Hac Kudsi ve Semavi Kongredir, İhmali Felaket Olmuştur

Hac Kudsi ve Semavi Kongredir, İhmali Felaket Olmuştur

Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri 1920 senesinde neşrettiği Sünuhat isimli eserinde, gördüğü sadık bir rüyada birisinin gelip kendisine şöyle dediğini söyler ve devam eder:

Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri 1920 senesinde neşrettiği Sünuhat isimli eserinde, gördüğü sadık bir rüyada birisinin gelip kendisine şöyle dediğini söyler ve devam eder:

“Mukadderat-ı İslâm için teşekkül eden bir meclis-i muhteşem seni istiyor.”

Müslümanların başına Allah’ın takdiri olarak gelen olaylar için bir araya gelmiş muhteşem bir meclis seni istiyor.

Gittim, gördüm ki, münevver, emsalini dünyada görmediğim, Selef-i Salihînden ve a’sârın meb’uslarından her asrın meb’usları içinde bulunur bir meclis gördüm.

Benzerlerini dünyada görmediğim ilk dönem alimlerin ve Allah dostlarının bulunduğu, yine her asrın seçkin/öncü şahsiyetlerinin de yer aldığı bir meclisti.

Hicap edip kapıda durdum. Onlardan bir zat dedi ki: “Ey felâket, helâket asrının adamı, senin de reyin var. Fikrini beyan et.”

Utanarak kapıda durdum. Meclistekilerden biri bana şöyle dedi: “Ey kıtlık ve salgın gibi felaketlerin, savaş ve dinsizlik gibi helak edici şeylerin yaygın olduğu asrın adamı, senin de söz hakkın var, fikrini söyle!”

Üstad, kendisine soru sorarlarsa cevap vereceğini belirtir ve o mübarek meclis, Üstada birkaç soru sorar. İlk soruları başka bir yazıya bırakalım son iki soruyla devam edelim:

“Musibet, cinayetin neticesi, mükâfatın mukaddemesidir. Hangi fiilinizle kadere fetva verdirdiniz ki, şu musibetle hükmetti? Musibet-i âmme ekseriyetin hatâsına terettüp eder. Hazırda mükâfatınız nedir?”

Musibet, bir yanlışın cezası olduğu gibi aynı zamanda bir mükafatın girişi ve başlangıcıdır. Ne tür hatalar işlediniz ki, takdir-i ilahi, halkıyla birlikte Osmanlı’nın, son döneminde nice musibete düşmesine hükmetti. Herkese isabet eden musibet, çoğunluğun yanlışından kaynaklanır. Çoğunluk nerede hata yaptı. Hem bu musibetle ne gibi fırsatlar doğdu, halihazırda kazanç yönü nedir?

Dedim: “Mukaddemesi üç mühim erkân-ı İslâmiyedeki ihmalimizdir: salât, savm, zekât. “Zira, yirmi dört saatten yalnız bir saati, beş namaz için Hâlık Teâlâ bizden istedi. Tembellik ettik; beş sene yirmi dört saat talim, meşakkat, tahrik ile bir nevi namaz kıldırdı.

Musibetimize sebep olan hususların başında İslam’ın üç şartını yani namazı, orucu ve zekatı ihmal etmemiz gelmektedir. Namazdaki tembelliğimizin cezası olarak sürekli savaş cephelerinde bizi koşturup yordu.

Hem senede yalnız bir ay oruç için nefsimizden istedi. Nefsimize acıdık; kefâreten beş sene oruç tutturdu.

Orucun cezası olarak savaşın zorlukları içinde beş sene kıtlık, kuraklık ve açlık cezası verdi.

Ondan, kırktan yalnız biri, ihsan ettiği maldan zekât istedi. Buhl ettik, zulmettik, O da bizden müterakim zekâtı aldı. El cezâu mincinsi’l-amel…

Cimrilik edip vermediğimiz zekatı ise kat kat fazlasıyla bizden aldı.

Mükâfat-ı hâzıramız ise: Fâsık, günahkâr bir milletten, humsu olan dört milyonu velâyet derecesine çıkardı; gazilik, şehadetlik verdi. Müşterek hatâdan neşet eden müşterek musibet, mâzi günahını sildi.

Ama bu musibetle beraber nice gazi ve şehid veren bu milletin günahını sildi.

Yine biri dedi: “Bir âmir, hata ile felâkete atmış ise?” Dedim: “Musibetzede mükâfat ister. Ya âmir-i hatâdarın hasenatı verilecektir; o ise hiç hükmünde. Veya hazine-i gayp verecektir. Hazine-i gaybda böyle işlerdeki mükâfatı ise, derece-i şehadet ve gaziliktir.” Baktım, meclis istihsan etti. Heyecanımdan uyandım. Terli, elpençe yatakta oturmuş, kendimi buldum. O gece böyle geçti.

