12 Eylül darbesinin en büyük mağduru halk oldu

12 Eylül darbesinin en büyük mağduru halk oldu

12 Eylül 1980 darbesi ve öncesinde gelişen olayların üzerinden tam 35 yıl geçmesine rağmen o günleri yaşayan tanıklar hala yaşadıklarını unutmuş değil.

12 Eylül 1980 darbesi ve öncesinde yaşanan çatışmalı ortamında üzerinden tam 35 yıl geçti. Yaklaşık bir milyon 683 bin kişinin fişlendiği, 230 bin kişinin yargılandığı ve 517 kişiye idam cezasının verildiği o dönemde, en çok halk mağdur oldu. Bazı aşiretlerin de taraf olduğu çatışmalarda kimin kimi vurduğu belli olmazken köyleri basan insanlar, köylülerin mallarını ve hayvanlarını talan etti.

12 Eylül ve öncesinde yaşadıklarını İlke Haber Ajansı'na (İLKHA) anlatan o dönemin tanıkları, arada kalan mazlum halkın bir taraftan Apocular tarafından zorla nöbete götürüldüğünü öte taraftan olaylarla hiç ilgisi olmayan masum köylülerin mahkûmlar (Bucak aşiretine bağlı adamlara verilen isim) tarafından mallarına el konulduğunu aynı köylülerin yine askerler tarafından yakalanıp işkencelere maruz kaldığını ifade etti.

12 Eylül 1980 darbesini anlatan dönemin tanıklarından biri olan Hamit Gülebak (60), darbe öncesinde gelişen olayların okullarda başladığını söyledi.

O dönemde köylerde okul olmadığı için köy gençlerinin uzaklarda bulunan okullara gitmek zorunda kaldığını belirten Gülebak, “Aslında bu olaylar 1977’de başladı. O zaman gençlerimiz ortaokula ya da liseye gidiyorlardı. Bu gençler geri döndüklerinde ‘Biz bu ağalara karşıyız, zulme karşıyız, devrim yapacağız, ağaları ortadan kaldıracağız’ diyorlardı. Gençler, köyleri falan geziyorlardı. Tabi halk da o dönemde ağalardan çok çektiği için bu söylemler halka güzel geliyordu.” dedi.

Giderek büyüyen olayların ardından ortada kalan halkın büyük mağduriyetler yaşadığını belirten Gülebak, yaşanan çatışmalara rağmen o gün garibine giden bazı olayların olduğunu söyledi.

“Apocular, halkı zorla mezarlığa götürüyorlardı”

Çatışmalarda biri öldüğü zaman hem askerin hem de Apocuların silahlı olarak mezarlıkta yan yana durdukları halde birbirilerine karışmadığını ifade eden Gülebak, halkın yaşadığı mağduriyeti şöyle anlattı: “Biri öldüğü zaman Apocular, bizi silah zoruyla mezarlığa götürüyorlardı. Mezarlıkta bir tarafta devlet bir tarafta ise Apocular silahlarıyla duruyorlardı. Ama kimse kimseye karışmıyordu. Fakat halk mezarlıktan dağılıp evine giderken yolda arama bahanesiyle halkı tutukluyorlardı. Bizim orada Yem Sanayi denilen bir yer vardı tutuklananları orada topluyorlardı.”

Apocuların o dönemde sözde mahkemeler kurarak halkı kurduğu kendi mahkemelerinde yargılamaya zorladığını anlatan Gülebak, halkın da o dönemde bu mahkemelere gitmek zorunda kaldığını söyledi.

