Şehzade DEMİR
Arakan, Emperyal politikaların kurbanıdır
25 Ağustos'tan beri Arakan'lı müslümanlardan şimdiye kadar 4 bin'den fazla kişi malum olduğu gibi vahşice, barbarca katledildi. 60'tan fazla köyleri saldırılara maruz kalarak yakılıp yıkıldı. Arakan coğrafyasının göğünü ateş ve duman ile beraber feryat ve figanlar dolduruyor şimdi. Son bir haftanın bilançosu böyledir. Ancak malum, sorun yeni değildir.
2012 yılından beri ümmetin kanayan yaralarından biri olan Arakan, vahşetin tavan yaptığı bir noktaya gelmiş maalesef. Bu son nokta, elbette ki ümmetin parçalanmışlığı, dağınıklığı ve Suriye üzerinden aldığı onanmaz yaralar ile yakın ilişkilidir.
Arakan meselesini enine boyuna araştırdığımızda, ümmet coğrafyasında daha önce defalarca tekrarlanan senaryonun aynısının tekrarlandığını acıyla müşahade ediyoruz. Emperyalizmin çıkarlarının taşeronluğunu budist çeteler üstlenirken, faturasını müslümanlar hem canlarıyla, hem de vatanlarıyla ödemek zorunda bırakılıyor.
Arakan'da zengin enerji kaynaklarının bulunması, Çin ve ABD rekabetinin, ikisi arasındaki stratejik savaşın ana nedenidir. Çin, biri gaz, diğeri petrol olmak üzere iki boru hattını oradan geçirince ABD eğemenliğinde bulunan Malakka boğazını pas geçmiş oldu. Bundan sonra ABD, Çin'i kuşatma, etkinliğini azaltma ve özellikle de Asya'nın merkezine yerleşme amacıyla Myanmar'a çöktü.
Bunun temeli daha 1942'de atılmıştı zaten. Japonlara karşı Arakan'ı kahramanca kurtaran müslümanlar, o zaman Bangladeş yerine budist olan Burma'ya bağlanmış, bir gün yeşertilmek üzere fitnenin tohumları, ta o zamandan toprağa ekilmişti. 2012'den beri ABD, sözde insani amaçlı faaliyet yürüten sayısız STK kurdurdu orada. Ve malum olduğu üzere, ABD'nin insani faaliyetlerinin başladığı 2012'den beri de müslümanlar katledilmeye başladı.
Her zaman olduğu gibi Amerika, yine yerli unsurlardan mükemmel bir taşeron buldu. Müslümanları katliamlardan geçirerek ülkeden kovma karşılığında o toprakların mülkiyetini vaat ederek budistleri birer canavara dönüştürdü. İşin içerisinde ideolojik kin ve ihtiras da olunca, bu gün sadece seyretmekle yetindiğimiz korkunç manzaralar oluştu. 2012 yılından beri 1 milyon 300 bin Rohingyalı nüfus, 800 bin'e düştü. 100 bin müslüman katledildi. 400 bini de Bangladeş, Hindistan, Tayland ve Malezya'ya sığındı. Kaçmak zorunda kalan müslümanlara ait 2 milyon hektar toprağa budistler el koydular.
Bunun ötesinde Rohingyalı müslümanların zaten öncesinden; insani hiç bir hakları yoktu. Ticaret etmeleri, seyahat etmeleri, mülk edinme, fabrika ve ticaret mekanları kurmaları yasaktı. Vatandaşlık haklarından tamamen yoksun olarak bu güne kadar yaşadılar. Şimdi artık bu hal bile çok görülmektedir.
Bu durum elbette kabul edilemeyecek, tahammül edilemeyecek bir durumdur ümmet için. Kaçmak zorunda kalan müslümanlara insani olarak yardım etmek, sığınma imkanı oluşturmak, Bangladeş'i onları kabul etmeye ikna etmek belki kısa vadede geçici bir çözüm olabilir.
Ancak asıl yapılması gereken şey: onlara kendi toprakları dışında bir yerlerde sığınma veya yaşama ortamları oluşturmak değildir. Endülüs vakasının benzeri bir durumun tekrar yaşanmasına müsaade edilmemelidir. Rohingyalı müslümanlar, kendi topraklarında, herkes gibi özgürce, zulüm ve katliamlara maruz bırakılmadan, her türlü insani hakları ile beraber yaşamlarını sürdürebilmelidirler.
Vatanları dışında bir yerlerde onlara güvenli yaşam alanları oluşturmak, ümmetin acizliğidir. Muhacerette bunun oluşturulması da mümkün değildir. İslam ümmeti, onları kendi topraklarında koruyabilmelidir. Bunun için Myanmar ve budist çeteler üzerinde uluslar arası her türlü caydırıcı etkin baskı oluşturulabilmelidir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.