Güzel Atlar Ülkesi: KAPADOKYA

Güzel Atlar Ülkesi: KAPADOKYA

Saatler kurulmuş, çantalar hazırlanmış ve yeni bir rotanın heyecanıyla başımı yastığa bırakmıştım. Gecenin nasıl bittiğini bilmeden kuş ötüşünü andıran zil sesiyle uyanıverip çantaları arabaya taşıdım.

Saatler kurulmuş, çantalar hazırlanmış ve yeni bir rotanın heyecanıyla başımı yastığa bırakmıştım. Gecenin nasıl bittiğini bilmeden kuş ötüşünü andıran zil sesiyle uyanıverip çantaları arabaya taşıdım. Sabah trafiğine kalmadan İstanbul’dan çıkmak istiyorduk. Kontağı çevirip yola koyulduk.

Sabah güneşi yolculuğumuza eşlik ediyor, bir yandan gözümüzü kamaştırırken öte yandan içimizi ısıtıyordu. Belki de rotamızın güzelliğiydi, içimizi ısıtan. 60 milyon yıl önce Erciyes, Hasandağı ve Göllüdağ’ın püskürttüğü lav ve küllerin oluşturduğu yumuşak tabakaların milyonlarca yıl boyunca yağmur ve rüzgâr tarafından aşındırılmasıyla ortaya çıkan bölgeye doğru kırmıştık direksiyonu. Rotamız: Kapadokya.

Yolcuğumuzun ilk molasını Sapanca gölü kıyısında kahvaltı yapmak için vermiş, ördeklerin göldeki dansına şahitlik etmiştik. Vakit kaybetmeden güneşe doğru ilerliyor, güneşi tam tepeye aldığımız vakitlerde Tuz Gölü’ne ayak basmıştık. Yalın ayak turladığımız gölün ayak sağlığına faydasının yanında manzarasıyla ruh sağlığına da iyi geldiğini, sonrasında ise düşler şehri Kapadokya’nın girizgahı olduğunu anlıyoruz. Ziyaret ettiğimiz aylarda gölün göz alabildiğince kurumuş olması, göldeki kristallerin pembemsi elbiseleriyle bizi karşılamasına sebep oluyor. Göl çevresindeki bilgilendirme panolarından öğrendiğimiz kadarıyla yüzde 32 tuz oranıyla dünyanın en tuzlu göllerinden sayılan Tuz Gölü, Türkiye’nin de en büyük ikinci gölü olma unvanını taşımakla beraber ülkemizin tuz üretimine yüzde 40 oranında katkı sağlamaktadır. Hakkında öğrendiklerimizle gölü arkada bırakıp yolumuza devam ediyoruz. Yol boyunca birçok noktada mola verip yolculuğun keyfini çıkara çıkara ilerliyoruz. Ve nihayet Kapadokya’ya giriş yapmıştık.

Kapadokya, Orta Anadolu'da, genellikle Nevşehir, Kayseri, Kırşehir, Aksaray ve Niğde etrafında şekillenen tarihi bir bölgedir. Eşsiz doğal görüntüsünü ve peribacalarını etrafında bulunan sönmüş volkan lavlarına borçludur. Bazı araştırmacılara göre Kapadokya ismi Huw-aspa-dahyu yani “güzel atların ülkesi"dir. Kapadokya gerçekten de doğal güzelliklerin mucizevi bir görüntüyle harmanlandığı bir yerdir. Bölgenin ilginç yapısı, size yeryüzünde gösterdiği güzelliklerin daha fazlasını yerin altında da sunar. Kapadokya öyle ilginç bir yerleşim yeridir ki, günümüzde dahi yeni yeraltı şehirleri keşfedilmektedir ve sırları çözmekle bitmemektedir. Balonlarının eşsiz görüntüsü, peribacalarının heybetli ve farklı görüntülerle duruşundan yer altı şehirlerinin ilginç dokularına kadar burası tam bir masal şehridir. Kapadokya'yı keşfetmek biraz zorlu parkurlarda yorulmak ve toz içinde kalmayı göze almakla beraber, gördüğünüz her kare buna değerdir.

Bu bilgiler eşliğinde mağaradan çevrilme otelimizin yanı başına çekiyoruz aracımızı. Mağaradan otel odasına çevrilen yerlerin yazın serin tutma kışın ise sıcak tutma özelliği olduğunu öğreniyoruz. Eşyalarımızı yerleştirdikten sonra karnımızı doyurmak için telefondan mekan aramaya koyuluyoruz. Otel görevlisinin Kapadokya bölgesinde hem yemeklerin çok lezzetli olmadığını hem de alkolsüz mekan seçeneğinin az olduğunu söylemesiyle yönümüzü Nevşehir’e çeviriyoruz. 14 km uzaklıkta olması ve mekan seçeneklerinin fazla olması Nevşehir’i daha cazip kılıyor. Müşteri yorumlarını okuduktan sonra kendimize uyduğunu düşündüğümüz bir mekana doğru hareket ediyoruz. Arkamızdan güneş batarken önümüzde gölgemizi yakalamaya çalışarak ilerliyoruz. Mekana varmış, yemeğimizi yiyip Ürgüp/Göreme mevkiinde olan otelimize doğru yola çıkmıştık. Güzel atlar ülkesinin gecelerinin de bir başka olduğunu otelin terasında kahvemizi yudumlar iken keşfedecek, sabah balonları izlemek için alarm kurup yorgunluklarımızla uykuya dalacaktık.

