Gezi Parkı'nda gizlenen gerçekler ve beklentiler
Türkiye ciddi bir yol ayrımına daha gelmiş bulunuyor. 'Ergenekon', 'Barış Süreci' derken üç beş ağacın sökülerek yol genişleme çalışması yapılmak istenen Taksim'de Gezi Parkı ile başlayan basit süreç, kısa zamanda tüm ülkenin meselesi haline geldi. Aslınd
HABER MERKEZİ - Taksim'den 'Tahrir' çıkarmak isteyen iç ve dış tüm kesimlerin devrim hevesi, ülkeyi sanal olarak kaosa sürükleyecek gibi oldu. Ancak durum, bu meydanı birkaç 'çapulcu'ya bırakmayacak kadar önemliydi. Çünkü işin içinde emperyal dış güçlerin de eli vardı. Neredeyse bir ayı bulan gösteriler tehdit boyutunu aşmış ve dezenformasyonel tehlike saçmaya devam ediyor.
Ak Parti hükümetinin başından bu yana kendine has ülke çıkar ve menfaatlerini gözeten yol haritasını, İslam dünyasının potansiyel tehdit olarak algıladığı ABD ve AB gibi emperyalist şer güçlerinin menfaatleriyle çatışmayan bir politikayla sürdürüyor olması, zaten başlı başına izlenen yanlış bir siyasetti. Erdoğan, hükümetin bu yanlış siyasetini halkta iyi bir karşılık da bulan 'başı dik duran' bir Başbakan profiliyle lehe çevirmeye çalışıyor.
Peki, bundan böyle AB ve ABD ile ilişkiler nasıl olmalıdır? Türkiye eğer kendi kendini geçindirebilecek bir ülke konumundaysa ki geçindirebilir, bu olaylarla düşmanlığını açıkça gösteren AB ve ABD ile ilişkilerini her şeye rağmen kesmeli veya en asgariye indirmelidir.
Bu da nereden çıktı(!) demeyin. Gezi Parkı olayları esnasında açıklama üstüne açıklamalar yapan başta Amerika olmak üzere Avrupa ülkeleri, 'gelişmeleri kaygıyla izlediklerini', büyük 'endişe'ler taşıdıklarını belirterek Ak Parti hükümetinden çok Erdoğan'ı hedef alan açıklamalarla duruşlarını sergilediler. Söylemlerdeki 'polisin aşırı şiddet kullandığı' ifadesi doğru, biz de katılıyoruz bu görüşe. Ancak üç beş ağaç deyip tencere tava sokağa dökülenlerin profiline bakıldığında bunların; aslında Erdoğan'ın şahsında geçmişten günümüze İslam'a savaş açmış içki lobisi, faiz lobisi ve siyonist uzantılı zümre ile solcu marjinal gruplardan oluştuğu rahatlıkla görülecektir.
Nitekim Gezi Parkı olayları nedeniyle Türkiye'ye kınama bildirisi yayınlayan Avrupa Parlamentosu'nu (AP) tanımadığını söyleyen Başbakan Erdoğan'ın "Avrupa Parlamentosu'nun kararını tanımıyorum" sözü, çok yerinde bir cevap oldu. Kendine üye ülkelerde yapılan gösterilere kör kalan AB'nin; adaylığını, sınavını vereceği fasıllara sıralayan Türkiye için kınama bildirisi yayınlayarak uyarıda bulunmak gibi çok yüzlülük sergilediği ve kabul edilemez bir tutum takındığı ortadadır.
Hükümet, Türkiye hakkında korkunç senaryolar üreten batılı bu şer güçlere karşı radikal kararlar alabilmeli. Yoksa sonunu hazırlayanlarla başa çıkması bugün olmazsa bile yarın çok zor olabilir. 60 yıla yakındır Türkiye'yi kapısında bekleten AB'den bugüne kadar hayır gelmediği gibi bundan böyle de hayır geleceği beklenemez. Sahi, Türkiye yönünü AB yerine neden Asya'ya veya Doğu'ya çevirmiyor?
Yaşanan süreç çerçevesinde gazeteci Yiğit Bulut'un köşesinde yer verdiği bir belge, aslında Taksim olaylarını özetlemeye yetiyor. Belgenin rapor ve eylem planı, iki Avrupa ülkesi istihbarat servisi ve bir üniversite ile birlikte "2009 Türkiye..." başlığı altında hazırlanmış.
