"HÜDA PAR yeni yönetimle seçim startı veriyor"
Partisinin 1. Olağan Büyük Kongresinde konuşan Hür Dava Partisi Genel Başkanı Hüseyin Yılmaz, Kongreden sonra, yeni yönetimle beraber seçim startı vereceklerini söyledi ve Parti Genel Başkanlığına aday olmayacağını açıkladı.
ANKARA - Divan üyelerinin seçilmesinin ardından kürsüye gelen Hüda Par Genel Başkanı Hüseyin Yılmaz, katılımcıları Türkçe, Kürtçe ve Zazaca selamladı. 19 Aralık 2012'de Türkiye'nin faal olan 71. partisi olarak kurulan HÜDA PAR'ın kısa sürede 41 ilde ve bu illerin ilçelerinde teşkilatlanmasını tamamladığını ifade eden Yılmaz, bugün de 1. Olağan Büyük Kongrelerini gerçekleştirerek seçime hazır hale geleceklerini söyledi.
"Yeni yönetimimizle beraber seçim startı veriyoruz"
Yıllardır ezilen, sömürülen, dışlanan, horlanan, açlığa yoksulluğa, sefalete, mahkum edilen, halka hizmet için çalışırken payına zindan, esaret ve muhacerat düşenlerin sesi olmak için yola çıktıklarını belirten Yılmaz, "Kongreden sonra, yeni yönetimimizle beraber seçim startı veriyoruz. Mazlum ve mustazaf halkımızın sesi olarak meydanlara iniyoruz. Halkımıza hizmet için temsiliyetini sağlamaya, çaresizliklerine çare olmaya geliyoruz. Halkımızı layıkıyla temsil edecek, hür insanların, hür davası olan HÜDA PAR'ın güneşi doğmuştur. Su bulunmuş, artık teyemmüm'ün hükmü kalmamıştır" dedi.
Bu günlere kolay gelinmediğini dile getiren Yılmaz, yaşanan sıkıntıları şöyle anlattı: "İnancını koruma mücadelesi veren insanımızın, can korkusuyla evinden, köyünden dışarı çıkamadığı günler oldu. Şib-i Ebi Talib gibi, muhasara altına alınıp, boykot edildiği, sıcak yemeğe hasret kalınan günler ve çocukların çöplerden ekmek topladığı dönemleri gördük. Baskılara, zulümlere, katliamlara, direndiği için, kendisini, ailesini savunduğu için, suçlanan, iftiraya uğrayan kardeşlerimizin yalnızlığına şahit olduk.
Halkımızın kendi çocuklarına, dininin, emir ve yasaklarını öğretmekten men edildiği günler gördük. Kuran-ı Kerim'in öğrenilmesi başta olmak üzere, İslami bilgileri öğrenmek ve öğretmek için camilere gidenlere terörist muamelesi yapıldığı günler gördük. Elifbaların, takkelerin, tespihlerin, kelime-i tevhid tablolarının suç delili olarak el konulduğu günler gördük. Annelerin, babaların, gençlerin hatta çocukların dahi, soruşturma geçirdiğine, binlercesinin cezalandırıldığına, şahid olduk.
Halka, Kuran ve sünnete göre yaşamayı ve İslam'ın hayat nizamı olduğunu anlatan imamların, akidesi/ itikadı bozuk diye görevine son verildiği, cezalandırıldığı günler gördük. Kamu kurum ve kuruşlarından, inançlı memurların atılmasına, esnafların tutuklanarak, işyerlerinin kapanmasına ve iflasına sebep olunduğu dönemler yaşadık. Kimseye muhtaç olmadan yaşayanların, yaşatılan mağduriyetler sonucu yardıma muhtaç hale geldiğine şahid olduk. Bu örnekleri ve mağduriyetleri daha da sayabiliriz.
"Halkın maddi ve manevi ihtiyaçlarına cevap vermek için kurumsallaştık"
İşte halkımızın içinde bulunduğu bu mağduriyetleri giderebilme adına, her türlü ahlaki yozlaşmaya karşı çocuklarımıza, gençlerimize, sahip çıkma adına, cezaevlerine atılarak mağdur edilenlerin ailelerine, çocuklarına sahip çıkma adına, yerinden yurdundan göç ettirilmiş, sığındıkları şehirlerde perişan olmuş halkımıza, yardımcı olma adına, yardımlaşma ve dayanışma adına bir şeyler yapma ihtiyacı duyduk. Halkımızın sesi olmak, yardımcısı olmak, onurlu, şerefli bir yaşam sürmesini sağlamak, maddi ve manevi tüm ihtiyaçlarına cevap vermek, verebilmek için kurumsallaşmaya karar verdik."
