Abdulhakim SONKAYA
İslam`da "Vatan" Mefhumu
Peygamber(sav): “Karganın gagalaması gibi namaz kılmayın ve hayvanlar gibi mescitte sabit bir noktayı vatan edinmeyin” (Ebu Davud-Nesai:1112) buyurmuştur. Bu hadis İslam’da “vatan” anlayışını nefis bir şekilde izah etmekte, bu mefhumun içini en güzel şekilde doldurmaktadır.
Başbakan Erdoğan; “Irkçılık şeytandandır” dedi.
Mısır Başbakanı Hişam Kandil; “Mısır’ın Libya topraklarında hakkı var” dedi.
Hizbullah lideri Edip Gümüş daha önce yayınladığı bir bildiride; “Ümmet için en büyük fitnelerden biri de İslam beldeleri arasındaki sınırlar ve bu sınırlardan kaynaklanan taassuptur” dedi.
Ahmet Türk; “İslam olmazsa ortada ne Türk ne de Kürt kalır” dedi.
Bütün bu sözlerde ortak hakikat, artık sınır mefhumunun değişmesi gerektiğidir.
Peygamber(sav), namazda gagalama tarzını kınamıştır. Çünkü kuş, gagasıyla aldığını çiğnemiyor, sanki çalıyormuş gibi ani bir hareketle alıyor. Oysa asıl olan ağır ağır ve tadını çıkararak almaktır. Bu da bulunduğu yer ve zamandan hakkıyla nasiplenmeyi ifade ediyor. Lakin bu, bir yere sabitlenerek, bir yere bağlanarak orayı kutsamayı ifade etmiyor. Peygamber(sav), cami bile olsa bir noktanın vatan edinilmesini uygun görmüyor. Bilakis bunu hayvanlara has bir davranış olarak nitelendiriyor. Çünkü onlar akıl ve basiretleriyle değil, sadece güdüleri ve alışkanlıklarıyla hareket ediyor. Böylesi bir vatan anlayışı insanı düz ve sığ bir anlayışa mahkûm ediyor. Değerlerin sınırları yani hududullah dışında salt bir alana ve coğrafyaya dayalı vatan sınırı insanı taassuba ve bencilliğe iter.
Ayette, “Allah, sizi birçok vatanda muzaffer kıldı”(Tövbe: 25) buyurulur. Dikkat edilirse ayette vatan çoğul olarak “mevatin” şeklindedir. Demek ki vatan asıl olarak Allah’ın yardımının indiği dolayısıyla insanın kendini izzetli gördüğü yerdir. Bütün yeryüzü Allah’ın olduğuna göre bu vasıflara haiz herhangi bir yer insan için vatan olabilir. Vatan, değerini zaferden alır. Zafer de Allah’ın hududu için olmalıdır. Allah’ın hududu bir yerin hududunu belirlerse orası hakiki manada vatandır.
Allah ve Resulü vatanı sabit görmemiştir. Değerleri ve hududu, Allah tarafından belirlenen her yer vatandır. Bu nedenle İslam’da hicret vardır. Bu da İslam’ın vatanı sabit görmediğinin delilidir. Müslümanlar arasında vatan, milletten yani din ve Müslüman halktan soyut olarak algılanıyor. Oysa vatanı vatan yapan, onun sınırlarını belirleyen üzerindeki Müslümanlar ve onların şiarlarıdır. Yoksa onun sabit bir nokta olması değildir. Örneğin, Endülüs bir zamanlar İslam vatanıydı; ama bugün artık vatan değildir. Eğer vatanın sınırlarını coğrafya belirleseydi Endülüs’ün bugün dahi vatan olması gerekirdi.
Allah’a(c.c): “Sen bu beldede otururken bu beldeye yemin olsun”(Beled: 1-2) ve “Yemin olsun bu emin beldeye”(Tin:1) buyurur. Bu ayetlere göre bir belde soyut olarak değil; ona bağlı sıfat, şiar ve şahsiyetlerle değer kazandığı ortaya çıkıyor. Çünkü bilinen anlamına ilaveten “belde” aynı zamanda zekâ ve basiret zayıflığı anlamına geliyor. Öyle ya, insan sabit bir alana mahkûm olursa, kendi âlemini kesin hudutlarla tehdit ederse gelişme kaydetmez. Sınırlar insanın nüfuz etmesini engeller. Onun zekâsının ve basiretinin keskin olmasına mani olur. Bu nedenle belde aynı zamanda zekâ geriliği manasındadır. Bunun gibi diyar da daireden gelir ve o da sınırlandırılmayı ifade eder.
Yapay sınırlar insanı hem akli hem de ruhi nüfuzdan mahrum bırakır. Toplumu taassuba ve fitneye sürükler. Bu da toplumun hayatında maddi ve manevi üretkenliği yok eder. Maddi ve manevi nüfuzu daraltır ve sığlaştırır. Adeta insanı ve toplumu ahmaklaştırır. Bu nedenle İslam’da asıl olan toprak parçası değil, halkın varlığının ve bu halkın haklarının kabul edilmesidir.
Halkını Aziz İslam Ümmeti ailesinin bir ferdi yapmak için çalışanlara selam olsun.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.