, mütalaalar, müzakereler…

İkindi, Kur’an saatidir zindanda. Her koğuştan ilahi nağmeler süsler nakış nakış… Melekler iner, rahmet yağar bol bol. Gönüller yumuşar, şeytanlar kaçar bu zamanlar.

Akşama dek bedenlerin ve nefislerin hakkı verilir havalandırmalarda. Futbol, basketbol, koşu ve sair, amaçtan çok araç olan sporlarla… “Dünya zindanındakilerini” kıskandıran bir sevgi, bir saygı bir kardeşlik gülşeninde. Seyircisi duvarlar ve mavi gökler olan sahalarda…

İkinci âlemi yaşanır zindanın akşamdan sonra. Gün batımı, kızıl şafak görünmez. Çay sohbetleri bir başkalaştırır zindanı. Gece; gönüller yapan, mana inşa eden âlemdir. Secdelere, kıyamlara, ilahi kelama, gül deren avuçlara şahitlik eden gecedir. Bağrında gözpınarlarının damla damla süzülüşlerini, mazlum ve perdesiz yakarışları besleyen yine gecedir. Karanlıkta evrimleşen yürekler kıpır kıpırdır zindanda. Diri ve canlı…

Şafakla beraber rahmet meleklerinin beyaz kanatları süzülür koğuşlara. Gündüz alimini muştular aydınlık. Yeni bir günü, yeni bir dirilişi…

Yer yer Yasin’ler yükselir Cuma gecelerinde alem-i ervaha. Yer yer hatimler, fatihalar uçar duvarlar ötesine.

Bazı bazı halaylar coşturur zindanı. Gönüller gibi dillerde de dolaşır tek ses:

Yusuf’un medresesi

Lalelerin bahçesi

Kur’an okur bülbüller

Seyrederler Firdevs’i

İnim inim sevda marşları inletir zindanı. Yankı yapar Yusufi sesler mavi semanın altında. Bir coşku, bir aşk, bir susamışlık yayılır duvarlardan.

Sonra sevinçler okunur ziyaret günlerinde sıla kokan gözlerde. Annelerin, babaların, eşlerin, çocukların dillerinde hasret yüklü sözcükler uçuşur. Söz, sükût eder. Çift camlar ve şahitlik eden duvarlar utancından eriyesi olur. Anneler, eşler gözü ve gönlü yaşlıyken, çocuklar mavi düşler yaşarlar: “Haydi eve gidelim baba! Eve ne zaman geleceksin?” masumiyet kokan deyişlerde.

İşte zindanın hikâyesi! Tohumun yeşerdiği toprak. Yusuf’a Mısır azizliğine kadar saadet yolunu gösteren yer. Yusufi Yunuslar için bir Hut, bir zikirhane; cevşenlerle, celcelutiyelerle… Zahirde karanlık, zulümat; batında aydınlık kokan nurlu mekân. Bir medrese, bir Hira.

Modern asrın inzivagahı, çağdaş dervişler diyarı… Ruhu fıtrata yakın kılan yer… Kalbi ve nefsi düşmanlarla soyut mücadele arenası… Musibetlere ve başa gelenlere karşı, sabır ve irfan mektebi… “Kadere iman eden, kederden emin olur”un muştugahı, sırgahı…

Bir eğitim, bir diriliş, bir uyanış, bir yeniden doğuş yuvası. Bilmeyene söylemek mi gerek: “MEDRESE-İ YUSUFİYE” kısacası…

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.