İDAMLIK GENÇ
Bir yaz günüydü. Peygamberimizin şehri Medine’de insanlar dinlenmeye çekilmişti. Sessizliğin ortasında genç bir seyyah şehre girdi. Seyyahın yorgunluktan, sıcaktan, açlık ve susuzluktan yola devam edecek hali kalmamıştı.
Bir yaz günüydü. Peygamberimizin şehri Medine’de insanlar dinlenmeye çekilmişti. Sessizliğin ortasında genç bir seyyah şehre girdi. Seyyahın yorgunluktan, sıcaktan, açlık ve susuzluktan yola devam edecek hali kalmamıştı. Üzerinde seyahat ettiği atı da yorgunluktan perişan olmuştu.
Genç seyyah, Medine’nin girişinde bir bağın önünde durdu. Bağın kenarında asırlık, büyük bir hurma ağacı vardı. Genç seyyah hurma ağacının gölgesine uzandı. Amacı biraz dinlendikten sonra şehre girmekti. Ama uzanır uzanmaz derin bir uykuya daldı. Yorgun bedeni oracıkta gevşeyip kaldı.
Genç seyyah atının acı kişnemeleriyle uyandı. Hemen doğrulup ayağa fırladı. Acı kişnemelerin geldiği yöne doğru koştu.
Atı, çitlerin üzerinden atlayıp bağa girmişti. Bağın sahibi olduğu anlaşılan beyaz sakallı, yaşlı bir adam öfke içinde atı taşa tutuyordu. Zavallı atın alnı, bacakları, sağrısı kan içinde kalmıştı. At, dehşetle bacaklarını havaya kaldırıyor, etrafında fır dönüyordu.
Zavallı atını kan-revan içinde gören genç seyyah kızgınlıkla bağırdı:
– Atımı rahat bırak! Ne istiyorsun zavallıdan?
Lakin yaşlı adam, seyyahın uyarılarına aldırmadan atı taşlamayı sürdürüyordu. Yaşlı adamın acımasız tavırları karşısında kendini kaybeden genç seyyah yerden bir taş alarak bağın sahibine fırlattı. Taş, yaşlı adamın şakağına isabet etti. Yaşlı adam oracıkta düşüp öldü. Olayı gören Medineliler hemen seyyahı yakaladılar. Onu şeriat mahkemesine teslim ettiler.
Genç seyyah pişmanlık içerisinde kıvranarak:
– Niyetim onu öldürmek değildi! diye hayıflandı. Bu bir kaza!
Hâkim üzüntüyle başını salladı.
– Seni idam etmek zorundayız! Kısasa kısas, cana can! Sen bir cana kıydın, bedelini canınla ödeyeceksin. Ancak öldürülen yaşlı adamın yakınları idam yerine kan bedeli almayı veya seni affetmeyi kabul ederlerse o zaman ölümden kurtulursun.
Hâkim, öldürülen yaşlı adamın orda bulunan oğullarına döndü.
– Gelin bu genç yabancıyı affedin! dedi. Görüyorsunuz ki olay kazayla olmuş. Babanızın kan bedeli ödensin ve mesele kapansın.
Öldürülen yaşlı adamın oğulları hâkimin teklifine şiddetle karşı çıktılar.
– Hayır! dediler. Biz babamızın canına karşı bu gencin canını istiyoruz. O bir katildir. Yaşlı, zayıf babamızı öldürdü.
Genç seyyahı geniş bir alana götürdüler. Orda, toplanan halkın gözü önünde kafası kesilecekti.
Hâkim, cellada işaret vermeden önce genç seyyaha sordu:
– Son bir isteğin var mı?
Genç seyyah umutsuzca yutkundu. Boğuk, üzüntüden titreyen bir sesle:
– Genç bir karım, küçük yavrularım var, dedi. Bir de yolumu gözetleyen yaşlı bir annemle babam… Keşke son bir defa onları görseydim. Yavrularımı doya doya öpebilseydim. Eşimden, anamdan, babamdan helallik dileseydim.
Hâkim:
– Bu arzun imkânsız genç adam! diye konuştu. Ya bir daha gelmezsen…
Genç seyyahın kalbinde birden müthiş bir aile hasreti kabardı. Yalvaran gözlerini umutsuzca hâkime dikti.
– Söz veriyorum! diye yutkundu. Söz veriyorum, üç gün içinde geri geleceğim!
Hâkim, genç seyyaha acımıştı. Orada toplananların hepsi de acımışlardı ona. Çünkü temiz yürekli, dindar, dürüst bir gence benziyordu.
Hâkim, kendisinin bile inanmadığı bir sesle konuştu:
– Şayet kendine bir kefil bulursan seni bırakırız.
Genç seyyah acı acı gülümsedi:
– Kim bana kefil olur ki? Ben yabancı bir adamım, kim bana inanır ki?