Ezan sesi alarm sesini baskılamış sanki odamızda okunuyor gibiydi. Hızlıca hazırlanıp namaz kıldıktan sonra balonların gökyüzündeki keşfine aşağıdan eşlik etmek için yola çıkıyoruz. 10 dakikalık bir mesafeyi kat ettikten sonra kendimizi şişirilme aşamasında olan balonların ortasında buluyoruz. Az sonra bastıkları hava ile yükselen balonların gökyüzündeki muazzam şölenine eşlik edecektik. Balonlar havalanmış, gökyüzünde onlarcasının birbirine çarpmadan ilerleyişini hayretle izliyoruz. Biraz sonra balonları daha yüksekten izlemek için aşk vadisinin tepesine doğru hareket ediyoruz. Buradan izlediğimiz balonların teker teker yere inmesi gibi tepeden otelimize yavaşça süzülüyoruz. Kahvaltı yapıp daha önce çizdiğimiz rota çerçevesinde hareket edecek kendimizce Ürgüp/Göreme bölgesinin büyük bir kısmını gezmiş olacaktık. İlk hedefimiz Göreme Milli Parkı. Tarihin ve doğal öğelerin harmanlanmasıyla oluşan sıra dışı bir görsel sizleri bekliyor diyebilirim. Milli parka gelip, yanı başındaki Devrent’e uğramadan gidilmez. Devrent’te diğer peri bacalarından farklı olarak deve şeklinde peri bacası gördük. Vadideki yürüyüşünüzde hayal gücünüzü kullanırsanız farklı farklı şekillerde hayvanlar da görebilirsiniz. Devrent’ten sonra Zelve Açık Hava Müzesi’ni ziyaret edip Paşabağları’na dalıyoruz. Açıkçası Zelve’yi ziyaret ettiyseniz burayı gezmenize gerek yok.

İkindiye doğru Uçhisar ve Ortahisar kalelerini ziyaret edip, gün batımını Sunset denilen noktada seyir etmek gezimizin en güzel yanlarından biriydi. Güneş battıktan sonra karınlar doymuş şekilde kahve içerken buluyoruz kendimizi. Otel terasında ritüel haline gelen kahve molamız gün boyu bize eşlik eden yorgunluğumuzu alıyor, dinginleştiriyordu. Hem günün yorgunluğunu üstümüzden atmak hem de sabah erkenden yola çıkacağımız için uyumamız gerekiyordu. Rotamızda Derinkuyu yeraltı şehri, Ihlara Vadisi vardı. Sabah erkenden uyanıp Derinkuyu yer altı şehrine doğru yola çıktık. Saat 07.30 gibi Derinkuyu’ya varmış hesaplamadığımız saat faktörü yüzünden yeraltı şehrine girememiştik. Saat 10.00’da açılan yeraltı şehrine girmek için beklememiş, Ihlara Vadisi’ne doğru kırmıştık rotayı. İlçe yollarından ve köy yollarını aşıp yeşiliyle ve akan suyuyla bizleri büyüleyen Ihlara’nım girişine varmıştık. Fakat burası da saat 10.00 da açılacağından giriş kapalıydı. Müze kart ile giriş yapılan bölgeye yaklaşık 400 merdiven indikten sonra ulaşıyorsunuz. Temizlik görevlisi bizlere 4-5 km sonra sağ taraftan başka bir girişinin olduğunu dilersek oradan bilet almayarak vadiye girebileceğimizi söyledi. Hiç vakit kaybetmeden vadinin öteki ucuna gittik. Vadinin öteki ucunda bulunan köydeki kiliseyi gezdikten sonra tarif edilen yerden Ihlara’ya giriş yaptık. Gerek kamplarım olsun gerek farklı yerleri gezmişliğimden gördüğüm manzaralar olsun hiçbiri burası kadar etkilememişti beni. Yazın kavurucu sıcağından kurtulup serin hatta soğuk sayılabilecek bir yere geçtiğimden midir bilinmez ama Ihlara gönlümü de ferahlatmıştı. İçerisinde birçok kilise bulunan Ihlara, dünyanın en büyük kanyonları arasında. Ayrıca kamp yapabileceğiniz birçok nokta mevcut. Ihlara Vadisini kamp haritamıza ekleyip daha sonra gelmek üzere ayrıldık. Direksiyonunu farklı rotalara kırıp, geride bir doğa, tarih ve medeniyet bırakıp başka bir kültüre doğru yolculuk yaptık.

Düştük yine yollara, dönüş yabana.

Murat Çöklü

Kaynak:Haber Kaynağı

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.