Selahaddin YILDIRIM
İstikbalimiz uhuvvet ve ittifaktadır
ABD Afganistan ve Irak'ı işgal ettiğinde asıl amacın İslâm coğrafyasının siyasi haritasını değiştirmek olduğunu kaç kişi biliyordu? Aradan yıllar geçmesine rağmen hâlâ bu sinsi oyunu fark etmeyenler var maalesef. Önce Afganistan, sonra Irak ABD tarafından işgal edildi. Bu her iki Müslüman ülkede tarihin en büyük yıkımları gerçekleştirildi. Müslümanların namus ve onurları çiğnendi. Korkunç işkenceler icra edildi. Amansız silahlar kullanılarak soykırımlar işlendi. On beş yıldan beri süren bu savaş sürecinde yaklaşık üç milyon Müslüman katledildi. Bu ülkelerin alt yapıları yerle bir edildi. Tarihi, kültürel varlıkları talan edildi.
Bütün bunlar yetmedi; peşinden Suriye, Mısır, Libya ve Yemen istikrarsızlaştırıldı. Etnik ve mezhebi farklılıklar kaşınmak suretiyle bir ortaçağ Avrupası ihdas etme senaryoları sahneye kondu. Şimdi iş bununla da sınırlı bırakılmıyor. Bölgenin ‘devlet' denilebilecek İran, Türkiye ve Suudi Arabistan gibi ülkelerin istikrarsızlaştırılması, buralarda da bir yıkım projesinin icrası hedefleniyor. Şii-Sünni kamplaşması adı altında bütün bir bölgenin parçalanması ve Suriyeleştirilmesi amaçlanıyor.
Evet, Afganistan'ın işgalinden günümüze kadar devam eden ve daha ne kadar süreceği meçhul olan süreci adlandırmak gerekirse, bunu ‘yeni haçlı seferleri' diye adlandırmak en doğrusu olsa gerek. Zaten saldırıyı başlatan dönemin ABD Başkanı George Bush da bunun bir ‘haçlı seferi' olduğunu söylememiş miydi?
Haçlılar sürdürdükleri savaşta önemli stratejik değişiklikler de yaptılar. Savaşın adı, George Bush'un koyduğu gibi ‘haçlı' olarak devam etmedi. Bunun bazı sakıncalarının olabileceği düşünüldü. Ardından; Afganistan ve Irak'taki direk müdahalelerin pahalıya mal olduğunu gören haçlılar bu konuda da taktik değişikliği yaptılar.
Öncelikle savaşın adının ‘ haçlı' olarak kalması Müslümanları bir araya getirme tehlikesi taşıdığı için bu isimlendirme uygun görülmedi. Bunun yerine daha makul ve inandırıcı olabilecek ‘terörle mücadele' adı münasip görüldü. Oltanın ucuna takılan yem misali bu isimlendirme hemen herkes tarafından genel bir kabul gördü. İsim değişikliğiyle beraber savaş yöntemi de temelden değişti. Buna göre acil ve çok lüzumlu olmadığı sürece, haçlı askerleri savaşa bizzat katılmayacaktı; çünkü kendi kamuoyları çocuklarının ölmesini istemiyordu. Bunun yerine Müslüman toplumun arasındaki ihtilaflar körüklenecek, çıkarılacak karışıklıklarla ülkeler içeriden, içeridekilerin elleriyle yıkılacaktı. Buna şimdilik vekâleten savaş deniyor artık.
Neo haçlılar, tarihte benzeri nadir rastlanan bu yeni yöntemle binayı uzaktan kumandalı olarak yıkma yolunu seçtiler. Öyle ya, teknolojide devreye giren uzaktan kumanda sistemi, siyaset ve savaşta neden kullanılmasın? Böyle bir ortamın oluşturulması ise o kadar zor olmadı. Despot yönetimlerin bazısı diğerleriyle, diğer bazısı ise kendi halklarıyla karşı karşıya getirilerek maksadın hâsıl olması sağlandı. Haçlılar, keşfettikleri etnik ve mezhebi ayrımcılık malzemesini hiç sıkıntı duymadan kullanmaya başladılar ve bu yol ile gayet iyi sonuçlar elde ettiler. Eline silah tutuşturulan cahil Müslümanlar, cihad(!) ediyorum zannıyla memleketlerini harabeye çevirdiler.
Yıllardır akıtılan kardeş kanının nerede duracağını bilen yok. Petrolden elde edilen paranın çoğu silah satın alma yoluyla haçlının cebine geri dönüyor. Beşinci yılını dolduracak olan Suriye iç savaşı tam bir yıkım oldu. Devlet diye bir şey kalmadı. Nüfusun yarısından fazlası, yerinden yurdundan göçmüş durumda. Doğrusu artık Irak ve Suriye diye bir ülkeden söz etmek mümkün değil. Bu her iki ülke fiilen üçe bölünmüş durumda. Önümüzdeki birkaç yıl içinde güdümlü bir kadronun öncülüğünde resmen tanınmaları da ellerine tutuşturulacak. Etnik ve mezhep eksenli bu yeni devletçiklere verilecek ilk ödevi ise birbirleriyle savaşmak olacaktır. Bu şekilde emperyalizm bir yüzyıl daha bölge üzerindeki hegemonyasını sürdürmeyi tasarlıyor.
Türkiye'yi istikrarsızlaştırma süreci de hız kazandı. İçeride PKK ve DAİŞ'in süren saldırıları yıllardır korunan siyasi ve ekonomik istikrarı yok etmeyi hedefliyor. Bir yandan savaşı şehirlere taşıyan PKK, diğer yandan büyük şehirlerin kalbinde sivilleri katleden DAİŞ'e karşı Türkiye ne kadar dayanabilecek? ‘israil dostumuz' diyecek kadar sıkışan Ak Parti iktidarı bu işin üstesinden nasıl gelecek?
Gerek Türkiye, gerekse bütün bir bölgede çözümün adresi tektir. Bu çözüm İslâm kardeşliğidir. Artık bu hakikati en yüksek perdeden haykırmak gerekir. Ve ‘çözüm' sanılan diğer her şeyin aslında sorunun bizzat kendisi olduğu görülmelidir. Ne ırkçılık, ne mezhepçilik ne de batıya kölelik bizi kurtaramaz.
Sivil kurum ve kuruluşların, Suriyeleşmek istemeyen her aklı başında insanın bu gidişata dur demek için elinden geleni yapması lazım. Yarın çok geç olabilir çünkü.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.