Zindan içimizde!

Mutsuzluğun arkeolojisi

Bilmiyorum, belki herkes öyledir, ben ısmarlama yazı yazamıyorum. Yani eğer konu ile ilgili bir maceram, bir ağrım, bir bayramım yoksa ne yapsam da beyhude.

Osmaniyeli bir arkadaşla aynı okulda görev yapıyoruz. İkimiz de ortamdan yakınıyoruz. Sonuç:

İkimiz de buradan tayin istedik ve ikimizin de tayini istediğimiz yerlere, memleketimize, çıktı. Aradan biraz zaman geçti, tabi bu arada telefonlaşıyoruz. Baktım ki arkadaş gittiği yerden de memnun değil. Benimki de pek öyle iyi değil. Bunun üzerine arkadaşa şu fıkrayı anlattım.

Temel bir gün Dursunlarda gece misafirliğine kalır. Geceleyin sıkışır. O zaman ki şartlarda evin dışına çıkması gerekir. Korkar, dışarı çıkmaz; odada bulduğu bir saksının toprağını biraz eşeler, def-i hacetten sonra da üstünü kapatır. Sabah olur, Temel gerekli ağırlamalardan sonra evine gider. Biraz sonra evin koktuğunu gören dursun, evin her tarafını yıkar, temizler ama koku yine berdevamdır. Dursun, herhalde koku evin kendisinden geliyordur diyerekten başka bir eve taşınır. Tabi, çiçek saksısını da beraberinde götürür. Fakat malum sebepten orda da koku berdevamdır. Bir iki ev daha değiştirir. Dursun, kokunun kesilmediğini, Temel'in de misafirlik gecesini hatırlayınca meseleyi anlar. Hemen telefona sarılıp “Ula Temel, çabuk söyle nereye yaptın.” der.

Fıkradan sonra Arkadaşa şunları söylemiştim: Ardından koştuğumuz mutluluk ilgili sorunumuz, bulunduğumuz yerlerden kaynaklanmıyor. Sorun bizim kendimizde. Bakın yerler değiştiği halde bir şey değişmiyor. Çünkü gittiğimiz yere saksımızla birlikte gidiyoruz. Korkarım biz kendimizi değiştirmedikçe ne kadar yer değiştirirsek de bir şey değişmeyecek.

Gerçek de böyle değil midir? Harici şeylerin değişmesiyle kendi huzur ülkesine şah olacağını sananların kaçı, harici sebep kalktığı halde muratlarına erdi. Bir zamanlar o harici şey çocukluğumuzdu, bir büyüsek diyorduk; bazen bu paradır, bir param olsa deriz. Deriz de bütün bunlar değiştiği halde o matlup ülkenin çok ama çok uzağında kalabiliyoruz. Demek sorun harici değil dâhilidir. Yani bizim zindanımız içimizde. Elhasıl, herhangi bir harici sorunla boğuşan şunu iyi bilmelidir ki gönlün hayal ve duygularını, vücudun azalarını ve aklın fikirlerini bahanelere kaçmadan ıslaha çalışmayanlar, yarın söz konusu problem kalksa da şikâyet mülkünde yaşamaya devam edecekler.

Dedik ki zindan içimizde. Bakın semavi fermanlar da hep bu meyanda: “Kendini temizleyenler muhakkak ki kurtulmuştur.” Kim kurtulmuştur, Medeniyetin şatafatını yaşayan mı, esaretten kurtulan ya da yârine kavuşan mı? Hiçbiri… Azalarını, gönlünü ve fikrini temizleyenler ki ayet “Men zekkaha” diye anıyor onları. İşte kurtuluşa erenler bunlardır. Kur'an bunlardır, diyor; rivayetler bunlardır, diyor; tecrübeler de bunlardır, diyor. Bu içsel temizliği yani hikâyemizdeki saksı temizliğini yapmadığımız müddetçe anımız zehirli, geleceğimiz de ölüdür. Çünkü gelecek anın kucağında büyür; anı olmayanın geleceği de yoktur.

Unutma! Ali Şeriati, yaşadığın yeri cennet yapmak için çalışmadığın sürece kaçtığın her yer de cehennem olacaktır, diyor. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.