Babu`ş-Şems, Yeni Bir Umut Kapısı

Babu`ş-Şems, Yeni Bir Umut Kapısı

Filistinli gençlerin, Siyonist işgal rejiminin "E1" diye anılan bölgede Filistinlilere ait toprakları gasp ederek Siyonist gaspçılar için yerleşke inşa etme projesine karşı bölgede kurdukları çadır köyü işgale karşı halk direnişinin yeni bir boyutudur.

Batı Yaka’nın Bel’in, Na’lin, El-Ma’sara, Nebi Salih ve diğer köylerinde işgale ve Filistin toprakları üzerinde kurulan yerleşkelere karşı sürdürülen halk direnişi ile Filistinlilerin Siyonist gaspçıların ürettiği ürünleri boykot etmede Rami Levy marketlerinde olduğu gibi önemli bir noktaya gelmesinden sonra meydana gelen Babu’ş-Şems köyü olayları var olan durumun sonsuza kadar böyle devam etmeyeceğinin ve yeni bir halk intifadasının kapıda olduğunun işareti olduğunu gösterdi.

Siyonist hükümet üyeleriyle işgal ordusunun üst kademelerinde görev yapan komutanlar yeni bir halk intifadasının yakın değil, fiilen başladığını söylüyorlar.

Onlara göre, işaretleri ortaya çıkan intifada, barış süreci harekete geçirilmezse mutlaka patlak verecektir. Şimon Peres, Ehud Olmert, Şaul Mofaz, Tzipi Livni ve diğer Siyonist liderlerin barış görüşmelerine yeniden ve hemen başlanmasını istemeleri bu korkunun bir sonucu olsa gerek. Siyonist liderler, işgal yönetiminin uluslararası sahada daha da yalnızlaşmadan ve bu rejimin son dönemde kazandıklarını yok edecek bir halk intifadası daha başlamadan barış sürecinin başlatılmasını istiyorlar. Filistin halkına felaket getiren Oslo Anlaşmasının aynen devam etmesini, bu anlaşmanın sonucu olarak Filistin tarafının tek taraflı sorumluluklarını yerine getirmeye devam etmesini, kendileri için altın yumurtlayan tavuk mesabesindeki Filistin’deki iç bölünmenin bu şekilde sürmesini çok arzuluyor ve durumun bu şekilde kalması için de çabalarını gizlemiyorlar.

Babu’ş-Şems’de çadır köyünün kurulması, son yıllarda işgale karşı yapılan direniş seçeneklerinden biridir. Bu, işgale, yerleşime ve kuşatmaya karşı Filistin halkının gösterdiği direnişin önemli ve yeni bir halkasıdır. Bu olay, yıllardır işgale maruz kalan bu halkın yapacağı daha başka şeylerin olduğunu da gösteriyor. İrade varsa aslında yapılacak şeyler de olacaktır. Toprağını işgal eden Küresel Siyonizm’e karşı yıllardır direnen Filistin halkı her 10-15 yılda bir kez intifada başlatmıştır. Bu intifadalar bir kez daha toprakla köklü bağını, varlık hakkını koruma ve savunma noktasındaki kararlılığını, bedeli ne olursa olsun işgalciyi kovmak için direnişe devam edeceğini gösterdi.

Yeni bir intifadadan ve bunun işaretlerinden bahsederken akla bir soru geliyor. Bütün bu fedakarlıklara, bedellere, intifada ve devrimlere rağmen Filistin halkı neden nihai zaferi kazanmıyor?

Filistin halkının şartların zafere müsait olduğunu düşünmesi halinde daha önceki intifada ve devrimlerden daha büyük, daha kapsamlı ve köklü bir intifada başlatacağından kuşku yoktur.

O zaman daha önceki intifalar gibi yeni bir intifadayı geciktiren veya engelleyen nedir?

Asıl nedenin Filistin halkının enerjisini tüketen, imkanlarını ve kazanımlarını sıfırlayan iç bölünme olduğunu düşünüyoruz. Oslo Anlaşmasına bağlı kalan ve güvenlik konusunda bu anlaşmadan doğan sorumluluklarını yerine getiren, silahlı direnişe dönüşecek halk intifadasından düşmandan daha fazla korkan Ramallah yönetimi böyle bir intifadayı engellemek ve sınırlı kalmasını sağlamak için yoğun çaba gösterecek, tamamıyla kontrolünde olması için çalışacaktır.

Filistinlilerin, nihai zaferle sonuçlanacak intifayı nasıl başlatacaklarını iyi düşünmeleri gerekir. Bu, tek bir liderlik tarafından yönetilmeli ki uzun sürdürülmesi sağlansın ve Filistin halkı asgari yaşam koşullarını elde edebilsin. Bu, işgale karşı başka direniş seçeneklerini göz ardı etmeyen ve onu reddetmeyen, gerektiği zaman işgal askerlerine ve gaspçılara karşı nefsi müdafaa için silahlı mücadeleyi de destekleyen sivil ve barışçıl bir halk direnişi olmalıdır.

