Mehmet ŞENLİK
İslam'da ve batı toplumlarında örf-adet
Bir toplulukta zaman içinde meydana gelen ve toplum içerisinde kabul gören maddi ve manevi alışkanlıklara gelenek veya âdet denilir. Örf ise, biraz daha kuvvetli hale gelmiş adet ve geleneklerdir. Örf ve adet, önemli bir şey ile ortaya çıkar. Yani toplumun arzusu, bünyesi ve değerlerine uygun olarak ortaya çıkar; toplumun bünyesinin değişmesiyle de değişir. Bazı meselelerde kanunun unutarak yaptığı hatayı örf ve adet telafi eder. Bu durumda, kanunun temas etmediği bütün meselelerde bir hukuk kaynağı olarak örf ve âdete başvurulur.
Örf, İslam hukukunda fer'î bir hüküm kaynağı olarak kabul edilir. Örf, kendisinden daha geniş olan adetten ayrılır. Adet, şahıs ve cemaatlerden tekrar tekrar sadır olan davranışa denilir. Örf, âdetin bir çeşididir. İslam âlimleri örf ve âdeti; “Aklıselimin üzerinde ittifak ettiği ve halkın devam edegeldiği şeylerdir ki, birçok kere tekrar olunur” şeklinde tarif etmişlerdir. Örf ve âdette dikkat edilecek husus; Şer'an ve aklen müstahsen olması, aklıselim sahipleri yanında münker görülmemesidir.
Örf fıkhi manada umumi ve hususi olmak üzere ikiye ayrılır. Umumi örf: Birçok memleket ve cemiyetlerin müşterek olan örfleridir. Hususi örf ise: Belirli bir memleketin veya cemaatin tekrar tekrar işlediği şeylerdir. Ameli örf, bir yerde fiili bir şeyin insanlar arasında adet haline gelmesidir. Mesela bir bölgede koyun etinin yenmesi mutad olduğu gibi, diğer bir yerde keçi etinin yenmesi mutaddır.
İslam, yerleştiği dönemlerde insanlar arasında iyi olarak bilinen ve teamül haline gelmiş olan bazı örf ve adetleri olduğu hal üzere bırakmıştır. Böylece örf, İslam hukukunun önemli kaynaklarından birisini teşkil etmiştir.
Batı literatüründe gelenek “toplumda değerler ve kurumların en ağır değişen ve eski toplumlarla yaşayan toplumların arasında bir bağ oluşturan sosyal miras” olarak geçer. Geleceğin payı ve toplumun eski şekillerini yenilerine bağlama gücü toplumdan topluma değişir. Bazı sosyologlar devrimlerin gelenekleri ortadan kaldırdıklarını söylerler. Ancak en sert devrimlerden sonra dahi bir kısım geleneklerin devam ettiği görülmektedir
Batı düşüncesinde genel kabul gören bir fikir olarak sosyal değerlerde sürekli değişim vardır. Bu görüşten hareketle kültürün de bir değişime uğradığı ve kaçınılmaz bir değişim geçireceği kabul edilir. Kültürün geleneksel öğeleri; her geçen gün kültüre eklenen yeni tekniklerin, değerlerin, tasarımların etkisiyle yok olma baskısı altındadır. Ancak çoğu zaman yeni öğeler eskilerin yok edilmesini ya da dönüştürülmesini gerektirir. Dolayısı ile tüm kültürler sürekli olarak bir evrim geçirirler. (Mourice Duverger, Siyaset Sosyolojisi, s. 124).
Bu açıklama tarzı, gelenekselliğin mutlaka yanlış ve hatalı olduğundan kaynaklanan bir anlayış biçimiyle ilgilidir. Batıda bir fikir veya sistem, kalıcı bir özellik taşıyorsa gelenekseldir ve her geleneksel ise, yanlıştır. Bu görüş, Rönesans öncesi geleneksel düşünce ve inanışı temsil eden Ortaçağ Hristiyan felsefesinin reddedilmesinden kaynaklanan bir tavırdır. Bundan dolayı Batı için gelenekçilik, basit olarak geçmişe ait bir özlemi ve eski değerlerin benimsenmesi şeklinde anlaşılmaktadır. İslami anlayışta ise, doğru kabul edilenin korunması şeklinde bir gelenekçilik söz konusudur.
Müslümanlar, İslam'ın en ideal şekliyle yaşandığı Asrı Saadet dönemini muhafaza etmek ve ona uygun bir yaşayış modelini sürdürmek arzusu içindedirler. Bunun dışındaki her türlü yaşam modeli, muhafaza edilmeye ve sürdürülmeye layık görülmemektedir. Böylece İslami anlayışta ileri-geri kavramları, zaman ve mekân faktörleri dışında gelişen bir özellik taşımaktadır. Gelenekçi veya modernist düşünce, ancak İslam'a olan yakınlığı ve uzaklığı nisbetinde değer kazanır.
İslam'ın eksik anlaşıldığı dönemlerde Müslümanlar tek taraflı mistik bir ruha yönelmiş ve dünyayı terk etmek bir erdem kabul edilmişti. Bu durum, Müslüman toplumları geleneklerin muhafazasına ve her türlü gelişmeye kapalı hale getirdi: Mazinin müdafaasına yönelince kültür, bir arkeolojik karaktere bürünmekte; zihni faaliyet ileriye değil, geriye çevrilmiş bulunmaktadır. İşte bu itidalsiz geriye dönüş, kültür sahasında hal ve istikbalini zaruretleriyle uyuşmayan bir dönüş şeklini almaktadır.
İslami bakış tarzının kayboluşu sonucu, Müslüman toplumlar sapmanın bir çeşidi olan İslam dışı geleneklerin ağına düşmektedir. Bu noktada Müslümanlara düşen görev vahiy kaynaklı Nebevi İslami geleneği yeniden ihya edip yaşatmaktır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.