"Halkın teveccühünü gören derin güçler harekete geçti"
Mustazaflar hareketi olarak, 2004 yılında kurumsallaşmanın ilk adımını attıklarını belirten Yılmaz, "Yaptığımız hizmetlerle kısa sürede halkımızın desteğine ve teveccühüne mazhar olduk. Halkımızı ve inancımızı ilgilendiren meselelerde yaptığımız mitinglerde bu sevgiyi ve teveccühü dost düşman herkes gördü. İşte bu sevgi ve teveccühten korkan derin ve karanlık yapılar harekete geçti/geçirildi.
Devletin, legal ve illegal güçleri, kontrollerindeki tüm yapılarıyla bizleri ve kurumlarımızı hedef aldılar. Bazı medya kuruluşlarıyla aleyhimize yoğun bir karalama kampanyası başlattılar. Derinlerde işbirliği yaptıkları illegal yapılarla kurumlarımızı taşladılar, molotofladılar, kundakladılar. Üye ve gönüllerimize saldırdılar, darp ettiler, yaraladılar ve katlettiler. Bu yapılar tarafından, üyelerimize, gönüllülerimize ve kurumlarımıza yapılan 70'in üzerindeki saldırıların tamamı faili meçhul bırakıldı. Soruşturma açılmadı. Failleri yakalanmadı. Yakalanmak istenmedi. Sistemin akredite ettiği, kişi ve kuruluşlara yapılan saldırıların faillerini üç-beş gün içinde bulup tespit edenler, bizlere ve kurumlarımıza saldıranları tespit etmeyerek adeta ödüllendirdiler. Hatta üyelerimiz tarafından yakalanıp, ilgililere teslim edilen bazı saldırganlar dahi serbest bırakıldılar.
Derin yapıların legal uzantıları, başta saldırıya uğrayan kurumlarımızı basarak üye ve gönüllülerimizi keyfi olarak gözaltına aldılar. Bu kurumlarımıza ve kardeşlerimize yapılan saldırılar karşısında seyirci kalanlar, suç ihdas ederek, komplolar kurarak, yasal ve izinli faaliyetlerimizi dahi aleyhimize kullandılar. Saldırılara uğrayan kurumlarımızın başkanları başta olmak üzere yüzlerce üyemiz ve gönüllümüz cezalandırıldı. Halkımızı korkutmak, üyelerimizi sindirmek ve çalışmalarımızı sabote etmek için cezalandırdıkları kişilere teşdiden artırarak üst sınırdan cezalar verildi. Hatta birçoğuna iyi hal indirimi dahi yapılmadı. Toplamda yüzyılları aşan hapis cezaları verildi. Halkımıza hizmet etmemizi bin bir hile ve ayak oyunlarıyla engelleyemeyenler, her zaman olduğu gibi arkadaşlarımıza bedel ödettirdiler. Ödettirmeye devam ediyorlar" şeklinde konuştu.
"Tehdit ve baskılara boyun eğmeyeceğimizi hala öğrenemediler mi?"
Bu günlere bedel ödeyerek, bin bir bela ve musibetle sınanarak geldiklerini ifade eden Yılmaz, "Tehdit ve baskılara boyun eğmediğimizi, eğmeyeceğimizi hala öğrenemediler mi? Üstad Bediuzaman gibi, zindanları nasıl medrese-i Yusufiyelere çevirdiğimizi görmediler mi? Buradan sistemin derin yapılarına ve onlara hizmet adına bize zulüm edenlere sesleniyorum; Yeter artık! Halkın temsilcisi ve Hakkın sesi olan camiamızla uğraşmaktan vazgeçin" dedi.
"Ulus Devlet Projesi ile Türkleri ve Kürtleri birbirine kırdırttılar"
Ulus Devlet Projesi hayata geçirilerek özelde Kürt coğrafyasında, genelde ise bu ülkenin her tarafında, büyük zulümler yaşandığını belirten Yılmaz, halkları bir arada tutan "Maya" hükmünde olan İslam'ın yok sayıldığını halkın dinine, diline ve kimliğine düşmanlıkta sınır tanınmadığını belirterek, "Ümmet bilincini, ortak yaşama kültürünü yok ettiler. Müslüman halkları birbirine düşman ettiler. Türk olanların dışında, tüm kavimlerin varlığını reddettiler. İnkâr ve asimilasyon politikalarıyla Türklüğü ve Türkçülüğü dayattılar. Faşizan uygulamalarıyla, kardeşi, kardeşe öldürttüler Yüzyıllarca kardeşçe bir arada yaşayan Türkleri ve Kürtleri birbirine kırdırttılar.
