
Helal Mükâfat
Merv şehrinde Nûh adında bir adam vardı. Bu adam şehrin kadısı idi. Geçim düzeyi yüksek olup zengin bir kimse idi. Kendisinin oldukça güzel bir kızı vardı.
Merv şehrinde Nûh adında bir adam vardı. Bu adam şehrin kadısı idi. Geçim düzeyi yüksek olup zengin bir kimse idi. Kendisinin oldukça güzel bir kızı vardı. Şehrin ileri gelenleri onu istemişlerdi, fakat hiçbirisine evet diyememiş, kızını kiminle evlendireceğine karar verememişti. Kendi kendine, "Şayet kızımı filan kişi ye versem, filan kişi kızacak, filana versem, filan darılacak..." diye düşünüyordu.
Bu hâkimin Mübarek isminde hintli, takvâ sahibi bir kölesi/hizmetçisi vardı. Bir gün hizmetçisine:
"Benim filân yerde, meyveleri güzel bir bağım var; senin oraya gidip onu korumanı istiyorum!" dedi.
Hizmetçi de bahçeye giderek bekçilik yapmaya başladı. Aradan bir ay geçmişti ki, efendisi bahçeye gitti.
Zaten ara sıra gider ve meyvelerin nasıl olduğuna bakar-dı. Bir gelişinde ona:
"Ey Mübarek, bana bir üzüm salkımı getir!"dedi.
Mübarek, hemen bir üzüm salkımını koparıp getirdi ve efendisine uzattı; efendisi üzümü çok ekşi buldu. Ondan başka bir salkım koparıp getirmesini istedi; ancak o da ekşi çıktı. Bunun üzerine efendisi:
"Bağda bu kadar güzel ve tatlı üzüm varken neden bana doğru dürüst tatlı bir üzüm getirmiyorsun?" diye sordu. Mübarek:
"Efendim! Ben hangisinin tatlı hangisinin ekşi olduğunu bilmiyorum?" diye cevap verdi. Efendisi:
"Hayret!
Tam bir aydır buradasın da hangisinin tatlı hangisinin ekşi olduğunu bilmiyorsun musun?"
"Efendim, tadına bakmadığım için tatlı mı yoksa ekşi mi olduğunu bilemiyorum." dedi. Mübarek onları yemekle değil korumakla vazifeli olduğunu biliyordu. Efendisi:
"Peki, neden hiç yemedin?"
"Siz, sadece bana bağınızdaki meyveleri korumamı emrettiniz, yememi değil. Bu sebeple size ihanet edemezdim."
Bunları duyan kadı çok şaşırdı. Ayrıca onun bu hâline hayran kaldı. Çünkü böyle bir hâdiseyle ilk defa karşılaşmıştı.
Hizmetçisine dönerek:
"Allah celle celâlühû sendeki emâneti korusun!" diye duâ etti.
Kadı, kölenin çok akıllı birisi olduğunu anladı ve ona şöyle dedi:
"Ey genç! Senin bu hâlin çok hoşuma gitti; senin kölem olman hasebiyle bana itaât etmen gerekir!"
Hizmetçi:
"Önce Allah'a sonra size itaâtim sonsuzdur." diye karşılık verdi. Kadı:
"O halde iyi dinle! Benim oldukça güzel bir kızım var. Malı makamı yüksek pek çok kimse onu istiyor, fakat ben hangisiyle evlendireceğimi bilemiyorum. Bu hususta bana bir yol göster?"
Genç hizmetçi şöyle dedi:
"Efendim! Câhiliye dönemindeki kâfirler, evlenme şartları arasında asalet, nesep/soy, ev ve para ararlardı.
Yahudiler ve Hristiyanlar güzellik ve zarafeti tercih ederlerdi. Rasülullah sallallahü aleyhi ve sellem Efendimiz devrinde ise din ve takva üstünlüğü aranırdı. Zamanımızda ise insanların tercihi mal ve mülk olmuştur. İşte bu dört şıktan dilediğinizi seçiniz."
Bunun üzerine kadı:
"Ben din, takva ve emanet sahibi olanı tercih ediyorum ve seni kızımla evlendirmek istiyorum. Çünkü sende dine bağlılık, iyi hâl, emanet ve güvenilirlik gördüm. Senin iffeti ve emaneti korumaya ne kadar sahip çıkabileceğini imtihan ettim!"
"Efendim, ben basit bir Hintli köleyim; siz beni paranızla satın aldınız. Nasıl olur da beni kızınızla evlendirebilirsiniz? Hem kızınız benden razı olur mu?"
Kadı kararlı idi, şöyle dedi:
"O zaman kalk eve gidelim, bakalım sonuç ne olur?"
Eve varınca hanımına:
"Hanım, beni iyi dinle! Bu genç hizmetçimiz dindar ve takva sahibi birisidir. Ben onun hâlini ve istikametini çok beğendim. Onu kızımızla evlendirmek istiyorum, bu konuda sen ne dersin?"
Hanımı:
"Söz sizindir, fakat ben kızımızın yanına gidip bu konuda bilgi vereyim, daha sonra cevabını getiririm." dedi.
Kadın kızının yanına varıp babasının teklifini anlattı. Kız:
"Anneciğim, siz bana ne emrettiyseniz ben onu yaptım; sizin sözünüzden çıkmamaya gayret ettim. Bu konuda da size karşı gelmem; bilakis hoş karşılarım…"
Kızını ona verdi. Kocası kırk gün kızın yanına gitmedi. Kızın annesinin bundan haberi olunca kadıya şikâyet edip:
"Böyle saliha bir kızı kölene verdin de henüz yüzüne bile bakmadı! Senin bu yaptığın nedir?" dedi. Kadı, kölesi Mübarek'e:
"Ey Mübarek! Sen benim çocuğuma naz mı ediyorsun da yanına gitmiyorsun?" dedi. Mübarek cevabında:
"Ey Müslümanların kadısı… Ben sizin kerimenize nasıl naz ederim de yaklaşmam, ama siz kadı (hâkim) olduğunuz için korktum ki, bu kız sizin evinizde iken belki şüpheli bir şey yemiştir. Ben ise lokmalarıma çok ihtiyât ediyorum ve ona helâl yemek yediriyorum. Vücudunun, kanının (haram gıdadan) tamamen temiz olmasını istiyorum. Allahü Teâlâ bize bir çocuk ihsân ederse, onun sâlih ve iyi olmasına çalışıyorum..." dedi.
Kırk gün tamam olunca hanımının yanına yaklaştı. O, lokmalarında bu kadar ihtiyâtlı olunca Cenâb-ı Hakk da ona Abdullah bin Mübarek gibi bir oğul verdi.
Abdullah bin Mübarek rahmetullâhi aleyh, dört şeyde dünyada eşsiz idi:
1. Zamanında bütün dünyada onun gibi bir âlim yoktu.
2. Hilmi (güzel ahlâkı) eşsizdi.
3. Şecaati, yiğitliği eşsizdi.
4. Cömertliği eşsizdi.
Bu dört şeyde zamanında hiç kimse onunla eşit değildi.
İşte bu kimse, İslâm âleminde Abdullah b. Mübarek rahmetullahi aleyh diye bilinen; ilim, zühd ve takva sahibi, büyük hadis ravisi, meşhur alimdir. Dünya devam ettikçe, insanlar ondan ilim ve hadîs nâkledeceklerdir.
(Evliya Menkıbelerinden)
Kaynak:
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.