Eğitim perspektifinden İstanbul Sözleşmesi
İnsan, çift yönlü bir varlıktır. Bedensel ihtiyaçlar ona hayvani, ruhi ihtiyaçlar ona melekuti bir yön verir. İnsan, iç âlemde sürekli bu iki yönün kavgasını yaşar.
İnsan, çift yönlü bir varlıktır. Bedensel ihtiyaçlar ona hayvani, ruhi ihtiyaçlar ona melekuti bir yön verir. İnsan, iç âlemde sürekli bu iki yönün kavgasını yaşar. Hayvani yön, melekuti yönü baskılarsa insan hayvandan daha sefil, vahşi ve kural tanımaz bir görünüm alır. Melekuti yön, hayvani yönü baskılarsa insanoğlu meleklerden daha yüce bir konuma yükselir. Hak, fıtri bir yaşam tarzı iken batıl fıtri olmayan ve ölçüsüz bir hayat tarzıdır.
Hak batıl, iman küfür ve iffet sapkınlık mücadelesi insanın sefil görünümü ile yüce konumu arasında süregelmiştir. Batıl taraftarları tarih boyunca insanı vahiyle biçimlendiren ve İlahi öğretilerle şahsiyet kazandıran her ilke ve uygulamaya karşı çıkmıştır. Şeytan ve nefsin vesvese ve telkinlerle öncülük ettiği bir kulvarda insanın önünü beşeri ve ideolojik kabullerle tıkamışlardır. Dün Kâbe duvarına asılan ambargo metni ne amaçlı idiyse bugün de BM, AB etiketli her anlaşma, sözleşme ve yönetmenlik bu bağlamdadır.
Müslüman toplum, maddi manevi gevşeyip İslam’dan yüz çevirip Batıya yöneldiği günden bu yana ‘inanç, değer, eğitim, sosyal ve siyasal’ birçok yönümüz törpülendi, huzurumuz kaçtı, ahlaki zaaflar her yönden bizi kuşattı. ‘Batı, Batı!’ diye nara attıkça dalgalara kapılan gemi misali batıp dibe vurduk.
Modernizm, çağdaşlık, medenilik, demokrasi, CEDAW ve en son İstanbul Sözleşmesi gibi kavram, anlaşma ve sözleşmeler Batı’nın batıran yüzü olarak bize dayatıl(dı)ıyor. Bu kavram ve sözleşmeler ‘tanıtım ve kâğıt üzerinde yazılıp çizileniyle’ albenili olup cezbetmektedir; ama ‘uygulaması, hedefi ve asıl anlamıyla’ toplumu ahlak ve inanç yönüyle mahvetmektedir.
Asr-ı saadet Medine’si somut, doğru ve yönetsel bir örneklik olduğu halde içimizdeki aymaz, ayılmaz ve özentili idareci, sanatçı, yazarçizer tipler (m)edeniyeti Batı’da aradığı ve Batıcılığı hayat tarzı olarak dayattığı için bunlar başımıza geliyor. Batılı tarz, insanın mahremiyet, ahlak ve hayâ yönüne müdahaleyi amaçlar, insanı ruhi boyuttan hayvani derekeye düşürmeye çalışır; ‘iffet, tesettür, haramdan sakınma’ gibi erdemlere düşmanlık üretir; doğru ve ahlaklı her insanı ötekileştirir ve kamusal alanı ona yakıştırmaz.
2011’de çerçevesi çizilen ve Türkiye dâhil birçok Avrupa ülkesinin imzaladığı İstanbul Sözleşmesi’nin asıl adı “Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi”dir. İstanbul’da imzalandığı için İstanbul Sözleşmesi olarak meşhur olmuştur. ‘Kadına Şiddeti’ önleme vitrinli bu sözleşme ‘cinsiyet yönelimi, toplumsal cinsiyet eşitliği’ gibi vurgularla aile, eğitim ve sosyal yapı üzerinden namus, iffet ve inançtan yoksun bir toplum oluşturmak amaçlıdır.