Yine projenin gereği olarak, İslam'a ve İslami değerlere de savaş açıldı. İnancını yaşamak, yıllarca hakaretlere, işkencelere ve zulümlere maruz kaldılar. Yeni cumhuriyetin, asli değerlerinden uzaklaştırılmasına karşı çıkan alimleri, şeyhleri ve halkı katlettiler. İsyancı diyerek, İstiklal mahkemeleri eliyle bir çok alimi idam ettirdiler. Yine birçoğunu sürgüne gönderdiler. Yıllarca ezan yasaklandı. Camiiler kapatıldı. Birçoğu ahırlara çevrildi. Medreseler kapatıldı. Kuran-ı Kerim'in okunması, okutulması yasaklandı ve toplatılıp yakıldı. Bu inkârcı ve asimilasyoncu Rejimin katliamları ve zulümleri burada saymakla bitmeyecek kadar çoktur" diye konuştu.
"Roboski Katliamının üzeri örtülmek isteniyor"
Bu ülkedeki tüm zulümlerin, yasakların kaynağının Türk Ulus Devlet projesi olduğunu vurgulayan Yılmaz konuşmasını şöyle sürdürdü: "Geçmişte olduğu gibi, bu gün de devlet eliyle katliamlar işlenmekte ve yetkililerce üzeri örtülmektedir. İşte size Roboski Katliamı. Katliamla ilgili süreç ve geldiği aşama ortadadır. Devletin savaş uçaklarıyla sivil halk çocuk, genç, yaşlı demeden bombalanıyor. Cesetleri paramparça ediliyor. Hukuk devletinde olmayacak olan oluyor. Fail yok. Sorumlu yok. Açıkça fail veya failler gizleniyor himaye ediliyor. Devlet aklı kasıt yok deyip, kan parası yani tazminat verip dosyayı kapatmaya çalışıyor. Kasıt olsa da olmasa hukuk devletinde suçlu yargıya teslim edilir ve cezalandırılır.
"Yaşam hakkı kutsaldır"
Düşüncemizde; yaşam hakkı kutsaldır. Devlet dahi bu hakka müdahale edip, ihlal edemez. Devletin, vatandaşın hayat hakkına müdahalesi, vatandaşların birbirlerinin hakkına müdahalesinden farklıdır. Bu nedenle devletin kurumları aracılığıyla vatandaşın hayat hakkına müdahalesi tecavüzü daha ağır sonuçlara bağlanmalıdır. Devletin kendi koyduğu kurallara uymaması keyfi müdahalelerde ve uygulamalarda bulunması "devlet terörü" olarak değerlendirilmelidir.
Yakın zamanda 28 Şubat sürecine şahit olduk. İnançlı insanlar kamu kurum ve kuruluşlarından atıldı. Örtülü, tesettürlü bayanlar okullarla, çalıştıkları kurumlara alınmadılar. Kapıdan kovuldular. İkna odalarına alındılar. Haklarını arayanlar ise soruşturmalardan geçirildiler, cezalandırıldılar. Sistemin bu zulüm ve katliamları halen farklı şekilde devam etmektedir. Bu gün dahi, Müslümanlar inançlarının gereğini yerine getiremiyor. Getirmek isteyenlere zulmediliyor.
"Başörtüsü/tesettür yasağı halen devam ediyor"
Malumunuz, başörtüsü/tesettür yasağı halen devam ediyor. Çocuklarının başörtülü okumasını isteyen ve destekleyen annelere babalara hapis cezaları veriliyor. İnancına göre yaşamak istediği için insanlarımız halen cezaevlerine atılıyor. Yasakçılar himaye ediliyor. Sisteme entegre olanlar, çözüm için, kılık kıyafet yönetmeliğinde basit bir değişiklik dahi yapmıyor. Kılık kıyafet yönetmeliklerinde bulunan "başı açık" ibaresinin çıkarılması ile bu sorun çözülebilecekken yapılamamasının hiçbir bahanesi yoktur ve olamaz da.
Bu gün iktidarda bulunanlar, bu konudaki yasaklayıcı düzenlemeleri kaldırabilecekleri halde kaldırmadıkları için engellemeler devam ediyor. Tesettürün, başörtüsünün serbest olması için bir ay içinde 12 milyon 300 bin imza toplanıyor. Buna rağmen halkın bu haklı talebinin yerine getirilmemesinin sebebi nedir? 10 yıldır iktidarda olanlara, verdikleri sözleri yerine getirmelerini ve bir an önce bu sorunu çözmelerini tavsiye diyoruz."