300 sayfalık olduğu belirtilen özet belgenin bir bölümünde şöyle ifadeler geçiyor: "...Türkiye, 2009 başı itibariyle özellikle IMF ilişkisinin kesilmesi sonucu kontrol edilemez bir noktaya kaymış, belirlenen yeni hedefler ve alınacak önlemler doğrultusunda uygulanabilecek senaryolarda yer alacak paramiliter ve sivil unsurların yeniden gözden geçirilmesi zorunlu hale gelmiştir. Son 300 yıldır hiçbir İslam ülkesinin etkin ve aktif olmasına izin vermeyen emperyal stratejimiz, Türkiye'nin bu inisiyatifi ele geçirmesine de asla izin veremez. Türkiye'nin bu çıkışı ve durdurulmadığı takdirde gidişatı, küresel emperyal denklemi bozabileceği gibi varlıkları tamamen emperyal odaklarımız tarafından yönetilen İslam ülkelerini de akıllarında olmayan yeni bir yola itebilir. Bu gidişat, varlıklarımız ve etki alanlarımız için bütün denklemlerin yeniden tanımlanması anlamını taşıdığı gibi Dünya Denklemi açısından da kabul edilemez..."
Ve detaylandırılarak sunulan yazı, yapılacak eylemlerin planı şeklinde maddeler halinde sıralanıyor. Yoruma gerek duyulmayacak açıklıkta olan bu belge karşısında Türkiye'nin, başta hükümet kanadı olmak üzere sorumluluk sahibi parti ve İslami camiaların üzerinde derin derin düşünmesi gereken son derece vahim bir tabloyla karşı karşıya bulunduğu görülüyor maalesef.
Gezi olaylarında bir başka iddiayı da Yeni Şafak Gazetesi, 16 Haziran'da manşetten duyurdu. Habere göre Yahudi lobisi AIPAC'in desteğiyle faaliyetlerini sürdüren Amerikan Girişimcilik Enstitüsü'nde (American Enterprise Institute, AEI) düzenlenen toplantıda 'apolitik Türk gençliğini sokağa indirerek canlı tutmak' için masaya yatırılan 'İstanbul İsyanı' senaryosu 12 Şubat'ta gerçekleştirildi. NeoCon'lar olarak bilinen ve Türk kamuoyunun da yakından tanıdığı Donald Rumsfeld, Paul Wolfowitz, Bernard Lewis, Elliot Abrams, Richard Perle, John Bolton, William Kristol ve Douglas Feith gibi isimlerin katıldığı toplantının moderatörlüğü'nü ise Türkiye aleyhtarı görüşleriyle bilinen Ortadoğu Uzmanı Michael Rubin yaptı.
Taksim'de olaylar yaşanır da şer güçlere çalışan medya boş durur mu? Birçok yabancı basın kuruluşu olayları çarpıtarak verdi. İnsanların 'nasıl olur' türünden tepki ve şaşkınlıkları, sonrası yaşanacaklar için inşallah ders mahiyetinde olur. Bu yalan, yanlış, taraflı haberciliğin başını elbette ABD televizyonu CNN İnternational çekiyordu. Batılı birçok basın-medya çarpıtma haberler yaptı ancak örnek olması açısından sadece CNN'e bakalım. Yaşananlar CNN'nin penceresinden bakın nasıl aktarılıyor.
53 Kişinin hayatını kaybettiği Reyhanlı saldırısını alt yazıyla verip normal yayın akışını bile kesmeyen CNN'nin, Taksim'deki olayları saatlerce canlı olarak vermesi ve sanki Türkiye'de büyük bir iç savaş yaşanıyor izlenimi yaratarak yayınını sürdürmesi bile tek başına amacın kötü emellere hizmet ettiğini gösteriyor.
Burnunun dibinde, New York'ta 100 bin Yahudi'nin israil karşıtı eylemine kör kalan CNN'nin siyonist lobinin güdümünde hareket eden bir politika izlediği daha bir net ortaya çıkıyor.
Gezi Parkı için CNN'nin canlı yayınına bağlanan Başbakan'ın dış politika baş danışmanlarından İbrahim Kalın'ın 'bir grup eylemcinin Beyaz Saray'a yürümesi karşısında ABD polisi ne yapardı' karşı sorusu karşısında 'şov bitti' diyerek yayını kesme küstahlığına ne demeli peki?
