Zülkarneyn (as) ve Hakka Dayalı Saltanat-2

Zülkarneyn (as) ve Hakka Dayalı Saltanat-2

Ehl-i tahkikin beyanına göre Zülkarneyn unvanının işaretiyle, Yemen padişahlarından Zülyezen gibi 'zü' kelimesiyle başlayan isimler bulunduğundan, bu Zülkarneyn (Kur'an-ı Kerim'de geçen) İskender-i Rumi değildir.

Allah'a hamd, Resul-i Zişan'a ve ondan önce gelen tüm Nebi ve Resullere de selam olsun. Geçen sayımızda Zülkarneyn Aleyhisselam ile ilgili kısmi bilgiler vermiştik. Kaldığımız yerden devam edeceğiz inşallah.

Bediüzzaman'ın konu ile ilgili görüşü şu şekildedir:

Ehl-i tahkikin beyanına göre Zülkarneyn unvanının işaretiyle, Yemen padişahlarından Zülyezen gibi 'zü' kelimesiyle başlayan isimler bulunduğundan, bu Zülkarneyn (Kur'an-ı Kerim'de geçen) İskender-i Rumi değildir. Belki Yemen padişahlarından birisidir ki, Hz. İbrahim zamanında yaşamış, Hz. Hızır'dan ders almıştır. İskender-i Rumi ise, milattan takriben üç yüz sene evvel yaşamış, Aristo'dan ders almıştır. Beşer tarihi muntazam surette üç bin seneye kadar gidiyor. Bu nakıs ve kısa tarih nazarı, Hz. İbrahim'in zamanından evvel doğru olarak hükmedemiyor. Ya hurafevari, ya münkirane veya gayet muhtasar gidiyor.

Bu Yemeni Zülkarneyn'in tefsirlerde eskiden beri İskender namıyla meşhur olmasının sebebi; Zülkarneyn'in bir isminin İskender olması -İskender-i Kebir ve Eski İskender'dirveyahut, Kur'an ayetlerinin zikrettiği cüzi hadiselerin bazı külli hadiselerin uçları olması cihetiyledir…

Zülkarneyn'in kim olduğu, ne zaman ve nerede yaşadığı, hangi sebepten dolayı bu isim ile anıldığı ihtilaflıdır. Onun hakkında sabit ve doğru olan bilgiler ise Kur'an-ı Kerim'de anlatılanlardır. Bizler için asıl ve faydalı olan da Kur'an-ı Kerim'in onun hakkında verdiği haberlerdir.

Üstad Seyyid Kutub, Kur'an-ı Kerim'e istinaden, onun hakkında şunları söyler:

“O, gücünü iyi işlerde ve yapıcı yönde kullanan hükümdarların güzel bir örneğidir. Yüce Allah (cc), ona yeryüzünde egemenlik vermiş ve sebeplere sarılma yoluna sevk etmiştir. O da yeryüzünün doğusuna ve batısına gitmiş, fakat zorbalık ve büyüklenme hatasına düşmemiştir. Gittiği her ülkede adaleti gerçekleştirmiş, güçsüzlere yardım ederek onları azgın düşmanlara karşı korumuştur. Karşılığında da hiçbir ücret almamıştır.”

Zülkarneyn kıssasının Kur'an-ı Kerim'de hikâye ediliş sebebi, Mekke'li müşriklerin Hz. Resulullah (as)'ı zor durumda bırakmak için onun hakkında soru sormalarıdır.

Bununla ilgili olarak Muhammed İbn-i İshak, İbn-i Abbas'a dayandırdığı rivayette şunları söyler:

Kureyşliler, Nadr b. Haris'i ve Ukbe b. Ebi Muayt'ı Medine'ye Yahudi hahamlarına göndererek şöyle dediler: “Onlara Muhammed'i ve onun niteliklerini anlatın. Çünkü Yahudiler kitap ehlinin ilkidirler. Peygamberlerle ilgili bizim sahip olmadığımız bilgilere sahiptirler…” İki müşrik yola çıkarak Medine'ye ulaştılar. Hahamlara, Allah Resulü (as)'nün niteliklerini ve sözlerini anlattıktan sonra, onunla ilgili bir takım sorular sordular. Dediler ki: “Şüphesiz siz kitap ehlisiniz. Biz size, bu arkadaşımız hakkında bir şeyler öğrenmek üzere geldik.” Bunun üzerine hahamlar şu karşılığı verdiler:

“Ona; size söyleyeceğimiz şu üç şeyi sorun. Eğer bu konularda size bilgi verirse kesin olarak bilin ki o, Allah tarafından gönderilmiş bir peygamberdir. Fakat cevap veremezse, yalancının tekidir. Bu durumda ona ne yapacağınızı siz bilirsiniz. Önce ilk çağlarda kaybolan gençlerin (Ashab-ı Kehf) durumundan sorun. Çünkü onların başına gelen şeyler gerçekten ilginçtir. Ardından dünyanın bütün doğusunu ve batısını gezmiş olan gezgin adamın (Zülkarneyn) kim olduğunu sorun. Üçüncü olarak da ruhun ne olduğunu sorun!”

