Hakikatli Davet

Hakikatli Davet

“Birbiri arkasından gönderilen meleklere ve peygamberlere yemin olsun. Ve rüzgâr ve hava gibi esip Allah’ın emrini her yere yayanlara…”

Bismillah…

“Birbiri arkasından gönderilen meleklere ve peygamberlere yemin olsun. Ve rüzgâr ve hava gibi esip Allah’ın emrini her yere yayanlara…” (Mürselat / 1-2)

Yüzyıllardır varlığını koruyan, asaletli mesleklerden biridir “davetçilik”. Zira zorluğu derecesinde bu mesleği icra edenlerin sayısı azdır. Ancak davetçi olmak, mesleklerden bir meslek değildir. Onu diğer mesleklerden ayıran farklar vardır. Örneğin davetçi, mesleğiyle bir bütün gibidir. Ona bakınca davet ettiği hakikati, hakikate bakınca davetçiyi görürsünüz. Tıpkı bir anne gibidir davetçi, gecesi ve gündüzü olmadığı gibi davet ettiği kişileri, tehlike olarak gördüğü şeylerden evlatları gibi korumaya çalışır.

Yalnız her meslekte olduğu gibi davetçinin de işinin ehli olması şarttır. Eğer davetçi işinin ehli olmazsa davasına yarar değil zarar getirir. Daha kötüsü ise hakikati anlatayım derken batılın sözcülüğünü yapar. İslam’ın 4. Halifesi Hz. Ali’yi (kerremallahu veche) katleden kendi (batıl) hakikatinin davetçisi, hükümler doğrultusunda cezası infaz edilmek üzereyken ağlamaya başlar. Neden ağladığı sorulunca: “Sürekli Allah’ı zikreden dilimden Allah’ın zikri kesilecek.” feveranlarında bulunur.

Davet yolunda hakikat cahilliğinin böylesi sapmalara yol açtığı, tarihte yerini almıştır. Bu sebeple davetçinin öncelikle mesleğinin inceliklerini iyi öğrenmesi gerekir ve işini öğrenmeye hakikatten başlamalıdır. Davetini yapacağı hakikati idrak edemeyen bir davetçi, farkında olmadan hakkın değil batılın neferi olur.

Şu halde geliniz hakikate bir kez daha göz atalım…

İlkin bilmek gerek ki; hakikat birdir ve değişmez. Gerek peygamberler tarihine gerekse davetçilerin metotlarına baktığımızda görürüz ki; yüzyıllardır davetin yalnızca şekli değişmiştir, hakikat ise her zaman ve mekânda aynıdır.

Buradan yola çıkarak günümüz davetçilerine yol gösterecek hakikatin kaynağının Kur’an-ı Kerim ve sünnet-i seniyye olduğunu görürüz. Bu iki kaynaktan birini yok sayıp yola öylece devam etmek, hakikatin bir kanadını kırmak olur. Zira Kur’an’ı anlamak için sünnet, sünneti yaşamak için de Kur’an gereklidir. Daha açık bir ifadeyle sünnet-i seniyye, Kur’an’ın emirlerinin pratiğe dökülmüş halidir.

Bunun akabinde davetçinin bilmesi gerekir ki; davet sahasına adım attıktan sonra artık yaşamındaki tüm prensip ve kurallar, Allah’ın prensip ve kuralları çerçevesinde şekil alacaktır. Öfkeleri, sevinçleri, zevkleri, şikâyetleri, konuşması, üslubu, yürümesi ve en önemlisi susması ve durması Allah’ın istediği şekilde olacaktır.

Davetçi, bir öğrenci gibi dersine iyi çalışmalıdır. Davet sahasına atıldığında sınavını iyi verebilmek için sıkı bir plan uygulamalıdır. Davetini kendimize yol edindiğimiz üstatlarımızın tavsiyelerinden ve yaşantılarından biliyoruz ki; davetçi, planlı olandır. Davetçinin programlı olması, onu zinde kıldığı gibi verimini de artırır.

Günün birinde, yolunu sürdürdüğümüz şehid Üstadımızın yakınlarından bir zatın muhabbetini dinleme imkânımız olmuştu. Kendisinin konuşmasından hafızama takılı kalan tek şey Üstadımızın devamlı olarak küçük bir not defterini yanında taşımış olmasıydı. O, defterine günlük planlarını yazar, geceleyin uyumadan planın ne kadarını uyguladığını kontrol eder, planında yapılmayan bir etkinlik bırakmazdı…

Hakikat çağırıcısı odur ki;

“Şüphesiz ki ben yüzümü bir muvahhit olarak, o yerleri ve gökleri yaratmış olan Allah’a yönelttim. Ben müşriklerden değilim. Şüphesiz ki benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm hiçbir ortağı olmayan âlemlerin Rabbi olan Allah içindir. Senin ortağın yok. Ben ancak bununla emrolundum ve ben Müslümanlardanım.” nidasının cisim bulmuş halidir.

Buraya kadar hakikat ve davetçinin olması gereken yönlerini ele aldık. Davet yolunda rastladığımız bir olumsuzluk da şu ki; davet edilen şey doğru olduğu halde davetçinin kendisinin eksik olması. Yani hakikati dillendirip hakikate uygun amel etmemesi… Böyle olunca davet zedelenecek, sahadaki diğer davetçilerin de hakikat yolundaki işleri zorlaşacaktır. Bu durum, Saff Suresi 1 ve 2. ayetleri anımsatıyor:

“Ey iman edenler! Niçin yapmayacağınız şeyleri söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz Allah katında çok çirkin bir davranıştır.”

Ayetin bahsine göre davetçi, söylediğini yapmakla da mesuldür. Şu halde davetten vazgeçmeyeceğimize göre söylediklerimizi yapsak, hayra en uygun işi yapmış olacağız.

Tüm bunlara ek olarak diyebiliriz ki; davetçi asık yüzlü, katı kuralları olan, fazla ciddi, itici bir üslupla konuşan, ayıp araştıran, ön yargıyla davranan, ağır söz söylemeyi açık sözlülük sayan, insanların geçinmekte/diyalog kurmakta güçlük çektiği bir karakterde olmamalıdır.

Değil mi ki; yolumuzu aydınlatan hakikatin yılmaz bekçileri, Yaradanın muazzam eserleridir. Rabbi, davetçiye öyle bir lütufla ikram eder ki; bir anı binler bereketinde yaşar. Gördüğü ezalar, cefalar, yorgunluklar ona lezzet verir. Ne davetçi zayi olur ne de davası…

Üslubuyla yürekleri coşturan, öğütleriyle nefsin üzerindeki kara bulutları defeden, bir tebessümü, bir selamıyla kederleri silen davetçiler gördü bu yerküre. Dahası da geliyor inşallah…

Davet sahasında tatlı dilinizle, güler yüzünüzle, kurduğunuz olumlu diyaloglarla hayırlı neticeler almanızı ümit ediyorum. Selam ve dua ile…

Mine Turhan

Kaynak:Haber Kaynağı

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.