"Asimilasyon politikası, isim değiştirerek devam ediyor"
Ulus devlet projesinin çöküşünü geciktirmek için taktikler denendiğini dile getiren Yılmaz, Red, inkar ve asimilasyon politikalarında söylem farklılığına gidildiğini belirterek, inkarcı ve baskıcı katı anlayış terk edilmiş görünse de, Asimilasyon politikasının, isim değiştirerek entegrasyon adı altında devam ettirildiğini vurguladı.
"Ulus devlet projesi sonlandırılmalı ve tarihin çöplüğüne atılmalıdır"
Pratikte inkâr bitmiş görünse de, resmiyette değişen bir şey olmadığını ifade eden Yılmaz, "Halkının yüzde 99'u Müslüman olan bir ülkede, halkın inancını yaşaması engelleniyorsa, faşizan ve ırkçı söylemler ve uygulamalar devam ediyorsa, Halen dağlara, taşlara "ne mutlu Türküm diyene" ve "bir Türk dünyaya bedeldir" gibi ırkçı yazılar yazılıyorsa, okullarda okutulan andlarda çocuklarımızın "varlığı Türk varlığına armağan ve kurban" ediliyorsa, bu ülkede Türk olmayanların hakkı, Türklere hizmetçi ve köle olmaktır anlayışı halen devam ediyorsa, değişimden, toplumsal barıştan, kardeşlikten söz edilemez.
Toplumsal barışın ve kardeşliğin tesis edilebilmesi için, ülkedeki tüm sorunların kaynağı olan Ulus devlet projesi sonlandırılmalı ve tarihin çöplüğüne atılmalıdır."
"Kardeşlikte adalet ve hakkaniyet ölçüsü gözetilmelidir"
Toplumsal barış için bu kardeşlik anlayışının önemine değinen Yılmaz, konuşmasını şöyle sürdürdü: "Kardeşlikte adalet ve hakkaniyet ölçüsü gözetilmelidir. Bir arada yaşamayı ve ayrılamamayı ifade eden "Etle tırnak" gibiyiz söylemiyle kardeşlik sağlanmaz. Birinin diğerine tabi olduğu, entegre olduğu böylesi bir anlayışı eksik, yetersiz ve yanlış buluyoruz.
Bizim kardeşlik anlayışımız, inancımızdan gelmektedir. İçinde farklı etnisiteleri renkleri ve sesleri barındıran toplumumuzdaki, kardeşlik anlayışımız, "bir vücudun azaları gibi olmak" tır. Nasıl ki vücudun organlarından birisinin zarar görmesi, kaybedilmesi bedeni bir sakatlık oluşturuyorsa, bir kavmin dışlanması, yok sayılması da toplum yapısını sakatlar.
Düşüncemizde Türk bir göz ise, Kürd diğer gözdür. Türk bir el ise Zaza, Arap, Laz, Çerkez diğer eldir. İnkar ve asimilasyon politikalarıyla sakat bırakılan kör, topal, çolak bir vücut istemiyoruz. Uzuvları tam ve birbiriyle uyumlu çalışan, sağlam bir vücuda sahip olmak istiyoruz.
"Yıllarca Kürtlerin varlığı, hakkı, hukuku inkâr edildi"
Bizim anlayışımızda, tüm kavimler, etnisiteler "bir tarağın dişleri gibi eşit ve müsavidirler." Hiç birinin diğerine üstünlüğü yoktur. Tarak dişleri birbirleriyle eşit olduğu için vazifesini yapar, dağınıklığı giderip düzeltir. Nasıl ki, tarağın dişlerinden birisi uzun olduğunda, iş görmüyorsa, insanın canını acıtıyorsa, hatta kanatıyorsa, işte, bir kavmin diğerine göre üstün tutulması da, diğerlerinin canını acıtır, vücudunu kanatır. Yüzyılı aşkın bir zamandır, Kürtlerin varlığı, hakkı, hukuku inkâr edildi. Türk kavminin üstünlüğü tezi savunuldu. Sistem bu uygulamalarıyla, toplumsal barışı bozdu. Türk olmayan herkesin canını acıttı, kan revan içinde bırakarak kardeşliğe darbe vurdu.
Türk kardeşlerimizin bazıları bu konuda sistem gibi düşündüler. Türk milliyetçiliği sistemin ilkeleri arasında olduğu için bunu hemen benimsendiler. Böylece Kardeşliğin şekli ve ölçüsü değişti. Türk olduğunu kabul etmeyen ve Türkçülük yapmayan Kürtler dışlandı. Kürtlerin, İslami ve insani haklarını istemesi dahi ırkçılık sayıldı.