Nadr ve Ukbe Mekke'ye dönerek Kureyşlilere şöyle dediler:

“Ey Kureyş topluluğu! Size, Muhammed  ile aranızdaki davayı çözüme kavuşturacak bilgilerle geldik.  Yahudi hahamları ona bazı  konuları sormamızı istediler.” Sonra da olayı anlattılar.  Ardından topluca Hz. Resulullah (as)'a giderek;

“Ey  Muhammed! Bize şu konularda bilgi ver” dediler ve konuları sıraladılar. Allah Resulü (as); “Sorduğunuz sorular konusunda size yarın açıklama yapacağım” diye buyurdu. Ancak bunu söylerken “inşallah” (Allah dilerse) dememişti. Gelenler dağılıp gittiler. Hz. Resulullah (as), on beş gece beklediği halde, Allah tarafından kendisine bir vahiy gelmedi. Cebrail de görünmedi. Mekkeliler şöyle demeye başladılar:

“Muhammed bize yarın diye söz verdi, oysa on beş gün geçtiği halde sorduğumuz sorulara bir cevap vermedi.” Bu durum, Allah Resulünü (as) çok üzdü. Tam bu sırada Cebrail (as) kendisine gelerek, Yahudilerin sorularına cevapları da içeren Kehf Suresini getirdi. İşte Zülkarneyn Aleyhisselamın kıssası da bu vesileyle Kur'an-ı Kerim'de anlatılmış oldu.

Mevdudi bu kıssa ile Mekkeli müşriklere şöyle bir ders verildiğinden bahseder: “Kur'anı Kerim, Ashab-ı Kehf ve Hızır (as)'ın kıssalarında olduğu gibi, Zülkarneyn kıssasında da Mekkeli müşriklere gerekli telkin ve nasihatlerden geri kalmamıştır. Şöyle ki; sözü edilen Zülkarneyn sadece bir hükümdar veya fatih değil, aynı zamanda tevhide ve ahirete inanan bir imparatordu. Adalet, hak, hukuk ve cömertliğe önem veren bir kişiydi. Burada Kur'an-ı Kerim Mekkeli kafirlere demek istiyor ki, böylesine heybetli bir hükümdar, alçak gönüllü ve Allah'tan korkan biriydi. Sizin gibi azıcık zenginlik ve iktidar ile başı dönen bir kişi değildi.

Zülkarneyn ile ilgili gerçek bilgilerin kaynağının ancak Kur'an-ı Kerim olduğunu daha önce belirtmiştik. Bu gerçeklerden biri ona Yüce Allah tarafından görkemli bir iktidar verilerek imkanlar bahşedilmesidir. Bu gerçeğe Kur'an-ı Kerim'de şöyle işaret edilir: “Gerçekten biz ona yeryüzünde sağlam bir iktidar verdik. Ve ona her şeyden bir yol (sebep) verdik.”[1]  Ancak o, bu iktidar ve geniş imkanlar sebebiyle şımarmamış, haddi aşmamıştır. Bilakis bunları ilahi ölçüler doğrultusunda kullanmış, hak ve adaletin ikamesine vesile yapmıştır. Aynı şekilde sebeplere tevessül etmesini bilmiş, vasıtalardan en münasip şekilde istifade ederek ilahi iradenin tahakkuku için çaba sarf etmiştir. Bir yandan sebeplere sarılırken öte taraftan tevekkülü elden bırakmamış, işlerinin neticesini Müsebbib'ül Esbab olan Allah'a bırakmıştır. Başarı ve muvaffakiyet için gerekli olan bütün ilahi kaidelere riayet ettikten sonra, Yüce Allah da ona yardım etmiş, yolunu açmış, gücüne güç katmış, zaferler, fetihler müyesser etmiştir.

Onun fetihler gerçekleştirerek dünyanın en batısına ve en doğusuna kadar ilerlediğini yine Kur'an-ı Kerim'den öğreniyoruz.

“Sonunda güneşin battığı yere kadar ulaştı. Onu kara çamurlu bir gözede batar halde buldu. Orada bir kavim gördü. Dedik ki: Ey Zülkarneyn, (istersen onları) azaba uğratırsın veya içlerinde güzelliği (geçerli ilke) edinirsin.”[2]

İleriki ayeti kerimelerden Zülkarneyn'in bu kavmi ve karşılaştığı diğer kavimleri ilahi ölçüler dahilindeki bir muameleye tabi tuttuğunu, olumlu tavır gösterenleri mükafatlandırdığını, uygunsuzca hareket edenleri ise hak ettikleri cezaya çarptırdığını anlıyoruz. Bu konuda sözü Şehid Seyyid Kutup'a bırakıyoruz:

Salih bir egemenliğin kanunu budur. Salih amel işleyen bir mü'min yöneticilerinin yanında saygınlık, kolaylaştırma ve iyi muamele görmelidir. Buna karşılık saldırgan zalimler cezalarını çekmelidirler. Bir toplum içinde iyi olan kişinin, yaptığı iyiliklerin karşılığını en güzel şekilde alması, saygın bir yere sahip olması, kolaylık ve yardım görmesi, zulmedenlerin ise bozgunculuklarının cezasını ve ihanetlerinin karşılığını bulması, toplumun gelişme ve ilerlemesinde önemli rol oynar. Ancak dengeler bozulduğu, bozguncu ve zalimlerin yöneticilerce iyi kabul gördüğü, önemli mevkilere yükseldiği; buna karşılık iyi davranışta bulunanların dışlandıkları ya da baskı altında tutuldukları bir durumda, yöneticilerin elindeki güç, bir kırbaca ve bozgunculuk aracına dönüşür. Toplum düzeni yerini anarşiye ve bozgunculuğa bırakır.

Allah'ın izniyle gelecek sayımızda devam ederiz. Allah'a emanet olunuz.

İnzar Dergisi

[1] Kehf S:84

[2] Kehf S:86

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.