Muhammed Ali AKAY
Genç Bir Kadının 6-8 Ekim Vahşetine Tanıklığı
Bir kardeşimiz 6-8 Ekim’de yaşanan olayların halkımız tarafından daha iyi anlaşılması için bir kardeşimizin bizzat hanımının başından geçen olayları yazmamızı rica etmesi üzerine bu yazıyı yazıyoruz. Hanımının dilinden:
‘Diyarbakır’a bayram ziyareti için gittim. Eşim askerdeydi. Ben de hamileydim. Yanımda 1,5 yaşında oğlum vardı. Kurban bayramı sabahı her şey çok güzeldi. Arkadaşlarımı ziyaret edip hasret gidermek için bayram ziyaretine gittim. Arkadaşlarımızla bir araya geldik. Eski hatıralarımızdan bahsediyorduk ki ikindi namazı okundu. Geç olmadan eve gidelim deyip kalktık. Otobüse bindim. Olaylar çıkmış, her yer savaş alanına dönmüştü. Otobüs şoförü: ‘İlerlemek istemiyorum. Canım da malım da tehlikededir. Lütfen herkes aşağıya insin.’ Dedi ve herkesi aşağı indirdi.
Telefonumun şarjı yoktu. Oradaki bir esnaftan yardım istedim. Lokantaydı. Adamlar halime acıdılar. Ve bana telefon verdiler. Kardeşimi aradım. Yeri söyledim. Ben telefonla konuşurken slogan atıp sağa sola saldıran kalabalık bir gurup geliyordu. Lokanta sahipleri dedi ki: ’Abla lütfen içeri gir. Çarşaflısın, bunlar çarşaflılara saldırıyor. Allah muhafaza sana saldırıp seni linç edebilirler. Biz ise hiçbir şey yapamayız. Sen lokantaya gir, arka tarafta bekle. Dışarı çıkma. Kardeşin gelirse biz de dükkanı kapatıp gideceğiz.’ Çok korkmuştum. Hamileydim. Karnıma bir ağrı girdi. Sırtım da ağrımaya başladı. 1,5 yaşındaki oğlum da ağlamaya başladı. Yarım saat sonra kardeşim geldi. Yollar kapalı olduğu için beni evimize götüremedi. Oraya yakın olan bir akrabamızın evine bıraktı. Akrabamızın dükkanı vardı. Dükkanı yakmasınlar diye akrabam kocasıyla beraber dükkanını korumaya gitti. Giderken: ’Canım seni yalnız bırakmak istemezdim. Ama kadınlar kocaları ile beraber dükkanda durunca dükkanı yakmıyorlarmış. Dükkan sahibi sakallı ise kesin dükkanını ateşe veriyorlarmış. Ben gitmeliyim. Üzgünüm. Sen ne olursa olsun kapıyı kimseye açma.’ Dedi ve gitti. Akşam olmuştu. Olaylar şiddetlendi. Göstericiler binaya girdi. Tek tek kapıları vuruyorlardı. ‘Kapıyı Açın’ deyip kapıları yumruklayıp tekmeliyorlardı. 1,5 yaşındaki oğlum ağlamaya başladı. Ben tüm lambaları söndürmüştüm. Çocuğum: ‘Emmi! Baba! diye ağlıyordu. Çocuğu sakinleştirmeye çalıştım. PKK’lılar, çok şükür kapıyı vurmayı bırakıp çekip gittiler.
Tam iki gün dışarı çıkamadım. Olaylar biraz sakinleşmişti. Akrabam bir taksi tuttu. Taksiciyi tembihledi. Taksici yolda giderken sokaklarda halen eylemler olduğu için beni indirmek istedi. Ama çok ısrar ettim. Taksici ara sokakları kullanarak beni evimize kadar getirdi. Eve vardım. Bir gün daha ailemin yanında kalıp eşimin memleketine geri döndüm. Bu olayları askerde olan eşime anlatmak istemedim. Ama eşim:’Ben rüyamda kulağımdan kan geldiğini gördüm.’ Deyince eşime tüm olayları anlattım. Tabi beklediğimiz çocuğu da dün gece düşürdüğümü, hastanede olduğumu da ağlayarak anlatmak zorunda kaldım. 6-8 Ekim olaylarında yaşadığım dehşetten dolayı çocuğunu düşürmüş bir anneyim. Normalde biz Kürtlerde çocuğunu düşürmüş bir anne bu durumu hiç kimseye anlatmaz. Ama bu zalimlerin vahşetini halkımızın anlaması ve yetkililerin o gün ihmali olan devlet memurlarını da hesaba çekmesi için bu olayı ayrıntısı ile anlatmayı bir vazife olarak gördüm.’
Evet, bunları okuyucularımız ile paylaşmamızı isteyen kardeşimiz de tüm bunları anlatırken ağlıyordu. 6-8 Ekim vahşetini sıradan bir protesto olarak görmemek gerekir. Ülkemiz bu olayı tertipleyen, vahşeti ve dehşeti kalplere sindirerek şehirlerimize egemen olmak isteyen zihniyeti iyi tanımalıdır. Bu zihniyetten hesap sorulmalı ve PKK gibi zalim bir örgütün gerçek yüzü halkımıza gösterilmelidir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.