İntifada veya gözlemci devlet statüsü, düşmanla görüşmeleri sürdürmek için taktik ve kılıf olmamalıdır. Bu tür politikalar, işgal rejiminin talep ve politikalarından çok, Filistin halkının çıkarını gözetmeye yakın olduğu oranda doğrudur.

Gün gibi açık olan husus şudur: İşgal rejimi aslında Filistinlilerle bir barış istemiyor. Tersine kendi işgal politikasını kabul ettirmek için çalışıyor. Barış süreci diye bilinen ve barıştan oldukça uzak olan bu süreci ise gerçekleri örtbas etmek ve sürdürdüğü işgali meşru hale getirmek için kullanıyor.

Filistinlilerin, siyasi ve askeri mücadelelerine katkı sağlayacak, işgale karşı dayanmalarına güç katacak, işgal rejiminin planlarını bozacak, bölgedeki dengeleri yavaş yavaş değiştirecek bir direnişe ihtiyaçları var. Ancak bu durumda işgalci barışı kabul eder veya en azından böyle bir şey olmadan tek taraflı olarak geri çekilir. Güney Lübnan ve Gazze bunun açık örnekleridir.

Doğrusu, Oslo Anlaşmasından sonra Filistin topraklarının A, B ve C diye bölgelere ayrılması, Batı Yaka ile Gazze’nin birbirinden tamamen koparılması, Gazze’den ayrı kalmak için planların sürdürülmesi gibi hadiseler, bütün Filistin’i kapsayacak şekilde kapsamlı ve büyük bir intifadanın başlatılmasını zorlaştırıyor. Dolayısıyla böyle bir şey olursa sınırlı olur ve sadece bazı bölgeleri kapsayabilir. Küçük çapta başlayacak bir intifada oradan oraya sıçrarken, buna paralel olarak işgal yönetimine karşı siyasi, ekonomik ve kültürel alanda boykot da sürmelidir. Durum sadece Filistin ile sınırlı kalmamalı, Arap ülkelerinin onu yalnız bırakmaması ve uluslar arası arenada Siyonist liderlerin yargılanması için girişimlerde bulunması gerekir.

Babu’ş-Şems girişimi ile gördüğümüz diğer gelişmeler bölgedeki İslami kesimin yükselişiyle meydana gelecek Filistin baharının işareti değildir. Filistin’de bahar olacaksa işgale karşı kapsamlı bir direnişle olacaktır.

Filistin halkı davasının zinde kalması için daha etkin çabalar ortaya koymazsa, Arap baharıyla ortaya çıkan geri plana atılma tablosu kaçınılmazdır.

Halbuki Arap devrimlerinin Filistin davası için tarihi fırsatlara dönüşmesi gerekirken, gelişmeler onun gerilere itilmesine neden oldu. Nedeni ise Filistin sahasındaki bölünmüşlük, daha önceki stratejinin aksine herkesi kucaklayacak kapsamlı ve düşmana karşı patlayan bir volkan gibi intifada başlatacak bir stratejinin olmamasıdır.

Direniş her zaman Filistin halkını birleştirirken, güç dengelerini bozan ve işgalcinin inadına rağmen sürdürülen görüşmeler ise bu halkı parçalamaktadır.

Direnişin Filistin halkını birleştirdiğine dair uzak ve yakın birçok tarihi hadise var. Mart 2005 yılında işgalciye karşı başlatılan intifada bu halkı birleştirdiği gibi, düşmana karış askeri duruşuyla destanlar yazan Gazze’nin ortaya koyduğu direniş tavrı da bu halkı birleştirdi. Buna mukabil düşmanla görüşmelerin bu halkı bir araya getirdiğine dair hiçbir kanıt bulunmamaktadır.

Ulusal çıkarı öncelemesi ve siyasete tabi olması kaydıyla tek kurtuluş yolu direniştir. Bu bir grubun Filistin halkını ve liderliğini temsil noktasındaki dirayetini test etme mevzuu olmamalıdır.

Babu’ş-Şems sonu gelmeyen girişimler için bir dönüm noktasıdır. Bundan sonra bütün kınamalara rağmen işgal rejiminin Siyonist gaspçılar için yapılacak yerleşkelerin inşası için Filistin halkından gasp ettiği bölgelere Filistinlerin yeniden dönüp buralardaki köyleri yeniden inşa etme arzuları kuşkusuz artacak ve bu arzu gittikçe de güçlenecektir.

Düşmanla yapılan görüşmeler hiçbir zaman Filistin halkının hakkını kabul ettiremez. Bu görüşmeler zaten büyük bir hatadaydı. Şimdi yeniden başlaması hatayı daha da büyütüyor. Düşmanla görüşecek olanlar, masaya fedakarlık, bedel, direniş, mücadele, sağlam bir şekilde kurumsallaşma gibi güçlü kartlarla oturmalıdır.

Filistin tarihinin ve işgal ve sömürgeye karşı durarak özgürlüğe kavuşan halkların bize öğrettiği gerçek budur.

Hani El-Mısri

filistinhaber

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.