34 sayfalık sözleşme, 81 madde üzerine bina edilmiştir. Sözleşmede 24 yerde toplumsal cinsiyet vurgusu meşum amacı ele vermektedir. Sözleşmenin eğitime ayrılan 14. Maddesi şöyledir:
“1. Taraflar, yerine göre, tüm eğitim seviyelerinde resmi müfredata, kadın erkek eşitliği, toplumsal klişelerden arındırılmış toplumsal cinsiyet rolleri, karşılıklı saygı, kişisel ilişkilerde çatışmaların şiddete başvurmadan çözüme kavuşturulması, kadınlara karşı toplumsal cinsiyete dayalı şiddet ve kişilik bütünlüğüne saygı gibi konuların, öğrencilerin zaman içinde değişen öğrenme kapasitelerine uyarlanmış bir biçimde dâhil edilmesi için gerekli tedbirleri alacaklardır.
2. Taraflar 1. fıkrada belirtilen ilkeleri yaygın eğitimin yanı sıra, spor, kültür ve eğlence tesislerinde ve medyada yaygınlaştırılmasına yönelik gerekli tedbirleri alacaklardır.”
İlgili maddede tüm eğitim kurumlarında cinsel yönelimin temel hak olduğunun işlenmesi, buna saygılı olunması gerektiğini deklare edilmekle birlikte toplumda onlara karşı tepki ve şiddetin önlenmesi, şiddet görenle uygulayanın uzlaştırılmaması gibi daha evlere şenlik(!) neler var neler!
İstanbul Sözleşmesi’nin ahlaklı bir birey ve topluma vereceği zarar bilerek gözden kaçırılmış ve sözleşmeye tepkiler ‘kadına şiddet ve ötekileştirilen bir kadın isteniyormuş.’ savunusuyla sabote edilmiş/edilmektedir. MEB, pilot uygulamalarla sözleşmenin ilk talihsiz gönüllüsü olmuştur. Sözleşme kapsamlı sapkınlıklar, MEB Orta Öğretim Genel Müdürlüğü organizesiyle 2014 – 2016 yıllarında 10 ayrı ilde, liselerin 11. ve 12. sınıf öğrencilerine “Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesi (ETCEP)” başlığıyla seminer olarak sunuldu. MEB eliyle “Yeniden Yazmaya Var mısın?” sloganıyla sevimli hale getirildi ve eğitim sürecindeki çoğu genç tahrik edildi. Projenin etkisiyle, o günlerde ODTÜ’de “Tuvaletler, soyunma odaları kız erkek müşterek olsun!” gibi rezil talepler seslendirildi. Sözleşme’nin eğitim gibi hassas ve nazik bir alanda uygulanma çabası kamuoyunda tepkilere yol açtı. Bu sebeple MEB, projeyi uygulamayı durdurduğunu söyledi. Ocak 2019’da basına düşen şu haber ise İstanbul Sözleşmesi çerçeveli TCEP’in okullarda uygulanmaya devam edeceğini göstermekteydi:
“Cinsiyet eşitliğine yönelik toplumsal algının, öğrencilik yıllarından itibaren geliştirilmesi için harekete geçen MEB, pilot çalışmasını 162 okulda başlattığı “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği’ne Duyarlı Okul” projesini geliştiriyor. Bakanlık proje kapsamında, MEB’e bağlı okullarda uygulanacak eylem planları hazırlıyor. Bu bağlamda Bakan Selçuk şunları söyledi: ‘Eğitimde TCE etkinlik kitabı hazırlandı. 9. ve 10. sınıf seviyesinde derslerde ünitelere uygun, etkinlikler yaptık. Taslak etkinliklerin incelenmesi ve değerlendirilmesi amacıyla branş ve rehberlik öğretmenlerinin katılımıyla bir çalıştay gerçekleştirildi. Çalışmalar neticesinde, Taslak Değerlendirme ve İyi Uygulama Örnekleri Raporu hazırlandı ve revize süreci başlatıldı…”
İstanbul Sözleşmesi ve TCEP tencere kapak misali birbirinin sebep ve sonucudur. Sözleşme, tartışmalı ve kendisinden konuşulunca her açıdan elde kalan toplumsal cinsiyet kavramına dayalı bir metindir. Sözleşme, bu uğursuz, rezil ve fıtrata düşman proje için ulusal ve uluslararası zeminde yasal bir arka çıkış, sarılacak bir kılıf ve ‘Demoklesin kılıcıdır.’