Washington ve Newyork'ta 14 kişinin hayatını kaybettiği Wall Street olaylarına bile sansür uygulayan CNN, Taksim'de olayların yaşandığı günler içerisinde Londra'da polisin göstericilere uyguladığı aşırı müdahaleyi bile görmezden geldi. Aynı CNN, Ak Parti'nin İstanbul Kazlıçeşme'de 'Milli İradeye Saygı' mitingine ait bir fotoyu sanki Erdoğan karşıtı gösteri yapılıyormuş gibi dünyaya duyurarak büyük bir skandala imza attı.
Olayın bir başka boyutu da siyonistler…
Taksim'de yaşananlardan ötürü memnuniyetlerin nasıl ifade edeceklerini şaşıran israilli siyonistlerden israil Parlamento Başkanı Livni, Taksim'de yaşananlar için bakın neler söylüyor: "Türkiye'deki gösterilerin Erdoğan düşene kadar devam etmesi için dua ediyoruz. Kendisi israil'in düşmanı. Onunla barışmamıza ve resmî özür sunmamıza rağmen bize karşı da düşmanca bir tavrı var." Bir başka siyonist Dışişleri eski Bakanı Avigdor Lieberman da "Türkiye'nin işleri bizi ilgilendirmiyor ama orada olanlara ilişkin mutluluğumu gizleyemiyorum" diyerek memnuniyetini ifade ediyor. İsrail Altyapı Bakanı Silvan Salom ise "Türkiye ile ilişkileri iyileştirmek israil için önemli ama aynı zamanda Türkiye'yi yeni Osmanlıların iktidarından kurtaracak her gelişmeyi memnuniyetle karşılarız" diye açıklamada bulunma cüretini açık açık gösterebiliyor.
Görüşlerini açıklayan siyonist israil işgal rejimini temsil eden Yahudilerin Türkiye'ye bakış açısı bu. Bu yüzden israil'le ilişkiler hiç başlatılmamalı, olan da derhal sonlandırılmalıdır.
Taksim olaylarında, hedefin aslında Başbakan Erdoğan'ın şahsında İslam olduğu görülmelidir. Yoksa mesele Erdoğan'ı savunma veya Ak Parti'yi aklama meselesi değil. Bunu Gezi Parkı eylemcilerinin profiline bakarak öğrenebiliriz. GENAR'ın Gezi Parkı eylemcileri arasından yaptığı araştırmaya göre eylemcilerin yüzde 74.2'si CHP'ye, yüzde 15.8'i BDP'ye yüzde 2.4'ü TKP'ye, 2.1'i İP'e, 1.8'i DSP'ye, 1.2'si Ak Parti'ye, 1.2'si MHP'ye, 0.6'sı Bağımsızlara, 0.3 DP'e ve 0.3 de SP'ye oy veriyor. CHP, BDP ve marjinal diğer sol örgütlerin İslam'a karşı düşman tutumu konusunda herkes hemfikir, bunda şüphe yok. Bu tablo, meselenin aslını öğrenmek ve tavrını ona göre ortaya koymak isteyenler için önemli bir örnek oluşturuyor.
Diğer yandan olayların başladığı günden sonra Taksim'den Beşiktaş'a kadar tüm sokakların boş içki şişe ve kutularından ve kötü kokulardan uzun bir süre geçilemediği bir gerçek. Ve en önemlisi de olaylar sırasında Dolmabahçe'deki Bezmialem Valide Sultan Camisi'ne ayakkabıyla girip içki içecek kadar adileşen bir zümreyle karşı karşıya bulunulduğunu unutmayalım. Özellikle de hükümetin yasayla içkiye getirdiği yasak sonrası Gezi Parkı eyleminin, içki-uyuşturucu lobisinin ahlaksız zümre tabanıyla tepkisini ortaya koyması olarak da değerlendirilebilir.
Sonuç olarak burada bizce çıkarılması gereken en önemli ders, on yılı aşan bir süredir iktidarda olan Ak Parti hükümetinin 'malum çevreleri memnun etme politikasından vazgeçip yüzde 99,9'u Müslüman olan halkın geçmişte alınıp verilmeyen İslami tüm anayasal hak ve hukukunu korka korka değil büyük bir cesaretle ve bir an önce teslim etmesi gerekir. Yeni anayasanın hemen yürürlüğü konması ve barış sürecinin bölgede karşılığı olan tüm kesimlerin de muhatap alınarak nihayete erdirilmesi, hükümetin acil olarak hassasiyetle üzerinde durması gereken en önemli konulardır. Fincancı katırlarını ürkütseniz de bunları gerçekleştirmelisiniz. Unutmayın arkanızda Müslüman bir halk var.
(Mehmet Özcan - Analiz / İLKHA)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.