Hüseyin SUDAN
Akılcılık ve akılsızılk arasında akıl
İslam düşüncesinin karşılaştığı en büyük sorunların başında akıl meselesi gelmektedir. Aklın İslam düşüncesindeki yeri, akıl ile Kur'an ve sünnet çeliştiğinde hangisinin esas alınacağı konusu sahabe döneminden günümüze kadar sürekli tartışılmış ve bu konuda iki yanlış ve bir doğru yaklaşım ortaya çıkmıştır.
Yanlış yaklaşımlardan biri; ifrata kaçıp akla gereğinden fazla görev yükleyerek aklı esas almış, şeriatı ise ona tabi kılmıştır. Aklın şeriat ile çeliştiği konularda aklı önceleyip şeriatı akla göre yorumlamıştır. Ancak bu yaklaşım aklın ne olduğunu hangi ölçülere dayandığını net bir şekilde ortaya koyamadığı için İslam düşüncesini belirsiz bir aklın eline teslim ederek herkesin kendi aklına göre yorumlayacağı bir düşünce olmasının önünü açmış ve akılcılık adıyla İslam düşüncesindeki birçok gerçeği inkâr etmiştir. Bu yaklaşımı geçmişte Kadercilik akımı ve Mutezile mezhebi temsil etmişken günümüzde ise akılcılık adı altında bir fikir akımı olarak birçok savunucusu bulunmaktadır.
Diğer yaklaşım ise tefrite düşerek Allah'ın yarattığı aklı devre dışı bırakarak, akla hitap eden İslam düşüncesini akıldan uzak bir düşünce olarak sunmuştur. Bu yaklaşıma göre ayetler ve hadisler amaçlarından bağımsız bir şekilde yüzeysel olarak anlaşılmış, mecazi ifadelere hakiki anlamlar verilerek İslam düşüncesi ruhtan yoksun bir düşünceye dönüştürülmüştür. Geçmişte bu yaklaşımın temsilcileri insanın elinde hiçbir şey olmadığını savunarak kaderi yanlış yorumlayan Cebriyye akımı ve yüzeysel düşünen Zahirilik akımıdır. Günümüzde ise bu yaklaşım kimilerince Selefilik(!) kimilerince de Sufilik(!) adı altında savunulmaktadır.
Bu iki yaklaşım bir diğerinin oluşmasında etkili olmuş ve birbirini doğurmuştur. Yüzeysel yaklaşımın mantıksal cevap veremediği sorular akılcılığı tetiklemişken; buna karşılık akılcılığın inkârcı yaklaşımına karşı savunma yapmak adına yüzeysel yaklaşım aklın rolünü tamamen yok sayma yoluna gitmiştir.
Akıl konusunda doğru yaklaşım ise evvela akıldan kastın tam olarak belirlenmesiyle ortaya çıkacaktır. Akıldan kasıt kişinin kendi bilgileri, gördükleri ve kanaatleri ise elbette ki böyle bir aklın esas alınması akılcılık değil akılsızlıktır. Zira insanın kanaatleri zamana ve mekâna göre değişebilmektedir. Örneğin bin yıl önce birinin çok uzak bir mesafeyi kısa bir sürede kat ettiğini söylemesi akla aykırı görülmekteyken günümüzde bu durum gayet normal görülmektedir. Hüccetul-İslam İmam Gazali “İktisat” kitabında şöyle der: “Hiç rüya görmemiş birisinin rüya görenin anlattıklarına -akla uymuyor- diye inanmaması ne kadar yanlışsa; insanın sırf görmediği ve kavramadığı bir şeyi akla uymuyor diye inkâr etmesi de yanlıştır.”
Ancak akıldan kasıt ortak akıl denilen bütün akılların kabul ettiği temel gerçekler ise bu aklın İslam düşüncesi ile çelişmesi mümkün değildir. Zira her ikisinin de kaynağı Allah'tır. Ancak zahirde böyle bir çelişki görünüyorsa ya akılda veya o düşüncenin kaynağında sorun vardır. İmam Gazali bu konuda şöyle demiştir: “Kur'an ve Sünnette geçen aklın imkânsız gördüğü ifadelerde tevil(yorum) yapmak gerekir. Ancak Kur'an ve sünnette manası net ve kesin olan ifadelerin aklın kesin olarak kabul ettiği gerçeklerle çelişmesi mümkün değildir.” Üstat Bediuz-zaman Said-i Nursi ise Muhakemat kitabında şu veciz ifadeyle konuyu özetlemiştir: “Akıl ile Nakil(Kur'an ve Sünnet) tearuz etse(çelişirse) akıl esas alınır nakil ise tevil olunur(yorumlanır). Ancak akıl akıl olsa gerektir”.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.