Karma eğitimin bir üst uygulaması olan ‘Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesi’nin eğitimle alakası nedir ve neleri amaçlamaktadır?
İslam, erkek ve kadın iki cinsin toplum içinde nerede durmasını ister?
Müslüman, karma eğitim başta olmak üzere cinsiyetsizliği amaçlayan ve her türlü cinsel meyli(sapkınlığı) telkin eden bu TCEP’i niçin istememelidir?
Kur’an-ı Kerim, iki cinsin birbirine duygusal meylini meşru şartlar içinde değerlendirir ve ilgili ayetlerde cinsel bakış ve yaklaşımı şu nazif çerçeveye oturtur:
İki cinsin de gözlerini haramdan ve haram bakıştan sakınması; cinsler arasında şehvet tahrikine yol açacak takı, giyim, süs, konuşma ve davranışlardan kaçınılması, bedeni örten tesettürün yanı sıra takva libasını kuşanması, temiz(iffetli) olanların birbirine, kötü(iffetsiz) olanların birbirine yakışması…
İslam, yeterli ve uygun ortam ve odaların olması veya zaruret halinde tesettüre riayet ederek kadınların mahremi olmayan erkeklerle bir arada olmasına cevaz vermektedir. Karma ve cinsel tercihe kapı aralayan TCEP ise bu cevazın çok ötesinde ahlaki olmayan bir durumdur.
Sınıf gibi dar ortamlarda erkek ve kızların yan yana oluşu, göz temasından kaçmanın mümkün olmaması, laik eğitimin açık ve saçıklığı esas alması, LGBTİ türünden cinsel yaklaşımların dâhil edilmesi eğitimi daha feci bir hale getirecektir. Herhangi bir sınıfta ‘cinsel meyil veya tercih’ adı altında karşı iki cins sevgili vaziyeti alacağı gibi, aynı cinsten olanlar da bu vaziyeti alabilecektir. Okul idarecisi veya öğretmenin müdahalesi ise ‘kadına şiddet, cinsel tercihe engel ve ayrımcılık’ bağlamında suç(!) sayılacaktır. Daha korkuncu bir kız veya erkek öğrenci öğretmeninin ders ve eğitimle ilgili yönlendirmesini rahatlıkla ‘bana cinsel şiddet uyguluyor.’ iftirasıyla sabote edebilir. Bu facianın fark edilmesinden olacak ki, Batı yüzyılın pedagojik yanlışı olan karma eğitimi sorguluyor. Rusya, Polonya gibi birçok ülke İstanbul Sözleşmesinden çekilebiliyor.
Eğitimde karmalık ve cinsel tercih, çıkmaz bir sokaktır; çünkü kız ve erkeklerin farklı yaratılışı onları farklı davranış ve bulunuşlara sevk eder. Bu uygulama erkek ve kız öğrencilere zarar verir; çünkü kız ve erkekler fıtratları gereği farklı öğrenme stratejisi takip eder. Bu tür yaklaşımlar ise, bu öğrenme stratejisine uymaz.
Eğitimde karmalık ve cinsel tercih, iddia edildiği gibi kadın erkek eşitliği sağlayama(dı)yacak ve sloganlaştırılan ayrımcılığı gideremeyecek; aksine şehvet ve sapkınlık cenderesinde öğrencinin yeteneklerini geliştirme konusunda sınırlayacak.
Eğitimde karmalık ve cinsel tercih, feminist çıkışların bir algı yönetimi olup okul ve sınıflarda stres getirir. Bu proje, sureten kadını savunsa, cinsel serbestliği öne çıkarsa da zımnen kızları erkek hegemonyasına dâhil etmektedir.
