Abdulhakim SONKAYA
Her Kurban Bir Cihattır
Bizden önceki kavimlerde kurbanın kabul edilmesinin alameti, bir ateşin gelip o kurbanı yemesiydi. Kurbanın bu şekilde kabul edilmesinin sosyal ve siyasi birçok mesajı ve de hikmeti vardır. Buna göre kurban, insanın içindeki ateşin dışarıya çıkması için kesilir. Kurbanın kabul edilmesinin alameti olan o ateş de aslında insanın içindeki ateştir. Eğer insan, ihlâs ve takva ile bir kurban takdim ederse içindeki nefs ateşi dışarı çıkarak o kurbanı yer. Böylece insan nefsinin ateşinden kurtulmuş olur. İnsanın nefsinin tabiatı ateştir ve nefs bu vasıflarını ateşten yaratılmış olan şeytandan almıştır. Bu nedenle insan, ateşten kurtulduğu zaman sakinleşir. Huzur ve sükûna erer.
Âdem’in iki oğlu Kabil ile Habil’in kıssası bu konuda latif bir örnektir. Allah(c.c), Habil’in kurbanını kabul etmiş, kabilinkini ise kabul etmemişti. Bunun üzerine Kabil, Habil’e; “seni öldüreceğim” dedi. Buna cevaben Habil; “Allah ancak muttakilerin amelini kabul eder. Sen, öldürmek için bana elini uzatacak olsan da ben seni öldürmek için sana elimi uzatacak değilim. Çünkü ben, Âlemlerin rabbi olan Allahtan korkuyorum” demişti(Maide:27-29). Burada Habil ile Kabil’in haleti ruhiyesine dikkat etmek gerekir. Biri sakin, huzurlu, mutmain ve rahat; diğeri ise gergin, öfkeli ve gözü dönmüş. Bu neden böyledir? Çünkü Habil, amelini ihlâs ve takva ile yapmıştır. İçindeki ateş, takdim ettiği kurbanı yemek için dışarı çıkmıştır. Bu da Habil’i rahat ve mutmain bir haleti ruhiye içinde bırakmıştır. Buna mukabil Kabil’in gözünü kan bürümüştür. İçi kin ve öfke doludur. Çünkü ateş içinde kalmış, takdim ettiği kurbanı yemek için dışarıya çıkmamıştır. Böyle olunca o ateş kurbanı değil, Kabil’in içini yemiştir. Onun gözünü karartmıştır.
Önceki ümmetlerde var olan ve kurbanın kabul edilmesinin alameti olan bu ateş, neden Ümmet-î Muhammed’in kurbanlarını yemiyor?
Önceki ümmetlerde zahir olan bu durum farklı da olsa aslında Ümmet-î Muhammed için de devam ediyor. Çünkü Bu Ümmetin ateşten düşmanları var. Onlar Ümmetin verdiği kurbanları alıyor. Ümmetin düşmanları hep ona karşı ateş gücünü kullanmıyor mu? İşte bu, kurbanı yiyen o ateştir. Asıl adı Abdüşşems olan kişiye neden “ebü leheb-ateşin babası” ismi verilmiştir. Oysa ebü lehep de kurban kesiyordu. Fakat içindeki ateş çıkıp o kurbanı yemediği için kin ve haset ateşi alev alev içini yiyordu. Bu da Müslümanlara ateşli düşman olmasına sebep oluyordu.
Onların düşmanları ateş tabiatlı oldukları için, Ümmet-î Muhammed’in kurbanlarını ateşin yemesine gerek kalmadı. Çünkü onların düşmanları sürekli onlardan kurban alıyor. Düşmanlar ateş olup ümmetten kurban istiyor. Ayrıca Müslümanları tezkiye eden, içlerini serin ve selam kılan bir kitapları; onlara salat ederek içlerindeki ateşi söndüren bir Peygamberleri var. Bütün bunların yanında bu ümmetin ateşten düşmanları, ateşli düşmanları var. Hal böyle olunca onların kurbanını yiyen böyle bir ateşe gerek kalmadı. Çünkü bu zaten var.
Ayette “dediğiniz şekilde ateşi yiyen kurban mucizesiyle gelen peygamberleri neden öldürdünüz”(Ali İmran:183) buyrulur. Demek ki ateşi yiyen kurban mucizesine şahit olmak mesele değildir. İş, bundan ders alarak insanın içindeki ateşin sönerek onun terbiye olmasıdır. Ama bunlar için durum farklıdır. Ateşi yiyen kurban mucizesine şahit oldukları halde yine katillik duygusundan kurtulamıyorlar. Üstelik tutup peygamberleri katlediyorlar.
Müslümanların takdim ettiği kurbanlar onların içindeki ateşi alevlendirmiyor. Aksine söndürüyor. Onları sakinleştiriyor. Bu nedenle onların cihadı, içlerindeki ateşi tatmin etmek için değildir. Onlar insanların içlerindeki ateşi, gayzı gidermek için cihad ediyorlar(Tevbe:15). Savaş yaptığı halde Hatemülenbiyanın(sav), Rahmet Peygamberi olmasının manası budur. Çünkü Peygamber(sav) ateşin tesirinden masumdur. Onun cihadı ateş için değil, ateşten kurtulmak içindir. Peygamberin cihadı; içindeki ateşe kurban almak için değil, kurban vererek karşıdaki ateşi söndürmek içindir. Bu nedenle Ümmet; zindan ve şahadetle, gurbet ve hicretle kurban verdikçe etrafındaki ateş çemberi zayıflıyor. Ümmet, sadece savaşlardaki zaferiyle değil, öldürülmek suretiyle de ateşin gücünü kırıyor. Habil, kendi içindeki ateşten kurtulmuştu ama karşıdakinin ateşinden emin olamadı. Ona karşı elini kaldırmadı. İslam, düşmana karşı kalkmayan o elin ayağa kalkmış halidir. Hâsılı kelam İslam, asla kurban almaz; öyle veya böyle herhalde ve daima kurban verir. Yani İslam’da “her kurban cihat, her cihat da kurbandır.”
Allah’ın rızası, Ümmetin izzeti, şerefi ve selameti için kurban veren, kurban olan Müslümanlara selam olsun.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.