Allah’ın Nimetlerinden Bir Nimet: Tababet
Hiç şüphe yok ki hepimiz “Eğer Allah'ın nimetlerini saymaya kalkışsanız sayamazsınız” (İbrahim-34) ayetine muhatabız. Nimetlerin çokluğunu sayamamamız bir tarafa, elimizdeki nimetleri görüp bunların şükrünü “yeterince” eda edememiş olabiliriz
Hiç şüphe yok ki hepimiz “Eğer Allah'ın nimetlerini saymaya kalkışsanız sayamazsınız” (İbrahim-34) ayetine muhatabız. Nimetlerin çokluğunu sayamamamız bir tarafa, elimizdeki nimetleri görüp bunların şükrünü “yeterince” eda edememiş olabiliriz. Zira nesillerdir anlatılan kıssaya binaen mizanda bir tek göz nimetinin beş yüz yıl ibadetten daha ağır basacağı mevzusu bizim de bu nimetlerin şükrünü “yeterince” yerine getiremeyeceğimiz aşikar kılmaktadr. Bu perspektifle baktığımız zaman şükrünü yeterince yerine getiremediğimiz bir nimetten daha bahsedelim, tababetten...
Bizler hasta olduğumuz vakit öylece acı içinde kıvranıp bir şeylerin kendiliğinden geçmesini bekleyen insanlar olabilirdik. Allah bize tıp nimetini bahşetmeyebilirdi. Düşünsenize kanser hastaları ağrıdan ne hale gelirdi? Bilen bilir, inanılmaz derecede ağrı çeker o hastalar, çoğu zaman ölümle burun burunadırlar. Bir de ağrılarının belli bir süre içerisinde minimal hale bile edilemeyeceğinizi düşünseniz dehşet verici bir tablo çıkar karşımıza. Elhamdülillah ki Allah bize ihtiyaç duyduğumuz, hastalandığımız zamanlarda yönelebileceğimiz, bir araç olarak kullanabileceğimiz “tıp” ilmini bahşetti. Genel çerçevede bakarsak istisnasız herkesin tıpla alakası vardır. Bir insan dağ köyünde ekonomiden bihaber olarak yaşayıp ölebilir ama aynı insan kışın onu tutan öksürük için bir şeyler yapmıştır, falanca otu kullanmıştır diyebiliriz. Hiçbir şey yapmasa dahi kışın hasta olmamak için sobanın kenarında durup kendini ısıtmıştır. Bu da öncü tıptır zaten. Bunun “koruyucu sağlık hizmeti” alanına girildiği de söylenebilir.
Bunun dışında Resulullah’ın hayatında da tıp önemli bir yer kaplamıştır. Misalen o dönemde Habeşistan’da tıp Araplara göre daha ileri bir seviyedeydi. Habeşistan’a hicret eden sahabeler dönüp geldikleri zaman Resulullah onlarla ara ara bir araya geldiği zaman sohbetin genel anlamda ana konusu “tababet” olurdu. Peygamber efendimiz bazen onlara tıbba ait bazı şeyler sorardı. Onlardan aldığı cevaplarla da eğer o şey isabetli ise “Evet, biz de bunu uygulayalım.” derdi. Eğer isabetsiz ise o manadaki tedaviyi ya da kullanılan ilaç neyse o ilacı değiştirirdi. Efendimiz bir gün karın ağrısı ile ilgili Esma binti Ümeys”e soru soruyor. Esma annemiz de Habeşistan’da bu işin tedavi yönteminin bir otla olduğunu söylüyor. Efendimiz o otu değiştiriyor. “Evet o ot şifadır ama biraz acıdır, hastaya sıkıntı verir. Onun yerine şöyle bir ot olsun” diyerek otu değiştirerek tedavi yöntemi sunuyor. Buradan şöyle bir şey de ortaya çıkıyor: Müslüman doktorlar siyerden kendi alanları ile ilgili bu hususu da örnek alabilirler. Hastalar için yazdığı ilaçları yan etkilerine, hastanın başka bir hastalığı varsa ve kullanması gerekiyorsa kontrendike olup olmaması hususuna dikkat ederek hastada mevcut kronik bir hastalık varsa buna göre yapabileceği en iyi tercihi yaparak ona göre ilaç seçebilmeliler. Dediğimiz gibi Resulullah’ın bu manada tıp ilmine karşı bir ilgisi var. O ilgisi de bazen farklı bir biçimde tezahür ediyor ve bugün hadis kitaplarımızı oluşturan “tıbbı nebevi” dediğimiz alanın inşasına da zemin oluşturuyor.
Allah-u Teala İbrahim suresi 7.ayette şöyle buyuruyor: “Şükrederseniz nimetimi arttırırım.” Peki ya bizler nimetler için ya da konumuz olan tababet için nasıl şükredeceğiz? Burada üstadın şu sözü hatıra geliyor. “Her nimetin şükrü kendi cinsindendir.” Bu hususa örnek verebileceğimiz ilk nimet de “iman” nimetidir. İman nimetinin şükrü de ibadet ve itaattir. Göz nimetinin şükrü, Allah için harama bakmamak, Allah’ın yarattığı, bakmamızın helal olduğu, güzel olan şeyleri temaşa edip tefekkür etmektir. Tababet için de durum böyledir yani tıbbı “haram” olarak literatürümüze girebilecek şeylerde kullanmamaktır. (Sağlık elemanlarına verilen ruhsatla karıştırmayalım lütfen). Mesela zaruret dışı kürtaj durumlarında... Bu durumda tabip de isteyen kişi de sorumludur. Bizim amacımız Allah’ın verdiği bu nimeti helal uygulamalarda kullanmak, tıp nimetinin bu ve benzeri kötü durumlarda kullanmak değildir. Acil ameliyata alınması gereken bir hastanın doktor tarafından “keyfi” olarak alınmaması doktorun başka işle uğraşması da buna örnek verilebilir.
Biz sağlık çalışanları olarak tıp fıkhına hâkim olup “haram” olan durumların farkına varıp bu alanın en güzel şekilde şükrünü eda edebiliriz. Tıp, Allah’ın nimetlerinden bir nimettir. Tabip, Allah’ın vesilelerinden bir vesiledir. Bu durumda özellikle sağlık alanında ihtisas yapan kardeşlerimiz bu nimete direkt muhataptırlar, Allah’ın sanatını direkt olarak müşahede ediyorlar. Bu minvalde bu nimetinin en çok şükrünü yerine getirmesi gereken grubun hastalığa müptela olanlar ve sağlık çalışanlarının olduğu kanaatindeyim. “Nimet-i ilahiye bir şükran ister ki devam etsin, ziyade olsun. Yoksa nimet şükrü görmezse gider.” Şükrü görmeyen nimetin gitmesinden de öte Allah bizleri beri kılsın ama elimizdeki nimetlerin nikmete dönüşme durumu da olabilir. Allah bizi muhafaza eylesin. Rabbim hem bu nimetinin hem de verdiği tüm nimetlerinin bilincinde olup şükrünü eda eden kullarından eylesin. Bildiğim, bilmediğim tüm kelimeler adedince Elhamdülillah...
Selam ve dua ile...
Şeyma Nur Karadağ
Kaynak:
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.