Ya baştaki idareciler filan bu hatalara sebep olmuşsa ne olacak dediler. Dedim ki, musibete düşen kimse, bedel ödediğinde, ona, sadece hataya zahiren sebep olan kimselerin sevabı verilirse, bu o kadar değersizdir ki, yok hükmündedir. Tüm topluma, Allah-ü Teala, affının/kefaretinin nişanesi olarak sınırsız hazinesinden şehidlik ve gazilik gibi bir büyük ödül vermiştir. Meclis, cevabımı beğendi, sabah meclisin huzurunda duruyormuşum gibi uyandım.

Buraya kadar her şey affedilmekle ve mükafatla neticelendiği için iyi idi. Ancak İslam’ın diğer bir şartı olan Hac neden bu rüyada yok? İşte asıl can alıcı kısım burasıdır. Onu, sonra “Rüyanın Zeyli(eki)” diyerek şöyle yorumluyor:

Rüya hacda sükût etti. Çünkü, haccın ve ondaki hikmetin ihmali, musibeti değil, gazap ve kahrı celb etti.

Rüya, hac konusunda durdu. Çünkü haccın ihmali, diğerlerinin ihmaline benzemiyordu. O yüzden onun gereği gibi yapılmamasına karşı şehidlik ve gazilik keffaretiyle musibet verilmedi. Ona, Allah-ü Teala gazabıyla ve kahrıyla ceza verdi.

Cezası da keffâretü’z-zünub değil, kessâretü’z-zünub oldu. Haccın bahusus taarrüfle tevhid-i efkârı, teavünle teşrik-i mesaiyi tazammun eden içindeki siyaset-i âliye-i İslâmiye ve maslahat-ı vâsia-i içtimaiyenin ihmalidir ki, düşmana milyonlarla İslâmı, İslâm aleyhinde istihdama zemin ihzar etti.

Haccın ihmaline karşı, ‘günahların artması’ cezası verildi. Çünkü Hacc’da, müminlerin birbiriyle tanışıp, fikir alışverişinde bulundukları ve ortak sorunları ele aldıkları yüksek bir siyasi ve sosyal özellik vardı. Bu gaye ve hikmet terkedilince, milyonlarca Müslüman, İslam’a karşı sömürgeci emperyalistler tarafından kullanıldı.

Bediüzzaman Emirdağ Lahikasında yer alan bir mektubunda, haccı, “din-i İslamın kudsî ve semavî kongresi” diye niteler.

Hacca bu bakış, Bediüzzaman’a özgü bir tefsirdir ve dikkate alınmadığı için vakayı da tespit etmektedir. Bugün, İslam İşbirliği Teşkilatı gibi kudsî ve semavîliği, ülkelerin çıkar çarklarıyla törpülenerek âtıl formaliteye dönüşen iyi niyetli başlangıçlara üzülürken, Hacc’daki kongre fikrinin, ümmetin ittihadı adına, nasıl pratiğe dönüştürüleceği konusunda ülkeler nezdinde henüz hiçbir adım atılmadığını görmek daha acı vericidir.

Günahları artırma cezasını açıklarken, Hacc’daki kongresizliğin ardından Osmanlı’nın dağılmasıyla ortaya çıkan sonuca misaller veriyor:

İşte Hint, düşman zannederek, hâlbuki pederini öldürmüş, başında oturmuş bağırıyor. İşte Tatar, Kafkas, öldürülmesine yardım ettiği şahıs, bîçare valideleri olduğunu, ‘Ba’de harabi’l-Basra’ anlıyor. Ayak ucunda ağlıyorlar. İşte Arap, yanlışlıkla kahraman kardeşini öldürüp, hayretinden ağlamayı da bilmiyor. İşte Afrika, biraderini tanımayarak öldürdü, şimdi vâveylâ ediyor. İşte âlem-i İslâm, bayraktar oğlunu gafletle bilmeyerek öldürmesine yardım etti, valide gibi saçlarını çekip âh ü fîzar ediyor. Milyonlarla ehl-i İslâm, hayr-ı mahz olan sefer-i hacca şedd-i rahl etmek yerine, şerr-i mahz olan düşman bayrağı altında dünyada uzun seyahatlar ettirildi. Fa’tebirû.

Oysa Hac’da ve Hac temelinde bir araya gelip kaynaşsaydılar, birbirlerini tanıyıp hallerine vakıf olsaydılar böyle olmayacaktı. İbret alın diyor.

Ve takdir-i ilahi, son iki yıldır Haremine misafir de almayarak çok açık ders verdi, lakin henüz günahlara keffareti hak edecek bir irade ortaya konmuş değil.

Mevlâ, Ümmetin İttihadına vesile olacak Hac ve Umre şuuru nasip eylesin.

Özkan Yaman

Kaynak:Haber Kaynağı

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.