Karma eğitim, ergen kız ve erkeklerin dersler yerine karşı cinsle ilgilenmesine ve ahlaki yozlaşmaya yol açtığı gibi TCEP toplumu, her cinse meyledebilen bir sapkınlıkla karşı karşıya getirecektir. Her iki durum da kız ve erkeklerin derslere odaklanmasını engelleyecek; faydalı, ahlaklı ve bilge bireylerin yetişmesinin önünü alacak.
Karma eğitimle muhafazakâr ailelerin kızlarını okula göndermedi. TCEP ile aynı aileler muhtemelen erkek çocuklarını göndermeyecektir. On yıllarca hassas bir kız kitlesi eğitimsiz kaldığı gibi erkek çocuklar da eğitimsiz kalacak. İslami ve insani kaygısı ön planda olmayan, cinsel sapkınlığı bir hak(!) olarak görenlerin devam ettiği bir eğitim süreci, rol model olamayan ve zihinleri allak bullak eden bozuk kişiliklerin eline mahkûm edil(di)ecek.
Batılı birçok ülke, eğitime özellikle ahlaklı bireylerin yetişmesi üzerinden vurulan darbeyi fark ettiği için bu sözleşmeyi imzalamamış veya anlaşmadan tek taraflı olarak çekilmiştir. Bizdeki dinozor, laik kafalılar ve bir kısım muhafazakâr zavallı ise mal bulmuş mağribi gibi toplumsal ahlaka dinamit olan bu sözleşmeye daha bir sıkı sarılmışlar.
…
İstanbul Sözleşmesi sağlıklı bir eğitim için niçin dinamittir? Bunu anlamak için eğitimi iyi kavramak lazımdır.
Eğitim, birey ve toplum için sosyal her alanda elzem bir zemindir.
Eğitim ‘siyaset, ticaret, sağlık, ekonomi, ahlak’ gibi toplumsal her alan ve ‘aile, okul, işyeri, hastane, cezaevi’ gibi sosyal her kurum için bir usul, bir giriş kapısıdır.
Eğitim, beşikten mezara kadar işlevsel bir mekanizmadır. Bu mekanizma, hiçbir aşamada aksama, tekleme ve arızaya mahal vermeyecek kadar hassastır.
Eğitimde amaç; ahlaklı, erdemli, nitelikli, hür vicdanlı birey ve toplum yetiştirmektir.
Eğitim, keyfe, isteyene ve idarecilerin politikalarına göre işleyen veya kobaya dönüşen bir süreç değildir.
Eğitim, insanı ruh, fikir, söz, davranış ve bireyler arası iletişim yoluyla terbiye etmektir.
“(Ey Muhammed) Sen yüce bir ahlak üzerindesin” ayeti ve ‘Rabbim, beni ne güzel edeplendirdi.” Hadisi çerçevesinde eğitim ‘ahlak ve edeplenme’ gibi iki üstün faziletten yoksun bırakılmamalıdır. Bu doğrultuda eğitim, Allah’ın Rab vasfının tecellisiyle insanı ve insanlığı ilahi terbiyeyle buluşturma ve bu terbiyeyi içselleştirme güzelliğidir.
Eğitim, insanı, kâinatı ve ilahi kitabı okuma; ahlaki bir yaşama razı olma ve bu yaşamı topluma sunma heyecanıdır. Doğumdan ölüme insan için şahsiyetin inşa süreci olup hikmeti aramanın tatlı yorgunluğudur. İnsanlık kadar uzun soluklu bir mecradır. Bu uzun soluklu mecra, birilerinin işkembesine göre ayarlanmamalıdır.
Zaaf, menfaat ve hırsıyla malum insan, doğru bir eğitimle sağlıklı bir işlevsellik kazanmazsa ‘cahil, bağnaz, bencil, kindar ve kibirli’ olur.
