Mustafa CANAN
Dün kim, ne bekliyordu
Türkiye'nin sancılı dönemi devam ediyor. Sorunları daha katmerli ve girift artık. Etrafı çepeçevre kuşatılmış adeta. Türkiye'nin içinde ve dışında onun aleyhinde kazanlar kaynatılıyor. Evet, komşularında olduğu gibi doğusunda da günler kan kokuyor, fitne kazanları kaynıyor.
Tabii ki çok elin karıştığı, çok kişinin söz sahibi olduğu işlerin tamamına ermesi zorsa, gerek komşu ülke Suriye gerek Kürt meselesi gerekse şiddet sorununda olumlu ve doğru istikamette istikrarlı bir tablonun gün yüzüne çıkması da zordur.
Mevzumuz Suriye olmadığı için, “Suriye'de bombaların altında bir hayat sürdürmeye çalışan ve mülteci durumuna düşmüş olan Suriyeli kardeşlerimiz için Rabbim en kısa zamanda hayırlı bir necat kapısı için” diyorum ve asıl meseleye geliyorum.
Bir önceki yazımızda farklı taraflara göre Kürt meselesi, Türkiye'nin şiddet sorunun ne olduğu ve nasıl baktıklarını ele aldık. Dün yapılanlardan ders almak adına, farklı açılardan bakan ve farklı bakış açısı ortaya koyan taraflar bu meselelerden hangi istek ve beklentiler içerisindeydi, ona bakalım.
İyi tahlil edildiğinde tarafların istek ve beklentilerinin meselelere yaklaşımlarının içerisinde olduğunu görmek zor olmazsa gerek.
Her ne kadar diğer yazımızda Kürt meselesi ve Türkiye'nin şiddet sorunu çerçevesinde bakış açılarını serdettiysek de burada teoriden ziyade pratiğiyle yüzleştiğimiz “çözüm süreci”yle pratize edilen istek ve beklentilere değineceğiz.
Çözüm süreci çerçevesinde kim kimden ne istiyordu?
Birincisi; Kürtler ve Türkler kısmen oluşmuş olan refah düzeyinin devam etmesi, kısmen durmuş olan kanın bir daha akmaması, sorunların oluşturmuş olduğu toplumsal yaraların tedavisinde acele edilmesini bekliyordu.
İkincisi; Devlet ve hükümet çözüm süreciyle askere ve polise saldırmayan pkk'lilerin kendi nezdinde iyi pkk'li oldukları, cici oldukları, barışçıl olduklarını düşünüyor veya böyle olmalarını bekliyordu. Devletin teorisi denmese de pratiği “Pkk, askere ve polise saldırmadığı müddetçe muhaliflerini, korucuları ve sivilleri infaz etmesinde bir beis yok” diyordu. Sindirme, tehdit etme, kaçırma, şantaj, haraç, mahkeme kurma, infaz etme, sadistçe katletme ve ayaklanma provası yapmasında aynen bir görmüyordu, görmek istemiyordu, çünkü Pkk'nin tasmasının artık kendi elinde olduğunu düşünüyor veya Pkk tasmasının kendi elinde olmasını umuyor, bekliyordu. Hd/Pkk de bundan asker ve polise saldırmadığından sınırsız bir özgürlüğe ve hareket etme alanına sahip olmuştu.
Üçüncüsü; HdPkk de pratiğiyle “tamam asker ve polise saldırmayacağım; ama bunun karşılığında hiçbir şekilde kendime müdahale istemiyorum. Aksi takdirde süreci bozarım” diyordu. Bu çerçevede silahlarımla güpegündüz çok rahat köylere hatta şehirlerdeki bazı mahallelere girerim, karakolların önünden elimi kolumu sallayarak geçerim, kimsenin bana karışmaması lazım. Daha önce sorun yaşadığım ya da benden kaçmış olanları, muhalifleri vesaireyi “ajan” veya “işid” yaftasını vurup infaz ederim, kimse gölgen eğri dememelidir, bana mani olmamalıdır. Şehirlerde, köylerde, şehirlerarasındaki yollarda yol kontrol noktası kurarım, çadır açarım, kamp kurarım, istediğimin kontağına el koyar, istediğim aracı yakar, istediğim şahsı alıkoyarım; fakat ben sorun istemiyorum, buralar benden sorulur. Geldiğimiz aşama itibariyle çözüm sürecinde gizli kalan bir pratiği de yolları bol bol tuzaklamak, mayınlamak, adeta şehirleri ateş topuna çevirecek kadar bomba ve patlayıcı tedarik etmekmiş. Yani anlayacağınız, HdPkk'nin çözüm sürecinden bekledikleri babalarının çiftliği misalidir. HdPkk bu yola gireli Türkiye içinde böyle bolluk, böyle rahatlık, böyle dokunulmazlık görmemişti; belki bir daha görmeyecek de. Lakin bu gün ektiklerini biçmeye çalışıyorlar. Yine de çatışmalı sürecin ne getireceğini bekleyip görelim. Neyse.
Dördüncüsü; HÜDA PAR ve benzeri İslami camialar süreçten gerçekten kardeşlik bekliyorlardı. Onlarda, Kürt meselesinin çözümü için bir fırsat, akan kanın ve şiddet sarmalının son bulması ve onlarca yıldır deşile deşile bir hal alan yaralara merhem olması için bir ümit bir beklenti hâkimdi. Çözüm sürecinin ölüm sürecine evrildiğini görmeye başlamalarıyla ümit yerine ümitsizlik baş gösterdi ve beklentiler değişti. En azından süreç itibariyle devletin milletin, vatandaşın, sivil halkın güvenliğini sağlamakta aktif olmasını, suç işleyenlerin rahat hareket etmemesini, suçluların cezalandırılmasını, kene gibi milletin gırtlağına yapışan zorbaların çukur davranışından vazgeçmesini, farklı düşüncelere mensup insanlar arasında bir arada yaşayabilme kültürünün oluşmasını, Kürt meselesiyle ilgili adımların Türkiye'nin şiddet-Pkk sorunundan bağımsız atılmasını bekliyordu.
Netice itibariyle; dün dünde kaldı, doğru. Fakat tarihin tekerrür etmemesi adına herkesin dün yaptığı yanlışlardan ders alması da elzem ve zorunluluktur. Dünün iyi okunup tahlil edilmesi, doğruların desteklenmesi ve yanlışların bertaraf edilmesiyle ancak emin adımlarla yol alabiliriz. Geçmişinden aldığı derslerle geleceğe yol alanlara ne mutlu. Vesselam.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.