Selahaddin YILDIRIM
Baş kes, insafı elden bırakma!
Eskiden köy yerinde herkes bir birini aslıyla faslıyla tanırdı. Olup biten en küçük bir olay dahi yorumsuz kalmazdı. Ancak yapılan olumlu ve olumsuz yorumlar, olay kahramanının ailesi ile muhakkak ilişkilendirilirdi. İyi bilinen bir aileye mensup bir şahıs yanlış bir iş yaptığında, olay hayret ve teessüfle karşılanır; yapılan yanlış iki kat daha büyük görülür ve şiddetle kınanırdı. ‘Demek ki ahir zaman yakın..!' mealinde ifadelerle iyi insanlardaki ahlâki yapının çözülme ve yozlaşmasına tepki gösterilirdi.
Aynı şekilde kötü şöhret sahibi ailelerden bir kişinin iyi davranışı da takdirle karşılanırdı. ‘ Bazen Allah veli'den hâli (boş, yaramaz adam)yi, hâli'den de veli'yi yaratır.' atasözü ile ‘kötünün yanındaki ‘iyi', fark edilir, takdirle karşılanırdı. Eski köylümüzün bu fıkıh ve anlayışını takdir etmemek elde değil. Bugün ise kaybettiğimiz bu doğru anlayışın fukarası olmuşuz.
Köydeki bu gerçekliği büyütüp küresel boyuta taşıdığımızda ortaya çıkan tabloda kendimizi (İslam dünyası) ve Batı toplumunu görürüz maalesef.
İslam ile kurduğumuz sağlıksız ilişkimizin bizi getirdiği nokta hem çok hazin, hem de düşündürücüdür. İnsanlığın, insani değerlerin ana yurdu olan coğrafyamızın düştüğü durum gerçekten vahimdir. Avrupa medeniyeti ile İslam medeniyeti arasındaki fark, toplum bazında tam tersine bir manzara arz eder duruma gelmiş. Yani, sanki bizim medeniyetin ruhu Avrupa'ya, ortaçağ karanlık Avrupa'sının ruhu da bize göçmüş.
On yedinci asırdan itibaren dünyada olup bitenlere kayıtsız kaldık. Özellikle Avrupa'da olup biten yeni gelişmeleri görmezden geldik. Epey uzun bir süre, ‘bu keferelerin kendilerine bir hayrı yok; bize ne yararları olacak..?' kibirli anlayışı bize hâkim oldu. Çok önemli gelişmeleri küçümsedik. Aradan çok zaman geçmedi ki, kaale almadığımız bu gelişmelerle güçlenen Avrupa'nın hayranı kesildik. Hem de tarihte eşi benzeri duyulmamış, görülmemiş bir hayranlık. Nihayette mecnunî bir aşka dönüşen bu sevda uğruna kendimizi inkâr ettik. Teşbihte hata olmasın, kimi tasavvufi meşreplerde insanın Allah karşısında kendi varlığından vazgeçişini formüle eden ‘la mevcude illa hu' (Allah'tan başka varlık yoktur) zikri vardır. Bizim Osmanlı intelijansyası da, ‘la mevcude illa avrupa' diyecek ölçüde işi abarttı. Yani kutsarcasına bir tavırla dünyayı Avrupa'dan ibaret saymak tavrı çok yanlıştı. Tabi ki, bunun tam aksine onu önemsememek, küçümsemek de... Maddi güç alanında devleşen Avrupa, manevi açıdan çok zayıftı. Onların bu maddi güçlerine ulaşalım diye, bizi asıl güçlü kılan manevi kaynaklarımızı kuruttuk; kendi ellerimizle felaketimizi hazırladık. Sonuçta Avrupa'nın maddi gelişmişlik seviyesine ulaşamadığımız gibi, elimizdeki en büyük gücümüz olan manevi değerlerimizi de kaybettik.
Geçen hafta Londra'daki Belediye Başkanlığı seçimlerini İşçi Partisi adayı Pakistan asıllı Müslüman bir şahsiyet olan ‘Sadık Han' kazandı. Bu olay bana bir kez daha İslam dünyasının mevcut halini hatırlattı. Avrupa toplumunun İslamofobia hastalığının tehdidinde olduğu bir zamanda böyle bir olayın vuku bulması dikkat çekicidir elbette.
Haçlı zihniyetinin ana yurdunda, kalbinin merkez noktasında meydana gelen bu olayı doğru bir şekilde nasıl okuyabiliriz? Biz gerçekten Avrupa toplumunu ciddi bir manada tanıyor muyuz? Tanımanın ötesinde anlamak için çaba harcıyor muyuz? Soruları zihnimde yankılandı. Bu soruları görmezden gelir ya da doğru cevaplayamazsak, tarihi tekerrür ettirme hatasını işlemiş olmaz mıyız? Yani Osmanlının iki yüz yıl öncesinde içine düştüğü o görmezden gelme ve küçümseme hatası..
Evet, atalarımızın dediği gibi ‘Baş kes, insafı elden bırakma.' Londra seçmeninin bütün mevcut olumsuzluklara rağmen verdiği bu karar, üzerinde durulmayı hak ediyor bence. İslam dünyasında hal-i hazırda cereyan eden olaylar ile Londra seçimlerinden ortaya çıkan sonucu karşı karşıya koyduğumuzda neler hissedecek, neler söyleyeceğiz?
Avrupa'yı eleştiriyoruz. Bunda bir yanlışlık veya anormallik yok elbette. Avrupa'nın eleştirilecek birçok tarafı var. Ancak, başkalarını eleştirirken kendimizi unutmak anlaşılmaz bir şey. Başkalarının hatasını kendi yanlışlarını örtmek için kullanmak bir psikolojik hastalıktır bence. Hem kendilerini düzeltmeyenlerin başkalarına akıl vermeleri inandırıcı olur mu?
Şimdi insafla söyleyelim. İslam dünyasında işlenen zulüm ve haksızlıklar başka nerede var? Mesela Avrupalıları Suriyeli mülteciler konusundaki tavırları dolayısıyla kınadık. Doğrusu kınanması da gerekirdi. Ancak körfezin zengin ülkelerinin neden mültecileri kabul etmediğini sorgulamıyoruz. Suriyeli mültecileri zorunlu olarak kabul eden Ürdün, Lübnan, Sudan gibi fakir ülkelerdir. Zenginlerden çıt çıkmıyor. Suudi ve körfezin diğer ülkelerinin paraları nerede ve nasıl harcadıklarını biliyoruz. Türkiye'yi bu konuda istisna etmek lazımdır. Türk hükümetinin bu konudaki tavrı takdire şayandır.
Peki, Avrupa'da dini inanç ve faaliyetlerinden dolayı idam edilen, cezaevinde olan tek bir insan var mı? Yok. Bir de şu Mısır ve Bangladeş'e bakın..! Ya Suudi'nin düzinelerle kafalarını uçurduğu masumlar..?
Avrupa, İslam dünyasındaki zulüm ve tecavüzlerden kaçan insanlarla doludur. Mısır firavunundan kaçan çoğu Müslüman bugün İngiltere'de yaşıyor. İnsanlarımız, Avrupa sahillerine ulaşmak için ölümü göze alıyorlar. Bu ayıp bize yeter de artar.
Pakistan asıllı bir otobüs şoförünün oğlu Londra'nın belediye başkanı oluyor. Söylenecek o kadar çok şey var ki. Hâsılı, biz iğneyi kendimize batırmayı öğrenmek durumundayız vesselam.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.