Hiç'e Doğru Bir Adım Daha
Her bir insan yolculuğa bir nefes, bir heves ve bir adımla başlar. Yola, ruh ve bedenin vermiş olduğu güce bağlı olarak “nefes” ile başlanır.
Her bir insan yolculuğa bir nefes, bir heves ve bir adımla başlar. Yola, ruh ve bedenin vermiş olduğu güce bağlı olarak “nefes” ile başlanır. Öyle ki insanın da hayat yolculuğu bir nefes ile başlamıştı. O, tüm ruhlara kendi ruhundan üflemişti. İlk yola çıkış serüveninde nefis ile birlikte istek ve arzularla donatıldık. Yola devam edebilmek için bir “heves” yetiyordu bize. Hiç kuşkusuz öyle de yaptık. Bir hevesle yola devam ettik. Ta ki hem maddî hem de manevî yolculuğumuzu da kapsayacak “adım”ı atana dek. Kimimiz bu adımı salt maddî bir hevesle dünya işleriyle iştigal etti, kimimiz tamamen maddeden el etek çekip manevî bir hevesle kendi sırrının peşine düştü; kimimiz ise hem maddî hem de manevî hevesi bir araya toplayıp yol alması gereken yola revan oldu. Hangisi doğru, hangimiz doğruyduk? Buna kim karar verecek? Bu bir sır ise ve O’ndan başkası bilmeyecekse eğer ne diye peşine takılıyoruz, sormazlar mı adama? Başka bir şey olmalı burada, maddeyi de maddenin iç sırrını da kapsayacak bambaşka bir yol olmalıydı. Herkes bilebilir de cesaret edip bu yola kaç kişi baş koyacaktı? Kaç kişi “kendi”nden geçip “ben” ile bütünleşecekti?
İlk Uyanış:
O zamanlarda Türkçe dilini ne ölçüde geliştirebileceğimin yollarını arıyordum. Tv’de izlediğim programlarla, mahallemize taşınan öğretmen çocuklarıyla arada vakit geçirerek ve en yakın arkadaşlarımla sürekli Türkçe konuşarak ilerletmeye çalışıyordum. Ortaokul bitti, şimdi ise İmam Hatip Lisesi’ne kaydımı yaptım. Heyecan ve gururun iç içe yaşandığı bir atmosferdeydim artık. İlim, çok daha lezzetli; dava ise çok daha heybetliydi gözümde. İlmin her nazını ilmek ilmek işliyordum gönlüme. Bir de kitap okuma alışkanlığı tuttu beni, ne okuduğumu anlıyorum ne de elime aldığım kitabın hangi ruh ve bedene ait olduğunu. Tek derdim ise ne kadar farklı kelime ve yeni kalıplar öğrenebilir, bunları zihnime ve yüreğime nasıl işleyebilirim? Bir dokunuş olmalıydı burada. Birinin beni silkmesi gerekiyordu bu evrede. Şimdi 10. sınıfa adım attım. Geçen bir yılın muhasebesiyle birlikte en samimi dostlarım kitaplar oldu. Daha sıkı fıkı oldum onlarla burada. Bir dokunuş ve silkelenme olmalı demiştim ya, tam da burada işte. Hasbelkader elime aldığım bir kitap; bir kitap ki etkisi bu kadar uzun sürer mi hiç, zihnimi ve gönlümü bu kadar rahatsız eder miydi, beni rahatsız etmek için mi yazıldı, bana özgü müydü bu kitap? Bilmiyorum, bildiğim tek bir şey var; o dokunuş burada vuku buldu. İlk dokunuşun izleri etkili olur, derler. Öyle de oldu. Hâlâ da etkisinden çıkamıyorum. Ya yazarına ne demeli? Ruh ve bedenin bir iskelette vücut bulmuş gönlünü ortaya koyan bir yazar. Biraz araştırdım, yaşamı ve davası için “kendi”nden geçen, “ben” ile bütünleşen bir yazar. Yazar ne kelime, az bile. O bir işçi; gönlümün, gözümün ve fikrin işçisiydi. İlk o dokundu gönlüme ve hâlâ da dokunmaya devam ediyor. Kendisi hâlâ hayatta. Öyle mi olacaktı bu uyanış? Gönül pınarıma dokunan ve beni uykularımdan uyandıran ve hâlâ aklımdan çıkmayan kitabın son bölümünün başı şöyleydi: “Ormanın derinliklerinde yürümekte olan bir avcı ağaçlardan biri üzerinde bir levha görmüş. Levhanın üzerinde şu sözler yazılıymış: ‘Taşları Yemek Yasaktır!’ Bu alışılmadık uyarı karşısında avcı meraka kapılmış. Levhanın asılı olduğu ağacın önündeki ayak izlerini takip etmeye başlamış ve izlediği yol onu bir mağaraya götürmüş...”
Bu kitapta yazılı olan bölümleri okurken kendimi gözyaşları içerisinde buldum. Öyle ya, gönüle sığmayan ve gönülde sıkışıp depreşen duyguların ilk uğrak yeri gözlerdir. Gözlerin en büyük zarafeti ise akıttığı yaşlardır. Bütün bir ömür için dünya düzleminde şehadet ve istikbal tohumlarını eker. Bu yolda akıtılan gözyaşları da birer nimettir.
Gerçek Ben’likten Hiç’liğe Doğru:
Hayatta en büyük hedefleriniz nelerdir? Şeklinde sorulsa, en başa “Hakk’ı ve hakikati haykırıp O'na razı gelmek” ilkesini en başa koyardım. Ki öyle olması gerekmez miydi? Olmuş ve olacakların bütün nişânesini üzerinde taşıyan ve dünyada O’nunla içkin bir muhabbet içerisinde olma hevesi taşıyan yüce gönüller vardır. Her daim O’nunla bütünleşmek ve varlık amaçlarını O’na sunmak isterler. Gönlü O’nunla olan zikri de her daim O’na yöneliktir. Fikri de zikri de O’nunla yol alır. Bu, bir Hiç’lik âlemidir. Bu mertebe ile Hakk’al-yakin bir sûrette hemdem olmak vardır. Anlayabilene ve görebilene aşk olsun.
*25 Şubat 2021’de yeni yaşıma girmiş olacağım. Hayatım boyunca bu vesileyle kimseden bir armağan almadım, almayı da beklemedim. Bu hayatta insanın en büyük armağanı “kendi”sidir. O nedenle önce “kendi” gönlüne dokunabilmeli, insan. Bu mektubu da bu vesileyle “kendi”me armağan ediyorum.
Söz&Kalem - Ömer Akyüz
Kaynak:
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.