Yusuf AZAD
Ankara'daki irade
Belki yazacaklarımızın bir kısmı tekrar olacak ama bu sorun bu haliyle yürüdüğü/yürütüldüğü sürece gerekirse yüz seksen kere tekrar etmekten bıkmayacağız ta ki ve umulur ki birileri bu gerçeğe uyanır.
Geçenlerde Müfit Yüksel Twitter hesabında “Ankara'da bir irade tüm Kürtleri PKK saflarına zorla itmeye kararlıysa bunu bilelim. Böyle bir iradenin kararına karşı ölümüne direniriz” şeklinde çok net ve keskin bir çıkış yaptı. Hem Kürt hakları hakkındaki hassasiyeti, hem entellektüel birikimi, hem ümmetçi bakışı, hem Ankara'yı yakinen biliyor olması ve hem de duygularıma tercüman olması açısından bu tespitini oldukça önemli buluyorum.
Konjonktürü ve Müfit Yüksel'in tespitini üst üste koyduğumuzda bundan önce de defalarca söylediğimiz yalın bir gerçek ortaya çıkıyor. Bir şeyler ters gidiyor. Bir türlü doğru bir mecraya evrilmedi hükümetin Kürd politikası. Kürd meselesinin kıyısından köşesinden geçtiği zamanların bizde uyandırdığı heyecanlarla hep avunduk, ümitlendik. “Kıyısına” dokunmanın hatırı kaldı hep bizde.
Doğrusu Müfit Yüksel'in bahsettiği Ankara'daki bu “irade” nedir, kimdir bilmiyoruz. Ama şunu öteden beri hükümete hep haykıradurduk. Uygulamalarınız ama bilinçli ama bilinçsiz hep PKK'yi büyüten cinstendir. Çözüm sürecinden önce de böyleydi, çözüm sürecinde de böyleydi, şimdiki savaş halinde de böyledir. Hep zahiren çok tatlı ama içildiğinde zehirleyen stratejiler izleniyor.
2003'te Kürt oylarının % 20 sini alan bir HDP ile dağda bile eylem yeteneği iyice zayıflayan bir PKK ile teslim aldı hükumeti Ak Parti. Şimdi ise alenen bir PKK devleti kurmaktan bahseden ve % 60-70'lerde Kürt oyu alan bir HDP ve devletle şehir ortasında savaşan, devlet güçlerini öyle veya böyle içeri sokmayan bir PKK var ortada hükumetin başarı hanesine yazılacak! “PKK Kürdü” ve “PKK Kürdistanı” olmak istemeyen Kürtler ise hem PKK tarafından hem de devlet/hükümet tarafından hep ötekileştirildiler, ötelendiler, yok sayıldılar.
Şimdilerde de devletin/hükümetin ve dolayısıyla yakın medyanın dili, bildiğimiz 90'lı yılların diline evriliyor. Hiç gerek yokken “Türk Milleti”ne, “Türk'ün gücü”ne o kadar çok vurgu var ki; gına geliyor. Yine Diyarbakır'ın sokaklarındaki uzadıkça uzayan öylesi askeri güvenlik bariyerleri var ki tam bir işgal havasına büründürülen… Muhasaraya alınmış birkaç mahalle gece gündüz top atışına tutuluyor binlerce güvenlik elemanı ile. Üstelik hiçbir sonuç alınamadan. ”Sivil kayıpların yaşanmaması adına” izahında bulunuluyor. İyi de top atışını kime nasıl izah edersiniz.
Medyaya yansıyan harabe, yıkık sokak görüntüleri ise hiçbir şekilde sivilleri koruma kanaati oluşturmuyor izleyenlerde. Eğer bu durum aylarca sürecekse; HDP-PKK'yi halk nezdinde büyütecekse; kime ne faydası olur bu “sivilleri muhafaza” operasyonu.
Artık bunca bilinçli-bilinçsiz kötü stratejilerine karşın, geçmişteki yanlışlıklarının hesabını ödemeyen ve aynı aktörlerle yola devam eden devlet/hükümetten hesap sorma sırası bizde. Anayasa müzakerelerinde meclis başkanı, özyönetim adı altında “PKK devleti” kurma hesabı yapan HDP'yi eşit sayıda üye ile masaya çağırıyor. Ama HDP/PKK gibi düşünmeyen Kürt'lerin adı bile geçmiyor bu eşit ve ortak yaşama alanını belirleme çabasında. Şimdi soruyorum size. Siz Kürt olsanız kime gidersiniz ya da kimin kucağına itilmiş olursunuz bu durumda.
Marifet, “Türk'ün gücü” edebiyatı yapmak, mahallede eline silah verilmiş bilinçsiz Kürd gençlere karşı yine “vatanperver” emniyet güçleriyle aylarca savaşmak değildir ağababaları masaya çağırdığı halde. Yanı sıra işgal edilmiş bir yeri geri alma mantığıyla göndere istiklal marşı eşliğinde bayrak çekerek hamaset yapma fiilinde de, Kürd'e hitap eden ve PKK'ye zarar veren bir tek figür yoktur. Hele hele Meclis Başkanı'nın bu şartlarda Kürtler adına sadece HDP'yi anayasa müzâkerelerine çağırması düpedüz Kürt'lere ihanettir ve “yanıldık/aldatıldık” diye izah edilen önceki yanlışlardan hiçbir farkı olmaz ve farklı bir sonuç da alınamaz bu tutumunuzdan ey Ankara'daki “irade”.
Daha da ötesi son zamanlarda iyiden iyiye Kürd sorunu yoktur demeye başladı sayın Cumhurbaşkanı. Konjonktür mü, dış politika mı ya da bilmediğimiz başkaca iç-dış sıkışmışlıklar mı bunu söyleten bilmiyoruz.
Kanaatimizce bütün bunlardan çıkarılacak bir tek ders var. Ya Kürd'lerin bütün haklarını verme iradesini hiçbir şarta bağlı olmaksızın ortaya koyar ve özellikle sizinle savaşmayan Kürd'leri de önemli aktör olarak masaya alır, ortak bir anayasa yaparsınız ya da geriye kalan “PKK Kürd'ü” olmamış Kürd'leri de PKK/HDP'nin kucağına itmiş olursunuz. Sadece savaşan örgüt ve destekçisi partileri muhatap alarak aslında savaşı da hak alınabilen tek yol olarak meşrulaştırmış oluyorsunuz. Savaş, sonuç alınabilecek ve muhatap olunabilecek tek yol ise savaşmayan mûtedil Kürd'lere söyleyecek etkili ve anlamlı ne sözümüz kalır ki.
Öcalan'ın meşhur bir sözü vardı; “PKK'ye dokunan yanar gider”. Bundan mı dokunulmuyor bilinmez…
Ama bildiğimiz bir şey var ki; aslında Müfit Bey sadece bir varsayımı ortaya koymuyor. Bizim de paylaştığımız, kuvvetli emareleri olan bir kanaati ortaya koyuyor. Müfit Bey Kürt'leri PKK'nin kucağına iten Ankara'daki “irade” ile ölümüne savaşırız diyor. Evet, biz de Müfit Yüksel'e katılıyor; makul ve meşru yollarla bunlarla sonuna kadar savaşılması gerektiğini savunuyoruz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.