Mehmet İkbal ATAK

Mehmet İkbal ATAK

Bu bir “darbe girişimi” ise…

17 Aralık’taki operasyonel faaliyetlerle açığa çıkan yeni durum üzerine sanırım söylenmedik söz kalmadı.

 

Operasyonun fitilini ateşleyen blok listenin amaçlarını ve varmak istedikleri hedefleri bir tarafa bırakalım. Bu blokla ilişkilendirilip içerden başlayan ve uluslararası arenaya kadar taşınan her türlü pisliğin mevcudiyetine sonuna kadar inanırım.

Amma velakin!

Operasyon tarihinden bugüne kadar Başbakan dâhil resmi ağızların operasyonel blokla ilgili söyledikleri her şey ortada ve bugün basın ve kamuoyunda bu blokla ilgili dillendirilen vasıfların neredeyse tümünün kaynağı bizzat Başbakan veya yakın çevresidir.

Neydi o nitelemeler? “Paralel devlet, çete, gizli örgüt, yasadışı örgütlenme, vs.” Son olarak yine bizzat Başbakan tarafından yapılan “Haşhaşiler” benzetmesi ve amaçlarının mutlak bir darbe girişimi olduğu yönündeki tespit, sanırım fazla söze de yer bırakmayacak nitelik taşımaktadır.

“Çete ve darbe girişimi” sözleri çok da yabancısı olduğumuz kavramlar değil. Bu sözleri en son duyduğumuz zemin, Ergenekon-Balyoz ve türevlerinin oluşturduğu zemin idi. Çete ve darbe girişimi kavramları yan yana getirildiğinde bunun nasıl bir anlam ifade ettiğini, nasıl bir tavır gerektirdiğini teorik olarak bildiğimiz gibi, gereklerinin ne olduğunu da yine en son Ergenekon-Balyoz gibi davalarda pratik olarak izlemiştik.

Çete ve darbe girişimi söz veya tespitleri ortada iken buna mukabil takınılan tavrın olması gerektiğinin çok gerisinde kalıyor olması, gün geçtikçe belli bir düzleme oturtulmaya çalışılan “gerilim stratejisinin” farklı bir gayeye doğru sürüklendiği kuşkusunu beraberinde getirmektedir.

Belli bir süre sonra sulandırma ve yeni güdümlü kadrolara yer açmaya dönük manevralara dönüşmesini bir tarafa bırakırsak, Ergene-Balyoz sürecinde “çete ve darbe girişimi” suçlamasına muhatap olanların nasıl derdest edilerek “paralel işleyiş” sergilese de “hukukun huzuruna” sürüldüğünü müşahede etmiştik. Medyada “çete ve darbe girişimi” ile isimlerinin anılması bile bir sabah vaktinde evlerinden, birliklerinden alınıp adliyelere marş marş yürütülmeleri için yeterli görüldü. Çünkü çetecilik ve darbe girişimi gibi suçlamalar tolere edilebilecek türden suçlamalar değildi. Neticede sistem içerisinde meşru görülen sivil otoriteye karşı darbe girişimi suçlamaları vardı ve bu suçlamalar geciktirilecek bir durumu kaldırmamaktaydı.

Ergene-Balyoz davalarında darbeciliğe yönelik acil müdahale gereksinimi bu denli önemli iken, bugünlerde Ergene-Balyoz’dan daha tehlikeli ve daha kapsamlı olduğu değerlendirilen yeni darbe girişimine karşı çok daha farklı bir tavır takınılmasının sürdürülmesi, bu anlamda şahsen bende giderek farklı kuşkulara yol açıyor. Ve süre uzatımına gidildikçe kuşkuların daha da artacağı da kaçınılmaz görünüyor.

Bizzat Başbakan’ın kendisi eğer “çete ve apaçık darbe girişimi” diyerek meseleye nokta koyuyorsa, o halde uygulanan stratejinin daha önce örneğini gördüğümüz uygulamaların çokça gerisine düşme nedenini izah etmek hiç de kolay gibi görünmeyecektir. Darbe girişimi, kurulu düzene başkaldırı anlamına gelmiyor muydu? Kurulu düzene karşı başkaldırının karşılığının sadece “ana muhalefet partisi ağzıyla” karşılanarak eleştirel bakış açısıyla gözden düşürülmeye ayarlanması, ne zamandan beri “darbe girişimlerine” verilecek karşılığa dönüştü?

Kimse kusura bakmasın ama darbecilik gibi çok ağır suçlamalara karşı sadece tespit, niteleme ve bunlar üzerine bina edilen salt eleştiri stratejisi arasında zoraki de olsa “paralellik” kurmak giderek imkânsızlaşıyor. İş bununla da sınırlı kalmıyor. Belli bir dozda süren gerginlik, kontrollü bir gerilim stratejisine dönüşme görüntüsü veriyor ve bu da akıllara, yaklaşan yerel seçimlere dönük izlenecek stratejinin mantıksal kurgusuna dönüştürüldüğü ihtimalini getiriyor.

Dikkatinizi herhalde çekiyordur, yerel seçimler giderek yaklaşıyor. Normalde seçime dayalı propaganda ateşi her tarafı sarması gerekirken siyasi iktidar “çete” ile kamuoyunun ateşini yükseltiyor, muhalefet partileri ise düştükleri “ayakkabı kutusu”ndan bir türlü çıkmak bilmiyor. Oysa yerel seçimler, genel seçimler kadar olmasa da iki taraf için de hayati önem taşıyor. Siyasi iktidar için tamam veya devam anlamına gelecek olan bu seçim, muhalefet partileri ve özellikle de CHP için soyunduğu yeni rol açısından sıratı geçip geçemeyeceği anlamına geliyor. Vaziyet bu iken hiçbir bir şekilde icraata dönüşmeyen “çete ve darbe girişimi” söylemleri üzerinden iktidar tarafı kamuoyunu kendi lehine dönüştürmenin hesabını yürütüyor.

Ve bu durum yine bizlere Ergene-Balyoz sürecindeki seçim taktiklerini hatırlatıveriyor. Ergene-Balyoz’a karşı kamuoyu desteğini önemli bir sıçramaya dönüştüren siyasi iktidar, eş zamanlı olarak kamuoyu duygusunu bugünkü “paralel çete”nin kurumları işgal etmesine peşkeş çeken taraf olarak öne çıkmamış mıydı?

Kamuoyu duygusunu Ergene-Balyoz için tetikleyeceksin, bunu da yeni “Paralel yapıya” imkân sunan bir formata dönüştüreceksin. Şimdi de “Paralel yapıya” karşı çete suçlamasıyla kamuoyu duygusunu bu kez farklı yönden işleteceksin. Çete ve darbe girişimlerine karşı kamuoyu duygusunu tetiklemekle yetinerek yeni darbe girişimlerine gereken muameleden kaçınırsan, işte buna seçim stratejisi demekten başka çare kalmıyor demektir.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.