Ahmet DEMİR
Ah dostum, Ah!
Bu hasret hala seni öldürmediyse ya taş kalplisin ya da unuttun beni.
Unutulmanın ölüm olduğunun bilincinde olarak ölmemiş olmanı diliyorum. Bu satırları okuyorsan kıs kıs gülüyorsundur. Sıcak memleket havasında keyif çatarken hasrete güzelleme yaptığımı düşünerek kızgın da olabilirsin. Sesimi duyuramadığım, nefesini ısıtamadığım, sana koşamadığım, ben geldim, seni asla unutmadım demediğim için kırgın da olabilirsin. Olman da gerekiyor, her türlü serzenişi hak ediyorum. Ama unutmadım!
Nasıl unutabilirim ki? En kısa ayrılıklarımızda bile ne derin firak acısını yaşıyordum? Günde kaç kez sarılıyor, tokalaşıyorduk, kaç kez her gördüğümde gözlerim çakmak çakmak oluyordu? Kaç kez sensiz geçen dakikaların anlamsızlığını itiraf ediyordum kendime? Böylece seni unutacağımı düşünüyorsan çok fena yanılıyorsun, bilesin.
Ama bunları yazmak için oturmadım bilgisayarın başına. Seni ne kadar çok özlediğimi, her hatırladığımda yanaklarımdan akan tuzlu suyu paylaşmak değil niyetim. Gurbette memlekete ait konuştuğumuz hiçbir şeye meyledemiyorum. Hasbelkader dokunduğumda, tattığımda, gördüğümde boğazım düğüm düğüm oluyor. Senle “şöyle” diye başladığımız hiçbir şeye “öyle” diye başlamadım… ben memleketteyim. Ama hala senle gurbeti yaşıyorum. Hala gurbet ellerin acı tadı var damağımda. Hala gözümün önünde durduğu halde, boğaz manzarasına bakacağım anın hayalini kuruyorum. “aç gözlerini bak işte!” diyebilirsin. Açıyorum gözümü; ama sen yoksun yanımda ve ben hiçbir şey göremiyorum. Abartıyorum değil mi? Öyle olsun… seni ne çok sevdiğimi bilmiyorsun demek. Sensiz hiçbir şeyin bana lezzet bahşedemeyeceğini bilmesen de olur. Eğer buralarda iyi olduğumu düşünerek mutlu oluyorsan, var git öyle düşün ve mutlu ol, bu da kârdır.
Neyse ne anlatacaktım ben? Tamam hatırladım, senin acılarına biraz tuz ekeyim istedim. Çok komik değil mi? Bu ne perhiz bu ne sevgi gösterisi. Hemen acele etme, bir dinle, belki hak verirsin.
Evet, seninle hayal kurduğumuz cennet yok artık. Eğer cennetini hala duygularda ve gözlerin ışığında arıyorsan maalesef yok! Nerden çıktı şimdi bu deme, anlatayım. Senin hasretini bana unutturacak bir cennet esintisi aradım buralarda, çalmadığım kapı kalmadı, ama yok!
Dünyanın ne büyük kirletici olduğunu ve sızmayacağı bir yer olmadığını görmek çok acı verici. Kendimi o kadar çok kötü hissediyorum ki, anlatamam. Bunu hayal etmemiştim. Biz yeryüzünde dolaşırken ayaklarımıza cennet dolanırdı. Birbirimize bakarken güneşi görür, gözlerimiz değil kalplerimiz kamaşırdı. Ellerimiz ceplerimizde değil, sözlerimizle ısınırdı. Aramızdaki iki adımlık kilometreler icat ettik, görsen inanmazsın.
Dostum biraz da ondandır sana olan hasretim. Evet, itiraf ediyorum, ben üşüyorum. Omzunda gözyaşlarımı gizlice dökeceğim, sırtımı yaslayacağım, kalbimi teslim edeceğim kimseyi bulamıyorum. Ve dostum sen buralara gelsen ve buralara benzesen diye ödüm patlıyor. Senin o hicret diyarında vuslat özlemiyle beslediğin, koruduğun, geliştirdiğin kardeşlik güneşi bu kavurucu zemheride küle dönmesinden, karaya çalmasından, şeklini kaybetmesinden, deforme olmasından, ucubeye dönüşmesinden korkuyorum.
Dostum, hayallerini küçültebileceğin kadar küçült. Beklentilerini aşağıya çekebileceğin kadar çek. Umutlarını erteleyebildiğin kadar, gerekirse ta kıyamete kadar ertele. Sonra hayal kırıklığı yaşama, kırılma, umudunu yitirme…
Dostum, bu kirli dünyamızı ancak masum sevgiler temizleyebilir. Karşılıksız ve ölümüne olanlar, beklentisiz olanlar, hani 90'larda yetiştirdiklerimiz vardı ya, ondan… hata yapınca utanan, kırınca kahrolan, dökünce eli ayağına dolanan… ama dünya yıkılsa yıkılmayan.
Dostum seni çok özledim ve bu hasretimin vuslat ateşiyle küle dönmesinden ölesiye korkuyorum…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.