Mehmet ŞENLİK
Bakan değişti, acaba zihniyet de değişecek mi?
Her yeni bir eğitim dönemine girerken tüm camilerimizde bir duyuru duymaktayız. Diyanet İşleri Başkanlığınca hazırlanan bir hutbe konusuyla minberlerden şu mübarek cümleleri duymaktayız:
“Oku, O yaratan Rabbinin adıyla. O, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku, Rabbin büyük kerem sahibidir. O ki, kalemle yazmayı ve insana bilmediğini öğretti.” (Alak: 1–5)
Bu ayetler, Hira’da Peygamber Efendimiz (s.a.v)e indirilen Kuran’ın ilk ayetleridir. Bu ayet, mutlak bir ifadeyle kâinatta varlık adına ne varsa her şeyi yaratan Rabbinin adıyla okunmasını emrediyor. “Bismillah” deyip O Rabbin adını zikrederek okumayı emrediyor. Daha sonraki ayetlerde ise, bayağı bir kan pıhtısından yaratılmış insanın ne gibi ikramlara layık gördüğü Rabbinin kerem ve lütufları zikredilerek; kalemle yazmayı öğreten ve insana bilmediğini bildiren Rabbinin adıyla okunması emredilmektedir.
Evet, ayeti kerimelerde insanoğlu için çok önemli ve anlamlı şeylere, büyük hedeflere işaretler vardır; okumak, kendi bayağılığını ve Allah’ın yüce kerem sahipliğini anlamak, kalemle yazmak ve bilmediğini öğrenmek gibi ufuklara işaret ediliyor. Ancak bütün bunların yapılması tek bir şeye bir şarta bağlanıyor. Allah`ın adıyla okumak…
“Allah`ın ismiyle başlanmayan bir şey akimdir, sonu kesiktir.” (Beyhaki)
Demek ki, başlanması istenen veya yapılması gereken bir şey, Allah`ın adıyla olunca iyi sonuç, hayır ve bereket getirir. Zira kâinatta var olan her şey, O’nunla anlam kazanıyor, O’nunla hayat buluyor, O’nunla olunca gerçek değer ve itibarına ulaşıyor. O’nsuz her şey yok hükmündedir. O’nsuz başlanan işlerin sonu kesiktir, sonuçsuzdur, başarısızdır ve bereketsizdir.
Allah`ın Kur’an’daki ilk emri “Allah`ın adıyla oku”dur. Yani besmele iledir, bismillah diye başlayarak okumaktır. Mushaf’ı şerifin ilk ayeti yani Fatiha suresinin başı besmele ile başlar, her surenin başında da yine besmele vardır. Peygamberimiz aleyhissalatu vesselam, her işine besmele ile başlardı. Bundan dolayı selefi salihin de ilk sözlerine Hamdele ve Salvele ile başlardı.
Şu halde Müslümanların, tüm işlerinin başında besmele olmalı, işlerine ve sözlerine besmele ile başlamalıdırlar. Bu kendilerine Allah`ın emri ve Resulullah’ın sünnetidir.
Şimdi asıl sormak ve söylemek istediğimi soruyorum? Bizler Müslüman bir millet olarak çocuklarımızı ne ile ve nereden okumaya başlatıyoruz? Acaba çocuklarımız okul girişlerinde “besmele” ile mi Yoksa “andımız” okutularak mı içeri alınıyorlar? Ellerine tutuşturulan, okutulan kitapların başında Allah`ın ismi mi yoksa başka başkaların isimleri mi yazılıdır? Bu Müslüman evlatları okul girişlerinde başörtülü mü yoksa başından örtüsü çıkartılarak mı içeri alınıyor? Okul içinde erkekler ayrı, kızlar ayrı sınıflara mı yerleştiriliyor yoksa aynı sınıfta iç içe ve karma şekilde mi oturtuluyorlar? Bu sorular daha da çoğaltılabilir.
Ancak soruların hiç birisine tatmin edici bir cevap bulunmazken ve “milli eğitim” denilen milli bir müessesede bin bir belirsizliklerle dolu bir eğitim yılını daha yarılarken bir de bakıyoruz ki, dindar diye tanınan ve fakat yeni çıkardığı yönetmeliklerle yeni bir kimlikle karşımıza çıkan Sayın Bakan Dinçer de değişiveriyor. Netice itibariyle herkes hoşnutsuz, herkes kuşkulu, herkes tedirginlik ve güvensizlik içindedir.
Sanırım Başbakan da bu gelişmelerden hoşnut değildir. Bunun en belirgin işareti ise, beklenmedik bir anda yapılan bakan değişikliğidir. Ancak Milli Eğitim camiasında bir takım derin ellerin varlığı devam ettiği müddetçe bakan değişikliği de pek bir şey değiştirmeyeceğe benziyor. Zaten sabık bakan; “Biz isteseydik okullarda başörtüsünü serbest bırakırdık” derken bu yöndeki acizliğini ve ya bu derin yerlerde kendisinin de bulunduğunu itiraf etmişti.
Şimdi nihai bir soruyu daha sormak istiyorum! Acaba bu hal ne zamana kadar böyle devam edecek? Her şeyden önce eşlerinin başı örtülü ve inançlı bir Cumhurbaşkanımızın, bir Başbakanımızın olduğunu ve bizzat kendilerinin de bir zamanlar bu sorunun mağdurları olduğunu da biliyoruz. Ama şimdiye kadar bu işe ciddi bir neşter atılmadı ve sorunlar bir türlü aşılmadı. Hal buyken insanın aklına şu sorular da geliyor. Sivil otorite, Genelkurmay karargâhına kadar girdi de niçin Milli Eğitim’e giremiyor? Eğer burada görünmeyen eller, aşılması zor güçler varsa onu bertaraf etmek kimin görevidir?
Son olarak şunu söylüyorum: İnisiyatif denilen şey, bir fırsattır. Onu yerinde ve zamanında kullanmazsanız şansınızı kaybedersiniz. Bazen kaçırılan şeyleri geri getirmek için ömrü tersine sardırmak gerekir ki, o da muhaldir. O halde fırsat eldeyken değerlendirmek lazım. Allah akıbetimizi hayra götürsün. Allah`a emanet olun.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.