– Ben!
Bütün gözler şaşkınlıkla sesin geldiği tarafa döndü. Konuşan adam Ebû Zer El-Gıfari’ydi. Peygamber Aleyhisselamın büyük dostu Ebû Zer… Mazlumların, garibanların babası Ebû Zer… Adalet ve özgürlüğün aşığı Ebû Zer…
Herkes dehşet içinde kalmıştı. Korkuyla Ebû Zer’e bakıyorlardı. Hâkim kekeleyerek:
– Ey Peygamber Aleyhisselamın şerefli arkadaşı! dedi. Bu yabancıya nasıl kefil olursunuz? O dönmezse sizin mübarek hayatınız tehlikeye girer!
Ebû Zer sükûnetle gülümsedi. Genç seyyahın omuzlarını hafifçe okşayarak:
– Ben bu gence inanıyorum! diye konuştu. O mutlaka geri dönecektir. Bırakın onu! Eğer o geri dönmezse beni idam edin.
Hâkim ciddi bir tavırla genç seyyahı uyardı.
– Bak, üçüncü günün sonunda dönmezsen peygamberin yüce dostunu idam etmek zorunda kalacağız! Onu mahcup etme!
Genç adam tek kelime konuşmadan kendisine verilen ata bindi. Arkasında toz bulutları bırakarak hızla gözden kayboldu.
İkinci günün sabahında yurduna vardı. Başına gelen musibeti içi kan ağlayarak ailesine anlattı. Haberi duyan hanımı oracıkta düşüp bayıldı. Annesi feryad-u figan içerisinde oğluna sarıldı.
Genç seyyah ve ailesi akşama kadar oturup ağlaştılar. Allah’a dua ettiler. Akşam gelip çatınca seyyah çocuklarını gözyaşları içinde bağrına bastı. Yakınlarıyla vedalaştı. Gönlü hüzün ateşiyle dağlanmış bir halde Medine’nin yolunu tuttu.
Genç seyyah vaktinde Medine’ye ulaşabilmek için bütün gücüyle atını sürüyordu. Zavallı at kan ter içinde kalmıştı. Çölün kavurucu sıcağının altında daha fazla dayanamadı. Dizlerinin dermanı kesildi ve tökezleyerek yere yuvarlandı.
Genç seyyah atını ayağa kaldırmak için çok uğraştı. Ama zavallı at yerinden bile kıpırdamıyordu. Genç seyyah çaresiz tek başına, yayan yola devam etti. Kalbi heyecandan güm güm atarak koşuyordu. Medine’ye vaktinde varamama endişesi onu kahrediyordu.
Öte yandan Medine’de günler çabuk geçti. Üçüncü gün gelip çatarken insanların korkusu da giderek artıyordu. Ya genç seyyah gelmezse? Peygamberin büyük sahabesini nasıl idam edeceklerdi?
Üçüncü gün de bitip güneş batınca insanlar meydanda toplanmaya başladılar. Bütün yüzler üzüntüyle çarpılmış, dudaklar heyecanla titriyordu. Ebû Zer ise sakindi. Gülümseyerek seyyahı bekliyordu.
Medine halkı öfkeyle homurdanıp:
– Seyyah bizi kandırdı, o gelmeyecek! diye bağırıp çağırmaya başlayınca Ebû Zer yavaşça elini havaya kaldırdı.
– O gelecek! dedi. Ona güveniyorum!
İnsanların ümidi tamamen tükenmişken genç seyyah ufukta göründü. Seyyahın gelmesiyle herkes rahat bir nefes aldı.
Genç seyyah meydana varır varmaz yere çömeldi. Yorgunluktan bitip tükenmişti. Saçı sakalı toz toprak içindeydi. Elbiseleri yırtılmıştı.
Genç adam Ebuzer’in ellerine sarıldı.
– Beni affedin efendim! dedi. Atım beni yarı yolda bıraktı. Ancak gelebildim.
Genç seyyahın dürüstlüğü, doğru sözlülüğü karşısında meydandaki herkes duygulanmıştı. Bu yüce imanlı genç, kaçma imkânına sahip olduğu halde kaçmamış, sözünde durmuştu.
Öldürülen yaşlı adamın büyük oğlu ağlayarak genç seyyahı kucakladı.
– Senin gibi yiğit biri babamı kasten öldürmüş olamaz, dedi. İnandım ki babamın ölümü bir kazaydı. Git, özgürsün! Kanın bedelini de senden istemiyoruz. Davamızdan vazgeçtik.
Ebû Zer genç adama bakıp gülümsedi.
– Unutma, doğruluğun ödülüdür bu! Her zaman doğru ol!
Medineliler sevinçle genç seyyahın etrafını sardılar. Doğru sözlülüğünden ötürü onu tebrik ettiler.
Sadullah Aydın
Kaynak:
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.