Oysaki binlerce yıldır Kürdistan adı verilen coğrafyada yaşayan Kürt halkı, toprağını, ekmeğini paylaştığı Türk kardeşleri tarafından katliamlara uğratıldı, asimile için dili yasaklandı. Tehcirlere, Sürgünlere gönderildi ve zorunlu iskana tabi tutuldu. Anadilini konuşan kişiler, hemen Kürtçü diye damgalandılar. Müslüman Kürtler bu nedenle yıllarca, Türk kardeşleri, kendilerini yanlış anlamasın diye Kürt olduklarını yanlarında telaffuz etmediler. Anadillerini dahi konuşmadılar. Maalesef aynı hassasiyetti kardeşlerinden görmediler.
Türk kardeşlerimizin biraz empati yapma zamanı gelmedi mi? Tersi bir durum olsaydı, bu duruma sessiz ve seyirci kalırlar mıydı? İnancımızdan ve insanlığımızdan gelen sorumluluk anlayışı, bu zulme dur demeyi gerektirmiyor mu? İslami kardeşlik, Kürt kardeşlerinin, kendileriyle aynı haklara kavuşuncaya ve eşit vatandaşlar oluncaya kadar desteklemelerini ve birlikte mücadele vermelerini gerektirmez miydi?"
"Toplumsal barış için inanç bağı çok önemlidir"
Toplumsal barışın ve kardeşliğin gerçekleşmesi için inanç bağının önemine değinen Yılmaz, "Ortak paydalar toplumu bir arada tutar ve dağılmasını engeller. Halkı Müslüman olan bu ülkede Türk'ünde, Kürd'ün de, Arab'ın da ortak paydası, İslam'dır. İslami değerlerdir.
Ülkedeki farklı etnik yapıları bir arada tutacak olan, İslam'dan daha güçlü bir ortak bağ yoktur. İslam dışında hiçbir ideoloji veya başkaca değer toplumu bir arada tutamaz. İslam, üst kimlik olarak kabul edilmeli, tüm halklar, İslam ortak paydasında buluşmalıdır. İslam kardeşliği, inanç kardeşliği yeniden tesis edilmelidir. Bunun için de Devlet İslam ile İslami değerlerle ve Müslümanlarla barışmalıdır" dedi.
"Tüm halkların varlıkları kabul edilmeli ve hakları verilmelidir"
Yılmaz, "Kardeşlik için, ülkede yaşayan tüm halkların varlıkları kabul edilmeli ve hakları verilmelidir. Bu ülkede bir Türk, Türk kimliğiyle hangi haklara sahip ise bir Kürt, bir Arap' ta sahip olmalıdır. Herkesin hakkının tam ve eksiksiz kendisine teslim edilmesini" savunduklarını söyledi.
Kürtlerin, yeni devlet yapısında kurucu unsur, Kürtçenin ise devletin 2. resmi dili olması gerektiğini belirten Yılmaz, "Doğu ile Batıyı, Kürt ile Türkü kardeş yapacak, ayrımcılığa son verme arzusunda olan partimizin, sahip olduğu inanç ve referans aldığı değerler ile ancak bu sağlanabilir" ifadelerini kullandı.
"PKK sorunu ile Kürt meselesini aynılaştırmak hata olur"
Çatışmalı ortamın son bulması için başlatılan Çözüm Sürecini olumlu bulduklarını dile getiren Yılmaz, yıllardır süren bu şiddet ve çatışma ortamından en fazla Kürt halkının zarar gördüğüne dikkat çekerek, "Çatışmalı ortamın bitmesi, silahların susması, duygusal yaklaşımları durdurup daha akılcı davranmayı getirecektir. Bu ilk aşama olarak önemlidir.
Kürt meselesinin çözümü için sonraki aşamalarda adımlar atılırken sap ile saman birbirine karıştırılamamalıdır. PKK sorunu ile Kürt meselesini aynılaştırmak, özdeşleştirmek yapılacak en büyük hata olur. PKK, Kürt meselesinin çözümsüzlüğünden doğan ve devletin yanlış uygulamalarıyla büyüyen bir sonuçtur.
Devlet PKK ile silahların bırakılması ve şiddetin sonlandırılması için pazarlık yapabilir. Böyle bir pazarlığın PKK ile yapılması doğal olan şeydir. Normaldir. Elinde silah olanla silahın bırakılması pazarlığı yapılır. İmralı ve Kandil sadece kendilerini destekleyenlerin temsilcileridir. Bu münasebetle Kürt halkının sadece bir kesiminin temsilcileridirler ve temsilcisi oldukları örgüt ve kişiler adına konuşabilirler. Taleplerde bulunabilirler. Kürt halkının gasp ve inkar edilen insani ve İslami haklarının teslimi/iadesi konusunda tek başına muhatap alınması telafisi mümkün olmayan sonuçlar doğuracaktır.
