Mustafa CANAN
İslam’a ilgisizlik ve şov kültürü
Günümüzde insanların özellikle de gençlerin İslam’a karşı ilgisizliği ya da ilginin yeterli derecede olmaması Müslümanların en ciddi sorunlarındandır. Şüphesiz bunun pek çok sebebi vardır. Ancak bunların en önemlilerinden biri insanların İslam’ı yeterli derecede bildiklerini düşünmeleri ve bu bildikleri İslam’ın da yaşadıkları pratik sorunlara çözüm getirmediğine inanmalarıdır. Kuşku yok ki insanları İslam’la buluşturmayı kendilerine görev edinen insanların bu ilgisizliğin önüne geçmeleri elzemdir. Ancak ortada şöyle bir sorun bulunmaktadır:
İslam’la buluşturulmak istenen insanların ilgi alanı tabiidir ki İslam’a uygun bir alan değildir. Zaten bunun için onlara İslam sunulmaktadır. O halde İslam bu ilgi alanına nasıl girecektir? Örneğin günümüz gençleri eğlenceye, şovlara ilgi duyuyorlarsa İslam bu alana nasıl sokulacaktır? Sokulduğu zaman da değiştirici konumda olması gereken İslam’ın kendisi değişmiş olmayacak mıdır?
Diğer taraftan insanların ilgisini ve beğenisini hiç hesaba katmadan sade İslamî çalışmalar da yapmak mümkündür. Ancak görünen o ki böyle çalışmalar da tam bir ilgisizliğe maruz kalacaktır.
Bu konuyu İslamî TV’ler üzerinden somutlaştırmak mümkündür. Özellikle doksanlı yıllarda İslam adına ortaya çıkan TV kanalları, ilk dönemlerde nitelikli İslamî programlarla beraber İslamî açıdan meşru denebilecek ve eğlence üst başlığında değerlendirilebilecek programlar da yayınlıyorlardı. Ancak izlenme oranları ile yayınlarını şekillendiren bu kanallar, reyting almayan tüm İslami programları bir bir yayından kaldırdılar. Bu kanalların yaptığı kesinlikle yanlıştı. Ama o İslami programların izlenmediği de doğruydu. Peki, o İslamî programların formatını değiştirerek işin içine biraz eğlence mi katmak gerekirdi? Nitekim bugün popüler kanallarda yayınlanan İslamî programların hemen tamamında müzik ciddi bir ağırlığı oluşturmaktadır. Ya da sorun nasıl çözülecektir?
İslam’ın saf ve berrak mesajını çarpıtmadan ve kendisine uygun olmayan bir ambalajın içine koymadan insanların ilgi alanına sokmanın Müslümanların çözmesi gereken bir sorun olduğunu düşünüyorum.
Bu konu ile ilgili bir hususu daha vurgulamak isterim: Günümüz dünyası şov ve gösteri dünyasıdır. Bu işi yapan insanlar kamera önlerine ve sahneye hep sahte yüzlerle ve yapmacık duygularla çıkarlar. Çoğunlukla gülümsemek gerekir, yer yer hüzünlenmek belki ağlamak gerekir. Nitekim tüm bu haller önceden planlanmış ve defalarca provası yapılmıştır. Doğrusu şov, sahne ve gösteri de bunu gerektirir. Çünkü amaç izleyenlerin ilgisini hep en üst düzeyde tutmaktır. İçinden geldiği gibi tabii davranan insanlarla bunun sağlanamayacağı açıktır. O halde sahnedeki şahıs o anda nasıl bir ruh halinde olursa olsun sahnenin gerektirdiği duygu halini yansıtmalıdır.
İslami literatürde içi dışı bir olmama haline nifak denilir ve bundan şiddetle sakındırılmıştır. Buna rağmen son dönemlerde Müslümanların gerçekleştirdiği kutlamalarda/gecelerde zaman zaman benzer bir durumu görmek üzücüdür. Birçok hatibin samimi ve içten konuştukları muhakkaktır; ama bazılarında bile yeterli coşkuyu oluşturmak için sahte duygulanımlar varsa, bu bile az bir tehlike değildir. Özellikle çocukların okudukları şiirlerdeki duygulu hallerinin defalarca provası yapılmış olan bir kurgu olduğunu düşünmek ise daha da kaygı vericidir. Bunun henüz şahsiyetleri oturmamış çocuklarda nifak ve riyaya yol açmasından ciddi şekilde korkulur.
Şayet bu davranışlar dinleyicileri etkilemek için yapılıyorsa bu etkinin de yönüne bakmak gerekir. Çünkü muhataba konuşmalardan daha fazla konuşmacının o andaki ruh hali yansır. İhlas ise ihlas, riya ise riya... Hem ateş ancak ateşten yakılır. Sizin içinizde bir ateş yoksa en iyi hitabetle de muhataptaki ateşi yakamazsınız.
Tüm bunlara rağmen “bu zorunludur, oraya ruh gibi donuk bir hatip çıkarsak veya buz gibi şiir okuyan çocuklar çıkarsak olmaz ki” deniliyorsa; bu durumda Müslümanların çözmesi gereken ikinci bir sorunlarının olduğunu Kabul etmek gerekir.
Sözü İmam Rabbani’nin Mektubat’taki şu ifadeleri ile bitirmek istiyorum:
“İlk İslam neslinin insanları yapmacık hareketlerden beri, sözü yaldızlamaktan müstağni idiler. Bütün ihtimamları içlerini düzeltmeye yönelmişti. Dışlarına hiç aldırmıyor, onu hiç düşünmüyorlardı bile. O nesilde adabı muaşerete riayet, bunun özü ve manasıyla oluyordu, sadece dıştan ve şekli olarak değil.” (36 Mektup)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.