Cemal ÇINAR
ZİHİN DÜNYAMIZDA OKUMA
اقرأ…
İslam medeniyeti, temelleri okuma üzerine bina edilmiş bir medeniyettir. Yüce Allah’ın diğer tüm emirleri “oku” emrinden sonra gelir. İlk inen ayette okumanın, Allah adına olmasını beyan etmektedir. Tefsir usulünde evleviyet genel manada ehemmiyet manasında kabul edilir. Bu bağlamda Kur’an’ın ilk inen ayetinin okuma ile başlamasını bu manada anlamaya çalışacağız. Kur’an-ı Kerim indiği anda gerek Arabistan gerek dünyanın sair yerlerinde insan hakları açısından dünya ciddi bir sorun yaşıyordu. Başta kadınlar, yetim, yoksul ve imkanı olmayanların alabildiğine ezildiği bir zaman dilimi içinde mülkün sahibi olan yüce Allah’ın okumayı işin başına koymasının bizim zihin dünyamızda iyice tasavvur edildiği kanaatinde değilim.
Aslında İslam medeniyetinin ilk temelleri akide ve ahlaki kurallar üzerine bina edildiği halde okumanın öncelenmesi, gösteriyor ki, İman ve ahlakı bir topluma hakim etmenin yolu okumadan geçmektedir.
Bilginin daha çok hafızaya yüklendiği Mekke’de okuma yazma oranı düşük olsa da gerek Medine’de gerek Hristiyanlarda okuma oranı bir hayli yüksekti. Mesela Şam başı çekiyordu. Hatta Arap şiiri de yarışmalarda toplumun kültür külliyatında ciddi bir yer alıyordu. Okuma oranının çok düşük bir seviyede olduğu bir ortamda ilk inen ayetin “إقرأ” olarak okumayı öne alacağını kimse beklemezdi. Beşeri tasavvurumuza göre o kadar müdahale edilmesi gereken öncelikli konular vardı ki, bunun okuma olacağını kişi tahayyül bile edemez. Buradaki ince Hikmeti/espriyi anlamaya çalışacağız.
Biz bunu ilk inen ayetin okuma “اقرأ” emir sıgası ve müfret olarak gelmesinden anlıyoruz. Evet, yüce Allah’ın biz kullarına verilen tüm emirlerin okuma üzerine bina edilecek kadar okumanın dinimizde en öncelikli bir konu olduğunu bildirmektedir. İslam medeniyeti şahikasının merdivenlerinin ilk basamağı ilim ve okumaktan geçtiğini göstermektedir. İslam medeniyeti iki aşamadan oluşur; biri, kurulum aşaması diğeri de yayılma/davet aşaması. Kurulumu, belirgin ilkeler ile olmasını gerekli kılması kelimenin emirle gelmesi, yayılımı ise duygu ve tahayyüllere hakim olma ile mümkün kılar. Yani dava temel ilkelere bina edilir. Davet ve tebliğ ise, yumuşak ve gönül alıcı hikmetli duygusal sözlerle olur. Davetçinin muhatabı Firavun olsa dahi bu böyledir. Çünkü davetçi muhatap kitle ile dava arasına en ufak şahsi kaprislerini katmamalı.
Hatta kabul etmeyene “isyan ettim” manası verdirilmeyerek ona bir daha bir daha gitme kapısının kapatılmaması için çok duygusal ve muhatabın ruhi iç alemindeki duygularını iyi okuyup ona göre bir yaklaşım göstermeli.
Bir medeniyetin toplumsal destek alması için şüphesiz ki duygu ve algılar önemlidir. Tevhidin tüm devrelerinin başlangıcında, beşeri/tağuti sistemler algılarda daha etkin olmuştur. Fakat tevhidin ilkesel prensiplerle, istikrarlı davranma özelliği sonucunda tevhid galip olmuştur. Bundan dolayı ilk ayet emirle gelmiştir. İlk emrin müfred olması da sorumlulukların bireysel olduğunu göstermektedir.
Toplumsal heyecan ve kitleleri harekete getirecek ruhi iç alem, davanın topluma bakan yönü ile imandan sonra gelen önemli bir husustur. İddianızda haklı olabilirsiniz. Ama taşıdığınız fikir için toplumda bir aksiyon ve ruhi bir takım heyecan oluşturmuyorsa davayı yayamazsınız. Toplumsal heyecanı kim oluşturursa kitlenin dinamik gücünden o istifade eder.
Sûrenin sonunda her bir okuma kişiyi rabbine karşı “واسجد” kul, toplumda mütevaziliğe, “واقترب” ile O’na yaklaştırıcı olmasını gerektirmektedir. Bu muhteşem bir şey. Bunun için Hadisi şerifte: “ من ازداد علما ولم يزدد هدي لم يزد من الله الا بعدا” Kişinin artan ilmi hidayetini de artırmazsa, ancak Allah’tan uzaklaştırmasını artırır. Neticede; İslam medeniyeti okuma üzerine bina edilmiş bir medeniyettir. Bir okuma ki sahibini Rabbinin huzurunda secdeye vardırmalı ve varlıklara karşı mütevazı yapmalı. Her okuma Allah’a karşı bir yakınlık sebebi olmalı.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.