"Kürtlerin hakları söz konusu olduğunda, muhatap Kürt halkının tüm örgütlü yapılarıdır"
Kürtlerin hakları söz konusu olduğunda, muhatap Kürt halkının gerek seküler ve gerekse İslami kesimlerinin tüm örgütlü yapılarıdır. Masada her kesimin temsilcisi olmalıdır. Haklar ve talepler için ortak bir deklarasyon yayınlanmalıdır. Hiç kimse dışlanmamalıdır. Bu yapılmadığı takdirde Kürt halkı bilinçli bir şekilde kaos ve çatışmanın içine çekilmiş olacaktır. Bu durumda olacakların tek sorumlusu devlet adına buna zemin hazırlayan hükümet olacaktır" uyarısında bulundu.
Süreç şeffaf olmalı
Bu sürecin sağlıklı yürümesi için, sürecin oldukça şeffaf olması gerektiğini vurgulayan Yılmaz, "Kapalı kapılar ardında yapılan görüşmelerde, Kürdistan'da diğer siyasi yapıların tasfiyesi ve etkisizleştirilmesi gibi pazarlıklara girişilmemelidir. Kendi lehlerine, halkımızın aleyhine sonuç doğuracak anlaşmalardan kaçınmalıdırlar. Böyle bir girişimi kabul etmeyeceğimizi herkes bilmelidir. Hiç kimse yanlış hesap içine girmemelidir. Süreci izliyor, gelişmeleri takip ediyoruz. Kürt halkının tüm kültürel ve siyasi hakları verilmeli ve statüsü belirlenmelidir. Statü ve haklar, bir örgüte veya gruba değil, Kürt halkına tanınmalıdır, verilmelidir. Kürt halkının kültürel ve siyasi hakları kişisel ve örgütsel çıkarlara kurban edilmemelidir" dedi.
"BM, NATO gibi kurumlar emperyalistlerin amacına hizmet ediyor"
BM, NATO, v.b. kuruluşların emperyalistlerin amacına hizmet eden yapılar olduğunu ifade eden Yılmaz, hükümetin dış politikasını eleştirdiği konuşmasını şöyle sürdürdü: "İslam coğrafyasındaki ortak değerlerimiz göz ardı edilerek, geliştirilen dış politikalar sonucu komşularımızla kanı bıçaklı olduk. Ülke, İşgalci ABD'nin NATO şemsiyesi altında yürüttüğü emperyal faaliyetlerin üssü haline getirildi. Komşularla sıfır sorun sloganı ile yola çıkılmasına rağmen, geldiğimiz noktada sorunlu, kavgalı olmadığımız komşu ülke sayısı sıfır oldu. ABD ve AB'nin İslam coğrafyasını, yeniden şekillendirme ve dizayn projesinde üstlenilen rol gereği komşuların içişlerine müdahale edilmiş, neredeyse savaşa girilecek aşamaya gelinmiştir.
Hepimizin malumudur ki, emperyalist ülkeler İslam coğrafyasındaki ihtilafları bulup, körüklemekte ve bu ihtilafları çatışmalara dönüştürmektedir. İslam coğrafyasını oluşturan ülkelerin halklarını çeşitli kamplara ayırmakta ve birbirleriyle çatıştırmaktadır.
Uluslararası oyunun ve fitnenin farkına varamayan Müslüman halk, Şii-Sünni, Kürt-Türk, Arap-Kürt, Şucu-Bucu diye birbirinin canına kast etmekte, hatta inancımızda dokunulmazlığı bulunan camiler, ibadethaneler dahi bombalanmaktadır. Şii ve Sünni diye düşman kamplara ayrılan Müslüman halk camilerde ibadet ederken katledilmektedir.
İslam coğrafyasında Müslümanlar birbirleriyle çatışırken, aramıza fitne koyanlar, kendi aralarında ittifaklar, ortaklıklar kurmakta, güç birliği yaparak coğrafyamızı kendi emellerine göre şekillendirmektedirler. Yüzyıllardır, bu böyle sürüp gitmektedir. Tek ümmet olmayı, birlik ve beraberlik içinde olmayı emreden bir dine mensup olan Müslümanlar halen yapay ihtilaflarla boğuşmaktadır. Bir türlü oynanan oyunların farkına varıp özlenen birlikteliği sağlayamamaktadırlar."