Eğitim; doğru bir zaman, sağlıklı bir zemin ve yeterli imkân ister. Eğitimciler, eğitim vasıtaları, yöntemleri, hedefleri ve sonuçları bu doğrultuda hazırlanmalıdır. Eğitim, bir toplumun ‘din, dil, kültür, ahlak ve sosyal yaşam’ gibi dinamikleriyle örtüşmelidir. Farklı kültür ve iklimlerden ‘ideoloji, çağdaşlık, kadına şiddet, pozitif ayrımcılık ve şartlar’ bahanesiyle devşirilen bir eğitim sistemi her yönüyle kadüktür.
Karma, seküler, cinsel meyli önceleyen, yeteneği sıfırlayan, tek tip insan yetiştiren; ırk, dil ve cinsiyet üzerinden ötekileştiren/ayrıştıran eğitim zaman, zemin ve imkân açısından doğru tasarlanmış ve uygulanabilir değildir.
Eğitimde plan, hedef, yöntem ve rol modellik olmazsa olmazdır. Eğitim; iktidar, bölge, sözleşme ve ideolojiye göre yazboz tahtasına dönmemeli ve öğrenciler, bir deneme tahtasına dönüştürülmemelidir. Cinsel sapkınlığa açık hale getirilmiş olan öğrenciler sağlıklı düşünme ve yorumlama imkânlarından mahrum bırakılmamalıdır.
Eğitim; faraziyeyle değil bilgiyle, kuruntuyla değil doğruyla, ideolojiyle değil fikirle, sapkınlıkla değil istikametle, şeytanla değil vahiyle tanışma, buluşma ve kaynaşmadır.
Eğitim; öğretmenin öğrenciye, babanın evlada, amirin memura, patronun işçiye, arkadaşın arkadaşa doğruluk ve hak noktasında model olması, zaman ve mekâna değer vermesidir.
İstanbul Sözleşmesi bağlamında özelde okullarda ve genelde sosyal alanda uygulanmak istenen TCEP’te kazın ayağı göründüğü gibi değildir. Bu proje, eğitim kurumlarındaki uygulamalar ile sosyal bir varlık olan insanı similasyonla biyolojik bir varlığa evirmeyi amaçlamaktadır. Sözleşme; ‘Cinsiyet, aile, inanç, örf ve ahlakın olduğu bir vicdan ve topluma hayır; kim kime dum duma diyenlere ses çıkarma, yaptıklarını meşrulaştır ve toplumda baştacı(!) et!’ demeye getirmektedir.’
Sosyal hayatı, eğitimle manevi dayanaklarından koparmaya çalışan TCEP, en büyük desteği İstanbul Sözleşmesi’nden ve parti, sendika, kurum, festival, film ve sanatçı adı taşıyan birçok meşum oluşum ve kişilerden almaktadır.
İnsan için aile ‘akraba ve kişi muhabbeti, hürmet ve dayanışması; nesil devamlılığı’dır. Kadına erkeği, erkeğe kadını eş olarak; ikisini çocuklarına anne baba olmayı ve ailevi problemlerde aile içi uzlaşıyı çok gören İstanbul Sözleşmesi aile için bir dinamittir. Maalesef bu dinamit, TCEP’le eğitim kurumlarında genç nesiller eliyle üretilmek istenmektedir. İktidar ve kimi akil insanlar da basiret kaybına uğramış olacak ki bu sözleşme ve projenin hayat bulması için aşk ve şevkle çalışmaktadır.
İstanbul Sözleşmesi ve TCEP’le ortaya çıkacak tablo şundan başkası olmayacaktır:
Hayâ duygusu kalmamış bireyler,
Her türlü sapkınlığı doğal gören zihinler,
Olmamış ve düşünülmemiş söz ve davranışlardan dahi kadına şiddeti çıkaran eblehler,
Bilim, evrim ve pozitivizm adıyla narsis ve şehvet kölesi öğrenciler,
Erken yaşta evlendi diye hapse atılan kocalar ve mağdur kadınlar,
Dağılmış aileler, iletişimsiz bireyler ve üretmekten aciz öğrenciler…
Say sayabildiğin kadar…
Kaynak:
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.