Dr. Abdulkadir TURAN
Cenazeyle Uğraşmak mı, “Dirileri” İhya mı?
Şikâyet, kimi zaman bir direniş ise de kimi zaman etkisiz bir yakınma, kimi zaman sadece kendini sorumluluktan kurtarma rahatlığı, kimi zaman da fitnedir.
Toplumun içinde bulunduğu ve şevkle sürdürdüğü hâlden şikâyet ediyoruz. İyi de her birimiz kendi imkânları ölçüsünce bu topluma ne verdik, ona ne götürdük de başımıza çaldı?
İslam dünyasında ıslahla ilgili geçmişten bu yana üç ana akım var:
Yüzü dışarıya dönük olup İslam’a davetle uğraşanlar,
Yüzü içe dönük olup toplumu dışlamadan irşadda bulunanlar,
Yüzü içe dönük olup toplumdan sürekli şikâyet ederken toplumu ıslaha yönelik bir hasenatı bulunmayanlar.
İslam aleyhinde planlama yapanların gayesi; İslamî hizmetleri bu üçüncü grupta toplamak, böylece İslamî mücadeleyi, Batı’daki sosyalist gruplarla aynı tonda sadece şikâyet eden/eleştiren/yakınan etkisiz yapılara dönüştürmektir. Bu, başı gaflet, sonu felaket olan çok yanlış bir güzergah.
Yıllar önce “Bu toplumdan umut yok, bu toplum öldü” diye şikayet eden ve tutumuyla gayet barışık bir köy camisi hocasıyla sıkça sözünü ettiğim bir diyalogum olmuştu:
Hocam, çocuklara Kur’an-ı Kerim dersi veriyor musunuz?
-Camiye geliyorlar mı ki ders vereyim?
Hocam, Cuma vaazında anlatsanız?
-Kırkı bulamadığımız için kılmıyoruz.
Hocam, kırk olmadan da maslahat adına başka mezheplere uyarak kılamaz mısınız?
-Öyle yollara giremeyiz!
-Hocam, köy insanı Mevlid dinler; Mevlid’i irşada vesile kılsanız?
-Öyle şey mi olur? Bidatten hayır gelmez!
Diyalogumuz, mealen bu şekilde ve neticesiz yol alınca belki irkilir diye hürmetsizliğe yol vermeden “Hocam, ölen biziz; toplum değil!” dedim. Gülerek “Esteğfirullah, ölen biziz, siz değil!” diye karşılık verip geçti.
Hakikaten dehşet verici bir diyalogdu. Daha önce bu tür sahneleri yaşamasaydım, daha da irkilirdim.
Bugüne gelelim. Yıllardır ara ara konuşulur: “Şunun cenaze namazı kılınmasın, bunun cenazesi kapıdan çevrilsin!”
Dolaylı yollardan reform cüreti veya kurnazlığı içinde olanlardan gelen bu tür önerileri gördükçe ister istemez soruyorsunuz:
-Bugüne kadar kaç kez yüzümüzü cami cemaatinden, cami cemaatine yönelik tartışmalardan Boğaziçi yalıları, İzmir, Edirne ya da Ankara’nın Ümitköy-Çayyolu’nda maneviyatsızlıktan çökenlere seslendik?
-Hz. Peygamber salallahü aleyhi vesellem, Mekke’nin beled ehli eşrafına da Badiye ehli Hz. Ebû Zer radiyallahü anh’a da seslenebilmiştir. Çünkü bütün insanlığın peygamberidir.
Buna karşı bugünün dünyasında Müslümanlar olarak, Londra, Moskova, New York bir yana, burada sözü edilen semtlerin insanına seslenebilecek bir dil-öz değil, şekil bakımından- geliştirdik mi?
-Gencecik insanlar, İslamî şuura ermişken az buçuk maddiyatla sınıfları değiştiğinde (!) o dünyaların insanlarını etkilemek yerine, oralara kayma sorunu yaşamıyorlar mı?
Bugün Diyanet, İlahiyatlar veya diğer ilgili resmi ve sivil kurumların uğraşacağı bir şey varsa onun bunun cenazesi değil, dirisinin dirilişi, ihyası olmalıdır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.