"İslam coğrafyasındaki iç savaşların kaybedeni, bir bütün olarak Müslümanlardır"
Suriye'de yaşanan insanlık dramına da değinen Yılmaz, "Bunun birinci derecede sorumluları emperyalist ülkelerdir. Dünyayı kamplara ve bloklara ayıranlar, pazar olarak gördükleri ülkelerin yönetiminde ve geleceğinde son söz sahibi olmaktadır. Geldiğimiz noktada Suriye'nin geleceğine ABD ve Rusya karar vermek için pazarlıklar yürütmektedir. Önce tarafları silahlandırmakta, sonra da çatışan taraflar üzerinden hakimiyet kurmaya çalışmaktadırlar. Tabiri caiz ise satranç oyunu oynamaktadırlar. Piyonlarla birbirlerine şah-mat çekmeye çalışmaktadırlar. Oynanan oyunun farkına varmayanlar, futbol takımı destekler gibi, Suriye'de çatışan tarafları desteklemekte, birbirlerini ihanetle suçlamakta hatta tekfir etmektedir.
Suriye'de farklı taraflara destek veren Türkiye ve İran arasında düşmanlık yaşanırken, bu savaşın asıl aktörleri olan ABD ve Rusya bir araya gelip, Müslüman halkın kanı üzerinden hâkimiyet mücadelesi vermektedir. Şurası unutulmasın ki, İslam coğrafyasındaki iç savaşların ve çatışmaların kaybedeni, Sünni'siyle, Şii'siyle bir bütün olarak Müslüman halk olmaktadır. Kazananı ise coğrafyamızdaki işgal ve sömürülerini farklı şekillerde devam ettiren emperyalist ülkeler olmaktadır. Türkiye ve İran, emperyalistlerin tuzağına düşmemeli ve Suriye konusunda işbirliği yaparak oynan oyunu bozmalıdır" şeklinde konuştu.
Dünya genelinde Müslümanların uğradıklarına dikkat çeken Yılmaz, şu önerilerde bulundu: "İslam'ın kardeşlik anlayışını terk ettiğimizden, ümmet bilincini kaybettiğimizden dolayı tüm bunlar başımız gelmektedir. Ortak paydalar da buluşma, dayanışma ve yardımlaşmayı esas alma yerine, ihtilaflarımızı öne çıkarmaktayız. Anlaşarak birlikte yaşama yerine, kavgayı ve çatışmayı tercih ediyoruz.
İslam coğrafyasındaki sömürünün bitmesi için ihtilafların bir tarafa bırakılması gerekmektedir. Toplumun menfaati yerine, kişisel ve bölgesel çıkarlar öne çıkmamalıdır. İslam coğrafyasındaki ülkeler, bir an önce siyasi birlik oluşturmalıdır. Ümmet bilincine sahip ülkeler Ortak karar mekanizması oluşturmalıdır. Kendi İç ihtilaflarımızı ve sorunlarımızı çözmek için siyasi birliktelikler kurulmalı ve gerekirse müdahale etmek için ortak askeri güç oluşturmalıdır. Bu güç, aynı zamanda emperyalistlerin saldırılarına karşı da caydırıcı olabilir, işgal ve sömürüyü bitirebilir.
Parti olarak bu konuda üzerimize düşen sorumluluğu yerine getirmek için uğraşıyoruz. Bunun için öncellikle ülke içinde ortak çalışmalar, birliktelikler kurulmalı, ardından uluslararası birliktelikler için uğraşı verilmelidir.
"Uluslararası İslami partiler birliğinin kurulması"
İşte bu benzeri nedenlerle İslam coğrafyasındaki sorunlara müdahil olabilmek ve çözüm üretebilmek için 'uluslararası İslami partiler birliği' adıyla bir girişimde bulunduk. Bunun içinde Filistin'de, Lübnan'da, Mısır'da, Kürdistan'da bulunan bazı İslami partilerle görüşmelerimiz oldu. Önümüzdeki süreçte bu görüşmelerimizi diğer İslami partilerle de paylaşacağız. İnşallah İslam coğrafyasında Uluslararası İslami partiler birliğinin kurulması ümmetin birliğine giden yolda bir adım olur.
Dış ilişkilerde ulusal çıkarlar adına zalimlerin, emperyalistlerin yanında durmaktan vazgeçilmelidir. Mazlumların yanında yer alarak, adalet eksenli bir yol takip edilmelidir. Komşu ülkelerle dostane ilişkiler geliştirilmeli, sınır bölgesinde yaşayan akrabaları ayıran sınırlar kaldırılmalıdır. Emperyalist ülkelerin, İslam coğrafyasındaki işgal ve zulümlerine ortak olunmamalı, mevcut işgal ve sömürü düzeninin sona ermesi için çaba harcanmalıdır."