“Mehmet Celal Bucak’ın yaralandığı olaydan sonra Hilvan ve Siverek birbirine düşman oldu”

12 Eylül 1980 darbesine giden olayları daha da şiddetlendirip bazı aşiretlerin de çatışmalara dahil olmasına sebep olan Kırbaşı köyüne misafir gelen Bucak aşiretinin ileri gelenlerinden AP Şanlıurfa Milletvekili Mehmet Celal Bucak’ın yaralandığı olayı anlatan Gülebak, şöyle devam etti: “Siverekli Bucak aşiretinin önde gelen isimlerinden Mehmet Celal Bucak, Kırbaşı (Bazın) köyüne misafir olarak gelmişti. Apocular köyün etrafını sararak Mehmet Celal Bucak’ın teslim olmasını istedi. Sonra çatışmalar çıktı. Her iki taraftan da ölen insanlar oldu. Bu olay Hilvan ile Siverek arasında adeta bir kan davasına dönüştü. Hilvan ile Siverek arasına hayali sınırlar çizilmişti. Çaylarbaşı’ndan öte Siverek bu tarafı ise Hilvan’a ait idi. O olaydan sonra Hilvanlılar Siverek’e onlar da Hilvan’a gelemez oldular. Bucak aşireti o olaydan devletten taraf oldu ve sonra PKK ile çatışmaya başladı. O zaman Hilvan Apocuların, Siverek ise Bucakların sayılıyordu.”

Hilvan’a bağlı köylerin Apocu olduğu iddiasıyla mahkumlar (Bucak aşiretine bağlı adamlara Mahkûm deniliyordu) tarafından basılarak masum köylülerin mallarına el konulduğunu belirten Gülebak, Hilvan’a bağlı Çimdelli köyünde bine yakın bir sürünün çobanıyla birlikte alıkonulduğunu söyledi.

“Susuzluktan nezaretin tavanında biriken su damlalarını içiyorduk”

Apocular tarafından yakalanan üç mahkûmun Hilvan’a bağlı Kılıç köyüne yakın bir mağarada öldürülmesinin ardından askerin köye gelmesiyle çıkan çatışmada bir askerin ölmesinin ardından o bölgede bulunan tüm köylerin asker tarafından basıldığını söyleyen Gülebak, olaylardan habersiz masum köylülerin sebepsiz yere yakalanıp terörist muamelesine tabi tutulduğunu söyledi.

Gülebak, o gün yaşadıklarını şöyle anlattı: “Kılıçlı köyünde çıkan çatışmada bir asker ölünce asker çevre köyleri bastı hepimizi yakaladı. Tabi bizim hiçbir şeyden haberimiz yok. Bizi çatışmanın çıktığı köye götürdüler. Bizi köy meydanında çatışmaya girenlerin nerede olduklarını söylememiz için sıra dayağına çekip baş üstü tavana astılar. Sonra bizi yaklaşık 30 köylüyü Hilvan’da bulunan yaklaşık 4 metrekarelik küçük bir nezarete attılar. Oturacak yer olmadığı için hepimiz ayakta bekliyorduk. O küçük yerde 3 gün 3 gece kaldık. Üç gün boyunca tuvalete gidemedik. Tuvalet ihtiyacımızı odanın içinde gideriyorduk. Havasızlıktan nerdeyse ölecektik. Hem susamış hem de çok acıkmıştık. Hatta o kadar susamıştık ki ağzımızı açıp sıcak ve buhardan dolayı tavanda oluşan su damlalarının ağzımıza düşmesini bekliyorduk. İçimizde 12 yaşında küçük çocuklar bile vardı. O çocuklar açlıktan ağlıyorlardı.”

Bir taraftan Apocular, bir taraftan asker bir taraftan da mahkûmlar…

O günlerde en çok mağduriyeti halkın gördüğünün altını çizen Gülebak, arada kalan mazlum halkın bir taraftan Apocular tarafından zorla nöbete götürüldüğünü öte taraftan olaylarla hiç ilgisi olmayan masum köylülerin, mahkûmlar tarafından mallarına el konulduğunu aynı köylülerin askerler tarafından yakalanıp işkencelere maruz kaldığını ifade etti.

