Dünümüzü unutmayalım ki yarınımızdan emin olalım
Cuma namazı sonrasında Bosna’da şehid olan bir kardeşimiz için gıyabî cenaze namazı kılacak, ardından kısa bir konuşma yapıp dua edecektik, kendi aramızda belirlediğimiz sloganlarımızı atacaktık.
Doksanlı yılların başında şehrin en büyük camiinin çıkışında bir eylem yapacaktık. Cuma namazı sonrasında Bosna’da şehid olan bir kardeşimiz için gıyabî cenaze namazı kılacak, ardından kısa bir konuşma yapıp dua edecektik, kendi aramızda belirlediğimiz sloganlarımızı atacaktık. Arkadaşlar bu görevi bana vermişlerdi.
Söylediğimiz gibi yaptık. Öncelikle bekleyen cenazeler vardı, onlar için görevli imama uyarak namaz kıldık. Cemaat dağılmadan birden öne çıkarak Bosna’da şehid olan hemşerimiz için de gıyabi cenaze namazı kılacağımızı söyledik, niyet ettik ve kıldık. Daha sonra kısa bir konuşma, ardından dua ve sloganlarla eylemimizi yaptık, bitirdik.
Hayret! Cami cemaatinin büyük bir çoğunluğu bizim gıyabi namazımıza iştirak etmedi, tedirgin bakışlarla bizi geriden izledi. Hele sloganlarımıza hiç katılmadı, biz “Allahu Ekber, İslami Hareket engellenemez… Kahrolsun Amerika, Kahrolsun Sırbistan…” diye bağırırken onlar sessizce bakıp durdu.
Hatta eylem dağılırken cemaatten bazıları bizi göstererek: “Kim bunlar yahu? Camimizi karıştırmaya mı gelmiş?” dediler.
Bu olay beni çok düşündürdü, hiç hoşlanmadım böyle bir fotoğraftan, çok soğuk ve ürkütücüydü. İyot gibi resmen açıkta kalmıştık.
Bunun üzerine günlerce kafa yordum, çünkü biz bundan sonra da benzer etkinlikler yapacaktık, içeride ve dışarıda sıcak günler bekliyordu bizi, bu bir başlangıçtı, bu hep böyle gitmemeliydi.
Eylemi birlikte organize ettiğimiz arkadaşlardan bazılarıyla bu konuyu konuştuk. Cemaatin İslami şuurdan, cihad duygusundan yoksun olduğunu, kısacası mevcut rejimin uşağı olduklarını söylediler ve kendilerince işin içinden çıktılar.
Bence mesele hiç de öyle değildi. Cami cemaati bizi yalnız bırakma konusunda haklıydı.
Çünkü bizi hiç tanımıyorlardı, biz bu caminin cemaati değildik, aslında hiç bir caminin cemaati değildik, çoğumuz cuma namazı kılmayan kişilerdik. Bir kısmımız sakallı olsa da cemaate benzemeyen yönlerimiz daha çoktu.
Daha açık konuşalım, bizler Radikal Müslümanlardık. Bu camilerde hiç namaz kılmıyorduk, düzenin camisi sayıyorduk, imamları da rejimin imamları kabul ediyorduk. Bize göre cami cemaati de İslami şuurdan yoksun laik rejimin uşaklarıydı.
Fakat burada önemli bir çelişkimiz vardı. Madem öyle, bu camilerde bir daha eylem yapmamalıydık, özellikle bu cemaatle beraber olmak ve etkinliklerimize katılmalarını beklememiz bizim için tutarsızlıktı.
Bir başka şey daha vardı; Bu caminin cemaatinin tamamı olmasa da onlar birçok konuda bizlerden daha çok takvâ sahibi idiler. Önemli bir bölümünün bizlerden fazla olarak nafile ibadetleri vardı, teheccüt namazı kılan kimselerdi, her gün beş vakit namazın yanında kuşluk ve evvabin kılıyorlardı, birçoğu Pazartesi ve Perşembe orucu tutuyordu.
Daha somut bir şey söyleyeyim; bu insanların simaları, görünümleri bizlerden daha iyiydi.
Bütün bunlardan sonra cemaatin bizim eylemimize katılmaması, bizleri provokatör, kışkırtıcı ve karıştırıcı olarak görmesi bana göre çok tabii bir şeydi.
Bir başka şey; Ben tasavvufi bir gelenekten geliyordum. Her ne kadar radikal düşünceye sahip gençlerle birlikte olsam da böyle bir geçmişim vardı, oradan aldığım, doğru bildiğim birçok şeyi devam ettiriyordum.
Yani her iki kesimi de çok iyi tanıyordum. Cihad diyen, İslami Hareket diyen, İslami Devlet diyen bir gençlik vardı. Gece sabahlara kadar sigara dumanları içerisinde devlet kuruyor, rejim yıkıyor, bu arada sabah namazını kaçırıyordu. Fakat buna rağmen onların samimiyetlerinden bizim asla bir şüphemiz yoktu, onların sadece bir takım eksikleri vardı.
Diğer tarafta da geceleri teheccüde kalkan, birçok nafile ibadetleri olan, özellikle dillerinden zikrin eksik olmadığı bir kesim.
Fakat bu kesimde de cihad konuşulmuyor, tağut anlatılmıyor, İslami Hareketten, İslami devletten söz edilmiyordu. Onların okudukları kitaplar arasında Seyyid Kutup yoktu, Mevdudi yoktu, Hasan el Benna yoktu.
Bu konu üzerinde yoğunlaştık, bir takım araştırmalar yaptık. En azından kendi çapımızda, kendi yaşadığım şehirde, kendi çevremizde bir şeyler yapılması gerektiğine inanıyorduk. Ve bu konuda bir şeyler yapmaya çalıştık.
Elhamdülillah kardeşlerimizin önemli bir bölümü yaptıkları bu hatayı anladılar ve hatalarından dönmeye çalıştılar. Yani camilere dönmeye başladılar. Özellikle bunun neticesinde 28 Şubat döneminde çok güzel başarılar elde edildi. Aşağı yukarı her Cuma eylemlerle, protestolarla geçiyordu. Ve cami cemaati bizim organizelerimize tereddütsüz katılıyordu.
Çünkü bizi tanıyorlardı artık. Çoğu zaman onlarla birlikte camideydik, namaz çıkışlarında onlarla selamlaşıyorduk, bir birimize tebessüm ediyor, müsafaha yapıyorduk, yani bizi tanıyorlardı artık. Fakat biliyorum, yetmezdi bu kadar. Cemaatle çok daha iç içe olmalıydık, cami görevlileriyle daha çok omuz omuza vermeliydik. Hatta cami görevlileriyle birlikte yapacağımız derslerimiz, mütalaalarımız olmalıydı. Çünkü camilere dayanmayan, halka inmeyen hareketler başlamadan bitmeye mahkûmdu.
Mehmet Göktaş
Kaynak:
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.