"Sisteme muhalefet edenler, iktidar olduktan sonra sisteme entegre oldu"
Sisteme muhalefet edenlerin, iktidar olduktan sonra sisteme entegre olduklarını ve sistemin yanlışlarını devam ettirdiklerini belirten Yılmaz, "Tarafsız ve adil bir sistem kuramamış, yargının keyfi uygulamalarını sonlandıramamış ve mağduriyetleri giderememişlerdir. Yargının verdiği keyfi ve hukuksuz kararlar, halkın vicdanını derinden yaralamış, onarılamaz tahribatlara sebebiyet vermiştir. Siyasi partiler kanunu ve seçim kanunlarındaki adaletsizlikler giderilmemiş, toplumun her kesiminin temsil edilmesi engellenmiştir. Bu uygulama ile halk, mevcut siyasi partilerden birisini desteklemeye mahkum edilmiştir. Siyasi temsilden yoksun insanların çok olduğu bir yerde toplumsal barıştan söz edilemediği aşikardır" dedi.
Hür Dava Partisinin birilerine alternatif olsun diye veya bizim de bir partimiz olsun diye kurulmuş bir parti olmadığını vurgulayan Yılmaz, partilerinin amaç ve misyonuyla ilgili olarak da şunları söyledi: "Mevcut siyasi yapılardan hiçbirini, kendi siyasi temsilcileri olarak görmeyen halkımızın, talep ve telkinleriyle, yeni bir parti kurma ihtiyacı olduğuna inanarak yola çıktık. Halkımızın can, mal, din, akıl ve nesil emniyetini sağlamak için partimizi kurduk. Hür Dava partisi olarak misyonumuz; kardeşlik, eşitlik, adalet ve hürriyettir. Halkımızın İslami ve insani tüm haklarının iadesini ve tüm zulüm ve haksızların sona ermesini sağlamaktır.
Amacımız; hak yolda halkımıza hizmet etmektir. Hak yolda halka hizmeti ibadet olarak biliyoruz. Partimiz, Devleti ve siyaseti yeniden tanımlayacak, Devleti tüm kurumlarıyla beraber halkın hizmetine ve emrine verecektir. "Halk, devlet için vardır" anlayışını yıkacak, yerine "Devlet, halk için vardır" anlayışını getirecektir. Yıllardır uygulaya geldiği yanlış politikalarına karşı duracak ve sistemin alternatifi olacaktır. Kürt meselesi dâhil kangrene dönüştürülen mevcut sorunların tümünü, adalet ve hakkaniyet ölçüsüyle kalıcı bir şekilde çözmek için yola çıkmıştır.
Bu ülkede yaşayan Kürd'ün, Türk'ün, Arab'ın, Laz'ın Çerkez'in, Zaza'nın bir ve kardeş olduğunu, birinin diğerinden üstün olmadığını, hepsinin eşit vatandaşlar olduğunu, bunu sağlamak içinde yasalardaki ayrımcılığın ve ötekileşmenin sonlandırılması için kurulmuştur.
Hür Dava Partisi, Halkı sistemle barıştırma ve ona entegre etme politikalarına son verecek, sistemi halk ile, halkın inancı ile, halkın kimliği ile barıştıracaktır. Toplumun temel değerlerini siyasete taşıyacak ve hakim kılacaktır. Bizi biz yapan insani ve İslami değerleri yeniden ihya edecek, manevi değerlere sahip çıkıp, ahlaki yozlaşmayı durduracaktır.
HÜDA PAR olarak, biz inancın önündeki her türlü engellin kaldırılmasını istiyor ve savunuyoruz. İnsani ve İslami hak ve hürriyetlerin kullanımına sınırlama getirilemez ve kullanılmaları bazı şartlara bağlanmaz. Devlet dahi vatandaşın inancına müdahale edemez, inancını yaşamasını yasaklayamaz engelleyemez. Diyoruz. İnanç ve ibadet hürriyetinin önündeki tüm engelleri kaldıracağız.
Adaletin yeniden tesisi partimizin birinci hedefi olup, adaletin hiç bir şeye feda edilemeyeceğine inanır. Devletin, yıllardır sağlayamadığı, sosyal adaleti sağlayarak, gelir dağılımındaki adaletsizliği gidererek, refahı toplumun tabanına yaymak hedefimizdir. Hayatın yardımlaşma ve dayanışma olduğu bilincini yaygınlaştırıp, toplumun mağdur ve muhtaçlarının kalkınmasını sağlayacaktır. Halkımızın İslami ve İnsani tüm haklarına kavuşmasını sağlamak için birliğe ve beraberliğe çağırıyoruz. Düşüncesi, meşrebi, gurubu, kavmi ne olursa olsun herkesi partimiz etrafında kenetlenmeye ve ortak mücadeleye davet ediyoruz. Bunu gerçekleştirebilmemiz için sesimize ses verin. Gücümüze güç katın."
Yılmaz, son olarak Parti Genel Başkanlığına aday olmayacağını açıkladı. (M. Salih Keskin/Osman İçli - İLKHA)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.