“Köylüler korkudan köylerini boşaltarak hayvanlarını sattı”

Siverek tarafından gelen mahkûmların köyleri basıp mallarına el koyma tehlikesine karşılık köylülerin eşyalarını ve hayvanlarını alıp köylerini terk ettiğini ifade eden Gülebak, şöyle devam etti: “Birçok köy korkudan bizim köye sığınıyordu. Öyle oldu ki köyde yatacak yer kalmadı. Baktık ki olmuyor her şeyimizi alıp ilçeye taşındık. Orada hayvanlarımızın hepsini sattık. Biz baktık ki durum iyi değil gençler olarak Mersin’e portakal toplamaya gittik. Fakat orada da aynı sorunlar vardı. Orada ücretler düşük diye işe gitmeyin diyorlardı falan. Sonra 1980’de darbe olunca hükümet devrildi Kenan Evren başa geçti. Olayların azalmasından sonra köyümüze geri döndük.” şeklinde konuştu.

“Hilvan’da kimin kimi öldürdüğü belli değildi”

1977’den 1980’e kadar Hilvan ilçesinde birçok karışıklığın yaşandığını ifade eden Haci Hamza Ayaz (60), o günleri şöyle anlattı: “ O dönemde kimliğim kaybolmuştu ama her yer kapalı olduğu için kimliksiz kalmıştım. Hilvan halkının çoğunu Yem Sanayisi denilen yere götürüp arama yapıyorlardı. Camiye gittiğimde polisler tarafından gözetleniyordum. Hilvan’da kimin kimi öldürdüğü belli değildi. Jandarma aracının içinde bilmediğimiz bir şahıs vardı ona mit deniliyordu, yüzü maskeli idi o kimi işaret ediyor idiyse polis ve Jandarma o kişiyi PKK’li diye alıp götürüyordu. Daha sonra Hilvan’da duramadık ve Adana’nın Ceyhan ilçesine işe gitmek zorunda kaldık.”

“Erkekler bir battaniye alarak kırsalda yatıyorlardı”

Haci Hamza Ayaz’ın eşi Adile Ayaz ise şunları ifade etti: “Bir gün evdeyken PKK’li olan bir kadın gelerek evdeki çocuklarımın nerede olduğunu sordu. Sonra akşam toplantı yapacaklarını bizim de gelip dinlememizi söyledi. Öte yandan akşam hiç kimse silah seslerinden dışarı çıkamıyordu. Tanıdığımız bir kişiyi çarşıda öldürdüler kimin öldürdüğünü bilmiyoruz cenazesini kimse gidip alamıyordu. Akşam olunca erkekler battaniyelerini alarak gidip kırsal alanlarda yatıyorlardı. Bazen sabah uyandığımızda avlumuzda mektup buluyorduk kim olduğunu bilmediğimiz kişiler gidip kendilerine katılmamızı istiyorlardı.”

“Çok sıkıntı çektik Allah o günleri bir daha göstermesin”

O günlerde olayların en çok yaşandığı köylerden biri olan Kılıçlı köyünde çobanlık yapan Kadir Mernez, yaşadıkları mağduriyeti şöyle anlattı: “ Bir tarafta kendilerine devrimci diyenler bir tarafta mahkûmlar vardı. Bunlar sürekli çatışıyorlardı. Asker her gün köyü basıyordu. Bizi köyün ortasına toplayıp işkence yapıyorlardı. Biz çobanlık yapıyorduk bizim kimseyle ilgimiz yoktu biz sadece rızkımızın peşindeydik. Bir gün asker köyü basınca herkes kaçtı bir tek benim 12 yaşındaki küçük oğlum kaldı onu falakaya yatırdılar. Merdivenin ayağını söküp onunla vurmaya başladılar. Oğlum da Türkçe bilmediği için Kürtçe ‘çemde çemde yani derede derede’ diyordu ama onlar anlamıyordu. Bir günden evimizde arama yaparken yataklarımızı devirmişlerdi. Evdeki bebeğimiz de yatakların altında kalmıştı. Eve gelene kadar az daha bebeğimiz boğulacaktı. Çok sıkıntı çektik Allah o günleri bir daha göstermesin.” (Osman Gülebak, Ramazan Şefkatli - İLKHA)








 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.