En Koyu Bağımlılığımız Kudüs Olmalı!
Bayram dâhil mübarek Ramazan ayımızın son demleri, tel’ine matuf siyonist işgalcilerin insanlık dışı eylemleri ve direniş güçlerinin imanla gösterdikleri yiğitçe mukavemeti müşahedeyle geçti.
Her Müslümanın kanayan yarası, çaresizliği ve sessiz çığlığıdır Kudüs.
Bayram dâhil mübarek Ramazan ayımızın son demleri, tel’ine matuf siyonist işgalcilerin insanlık dışı eylemleri ve direniş güçlerinin imanla gösterdikleri yiğitçe mukavemeti müşahedeyle geçti. Yeri geldi izlediğimiz haberler karşısında yüksek seslerle lanetler okuduk, yeri geldi acziyetimizi hatırlayıp sükûnetle olayları takip ettik, yeri geldi sosyal mecralarda yekvücut olduk ve dünya kamuoyuna yapılan zulmü göstermeye çalıştık. Yeterli oldu mu, tatmin etti mi ya da imanımız kabul etti mi?
Pek tabii bunun cevabı koca bir hayırdır. Evet, yaptıklarımız gücümüz nispetinde kıymet arz ediyor. Zulmü dünyaya duyurma noktasında yaptıklarımız da değerli fakat bir işgal ve sıcak bir zulüm söz konusu olduğunda ve iki tarafın hamleleri mukayeseye tabii tutulduğunda yapmamız gerekenlerin çokluğu, bize yedi saat uyuma hakkı tanımıyor kardeşler. Vazifelerimiz, bize eşbah bir hayat yaşamak şansı tanımamalı. Gördüklerimiz bizi doldurmalı, bizi yola itmeli, bizi bize getirmeli, bizi Rabbe götürmeli, bizi din-i mubinin müdafaasına cansiperane şekilde vaziyet aldırmalı. Kimi zaman taşla, kimi zaman kalemle, kimi zaman kelamla ama mütemadiyen, ama durmadan ama nihai gün çatıncaya dek!
Kudüs’e, Kudüs fatihi Selahaddin’in nokta-i nazarından yaklaşmalıyız. Kendisi –Allah ona rahmet etsin- bir Cuma günü camii kürsüsündeyken bir genç bağırır:
-“Kudüs’e cihat emret, başka ne konu önemli olabilir”, der. Selahaddin-i Eyyubi gence cevap vermez. Ertesi günün sabah namazına durmadan önce Sultan Selahaddin cemaatine döner ve sorar: “Dün bana Kudüs için cihat emretmemi isteyen genç nerede?” Cemaatten ses çıkmaz. Çünkü genç sabah namazına gelmemiştir.
Sultan Selahaddin cemaatine döner ve o meşhur ifadesini dillendirir: “Vallahi! Cuma namazına gelenler sabah namazına gelmedikçe Kudüs için cihat emri vermeyeceğim.’’ Aslında mesele gayet açık ve nettir.
Kudüs’ün prangalarından kurtulması belki de bizim prangalardan kurtulmamıza bağlıdır. İşimize ve içimize bakmaya bağlıdır belki de. Herkes içini ve etrafını Müslümanlaştırmaya başlarsa etraf hakiki Müslümanlarla dolar, taşar. Herkes işini en iyi şekilde yaparsa mevcut düzeni düzenler. Düzen Müslümanlaşırsa Kudüs’te, Mekke’de Medine’de özgür olur, yeniden bizim olur.
Global sistemin çarkına çomak sokmadan ya da alternatif sistem oluşturmadan belki de sistemi dönüştürmeden bu bahsi geçen durum mümkün olmayacaktır. Ama bilmeliyiz ki fethin madden ve manen şifreleri bir düzen oluşturmaktan, bir olmaktan, beraber olmaktan geçer.
Karşımızda insanlık tarihi boyunca eşine az rastlanmış legal bir terör devleti ve lanetlenmiş bir zihniyet var. Nitekim en iyi oyuncu Oscar’ı alan Hollywood yıldızı Dustin Hoffman’ın: “israil doğdu, insanlık öldü.” söylemi bir hakikatin ifadesidir.
Pek ala zihnimizde “nice az topluluklar, sayıca kendisinden çok topluluğa galip gelmiştir.’’ gibi ilahi teselli ve teslimiyet anaforu oluşturan ayetler hâsıl olmuştur. Sadakna! Ama gayretsiz tevekkül olmaz. Evvela gayret, bilahare tevekkül inşallah akabinde zafer. Duyuyor gibiyim ‘ama nasıl?’ dediğinizi, nasıl olacak bu zafer…
Peki nasıl?
Aşina olduğumuz bir mesele ile olaya izahat getireyim. Mecnun vardı zamanında aşk derken akla gelen, sevda derken ismi zikredilen, kendinden geçen zat…
Mecnun…
Günün birinde ona denk gelenlerden biri sormuş: “Nasılsın?’’ cevap vermiş bizimki: “Leyla” şaşırmış adam, devam etmiş: “Ne yapıyorsun?” Mecnun cevap vermiş: “Leyla”, “Nereye gidiyorsun?’’ cevap “Leyla”, “Nereden geliyorsun?’’ cevap “Leyla’’… ne dese Leyla ne görse Leyla…
İşte meselemiz bu olmalı. Gönül verdiğimiz, yarenlik ettiğimiz, hür kalamadığı için kederlendiğimiz bir davamız varsa… Mecnun olmalıyız. En koyu bağımlılığımız Kudüs olmalı. Her işimizin yolu Kudüs, Mekke ve Medine sokaklarına çıkmalı. Yazı mı yazıyoruz? Kudüs için yazmalıyız. Dijitalde içerik mi üretiyoruz? Kudüs için üretmeliyiz. Dergi mi çıkarıyoruz? Kudüs için çıkarmalıyız. Radyo sunuculuğu mu yapıyoruz? Kudüs için yapmalıyız. Okul mu okuyoruz? Kudüs için, Mekke için ve bunların hürriyeti için okumalıyız. Kalıcı gündemlerle, büyük hedeflere yol mu almak istiyoruz? Bahsi geçen mukaddes mekânları ve onların zihni esaretini unutmamalıyız. Zihnimize mıhlamalıyız.
Öfkemiz her ne kadar tankla, topla ve tüfekle azgın bir azınlığı haritadan silmek istiyor olsa da, bunu kontrol etmeli, öfkemizi biriktirmeli ve itici güç olarak yapacaklarımıza enerji azığı olarak kullanmalıyız. Müslüman, yaşadığı dünyaya yabancı kalamaz. Salt bir duygusal reaksiyon da veremez.
Yarım milyon erin bir imzayla harekete geçtiği bir dünyada, bin tüfek bir kalem kadar değerli değildir. Ve Müslüman davasını hâkim kılma peşindeyse o kalem olmanın mücahedesini vermek zorundadır. Bu sebeple öfkemizden taviz vermeden, eylem gücünden eksiltmeden güç kazanmalıyız. Çağa tanık olmalı, çağdan bihaber kalmamalı ve çağa kendimizi tanıtmalıyız.
Gür bir sesle kendimize şunu söylemeliyiz:
“Ey Kudüs sana ahdim olsun! Tek kalsam bile seni unutmayacağım, çalışmaktan vazgeçmeyeceğim senin için. Sen düşersen, biz düşeriz çünkü.’’
Yusuf Yetiş
Kaynak:
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.