Kadının beyanı esas olmuş olsaydı Hazreti Yusuf suçlu olurdu
Aile Bilim ve Eğitim Derneği Başkanı Adnan Kalkan, 6284 Sayılı Yasa'nın neticelerinden olan 'Kadının beyanı esastır' kaydına ilişkin olarak, "Şayet kadının beyanı esas olmuş olsaydı Hazreti Yusuf suçlu olurdu." tespitinde bulundu.
İstanbul Sözleşmesi, feminizm ve evliliğin ebeveynler tarafından zorlaştırıldığını belirten Aile Bilim ve Eğitim Derneği Başkanı Adnan Kalkan, aileyi korumak amacıyla çıkartılan yasaların aileye daha büyük zararlar verdiğini söyledi.
Ailenin, kadın ve erkeğin bir araya gelerek oluşturmuş olduğu en küçük sosyal yapı birimi olduğunu ifade eden Kalkan, İslam'da ailenin önemi konusunda, "Hz. Âdem (Aleyhisselam)'den bu yana Allah-u Teala tarafından önemi gösterilmiştir. Kur'an-ı Kerim'de, bir kadın ve erkekten yaratıldığımız ve kalplerimizin birbirine ısındırılması ve ailenin önemi ayet ile açıklanmıştır. Ailede erkek ve kadın birbirini bütünler ve aile, bir erkek ve bir kadından oluşmak zorundadır. Anne, baba ve çocuklar üzerinden oluşan aile, kutsal bir yapıdır." ifadelerini kullandı.
Anne, baba ve çocukların, ailenin temel yapı taşlarını oluşturduğunu bu yüzden bugün ailenin en önemli konular arasında yer aldığını söyleyen Kalkan, aile içerisindeki görev ve sorumluluklara değindi.
Kalkan, "Hz. Muhammed (Sallallahu Aleyhi Vesellem), kızı Hz. Fatıma (Radiyallahü Anha)'yı, Hz. Ali (Radiyallahu Anhü) ile evlendirirken, 'Ya Ali, bundan sonra evin dışındaki işlerden sen, Ya Fatıma, bundan sonra da evin içindeki işlerden sen sorumlusun.' demiştir. Bu demektir ki erkek, sorumluluk bazında çalışacak, eşinin ve çocuklarının nafakalarını helal yollardan temin edecek. Kadın ise, çocukları yetiştirme, evdeki vazifelerinden ve de eşinin ve kendisinin namusunu koruma sorumluluğundadır." ifadelerini kullandı.
"İslam bakışında aile; kadının kadınca, erkeğin ise erkekçe sorumluluklarını yerine getirmesi demektir"
"Bugün ki problemlerin temel sebeplerinden biri de kadın ve erkek rollerinin değişmiş olmasıdır." diyen Kalkan, "Fitnelerin aile içine doluştuğu bir zamanda bu sözlerimiz ayrı bir tepkiye sebep oluyor. Çünkü bu konuda farklı bakış açıları gelişti. Fakat bizler, tepkilerden dolayı kendi fıtratımızdan vazgeçecek değiliz. Bunu söylerken ki amacımız, 'Kadın tek başına ev işlerini yürütecek, tek başına çocuk bakımını üstlenecek.' demek değildir. Ancak, kadınlar evden çıktığında sağlıklı nesil yetişmiyor, erkek ise çeşitli problemler yaşıyor. Dolayısıyla İslam'da aile derken; kadının kadınca, erkeğin ise erkekçe sorumluluklarını yerine getirmesi gerekiyor. Çocuklara da sorumluluk bilinci daha küçük yaşlardan itibaren aşılanmalı. Kendi odasını toplamasından tutun ileriki yaşlarda üzerine düşen diğer görevleri yapma noktasına kadar çocuğa öğretilmeli. Çocuğa görev ve sorumluluk vermeden, çocuğu yetiştirmeye çalıştığımızdan dolayı evlatlarımız büyüdükten sonraki zamanlarda ne babalık nede kocalık sorumluluğunu alabiliyor." dedi.
"Değerler bir tarafa atıldı ve diğerler ön plana çıkarıldı"
Ailelerin, çocuklarını evlendireceği zaman, ev, araba, iş gibi maddi konulara ehemmiyet verdiğini dile getiren Kalkan, "Anne-babalar, ekonomik güce yöneldikleri için evlenmelerde sorunlar çıkıyor. Özellikle kızını evlendirmeye çalışan böylesi ailelere biri talip olduğu zaman, kızlarına yönelik sağlıklı bir eş, sorumlu bir koca, denklik, kültür, dava derdinin olup olmaması, ahlâk ve kişilik bir tarafa bırakılıyor. Bunun yerine maddi imkânlara ön planı çıkarılıyor, değerler bir tarafa atılıyor. Böyle olunca da evlilikler zorlaşıyor. Bunun tehlikesi şudur; evlilik oranları ciddi manada düşerken, evlilik yaşı da yükseliyor. Bu bir neslin yok edilmesi veya engellenmesidir. Anne-babalar özlerine dönmelidir. Hatırlayalım, Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi Vesellem) evlenmek isteyen sahabeye, eşine mehir olarak ne verebileceğini sorduğunda sahabe, "Eşime mehir olarak vereceğim bir şeyim yoktur Ya Resulullah." Deyince, Efendimiz o sahabeye cevaben, "O zaman eşine mehir olarak, felak ve nas surelerini öğret." buyurmuştu. Bu konuda "Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız." hadisini de unutmamak gerekir. Evliliğin zorlaşması harama yönelmeye sebep oluyor. Bu büyük bir vebaldir. Evlilik süreci uzadığı zaman da ayrı sıkıntılar çıkıyor. Bundan dolayı nişanlılık süresi 3 aydan az olmamalı, eş adayları birbirlerini tanımalı ve bu süreç 6 aydan da çok uzun olmamalıdır." şeklinde konuştu.
Yasalar aileyi koruyor mu?
Mevcut yasaların aileyi korumak yerine tahrip ettiğini ve kadının beyanının esas olarak kabul edilmemesi gerektiğini vurgulayan Kalkan, "Bir suçlama varsa İslam şahit ister. Zina konusunda dahi 4 şahit istiyor dinimiz. Şahitler olmadığı takdirde suçu nasıl ispatlayabiliriz ki? Eğer kanunların dediği gibi olsa idi Hz. Yusuf, Züleyha karşısında suçlu olacaktı. Bugün bu konuda nice vakalar var. '6284 Sayılı Yasa' ve 'Kadının Beyanı Esastır.' yasası çıktığında çok ciddi manada boşanmalar ve şiddet olayları arttı. Kamera kaydı olsa bile, kadının dediğinin esas kabul edilmesi mağduriyetlere neden oluyor." dedi.
"İstanbul Sözleşmesi Lut kavminin yaşamını bugüne taşıyor"
Batıdan ithal edilerek Müslüman Türkiye halkına bu sözleşmenin dayatıldığını ifade eden Kalkan, "İstanbul Sözleşmesi başlı başına bir problemdir, İslam Kültürü ile bir alakası yoktur. İstanbul Sözleşmesi istendiği anda iptal edilebilecek bir sözleşmedir. Rusya gibi bir ülke dahi bu sözleşmeyi reddetmiştir. Avrupa'da da birçok ülke bu sözleşmeyi imzalamamış ve şerh koymuştur. Bizim ise doğrudan imzaladığımız bir sözleşmedir. Bu sözleşmeyi destekleyen, eşcinselliği dayatan bir topluluk var ve bunların baskıları ile bunlar gerçekleşiyor. Bu sözleşme aileye ciddi manada darbe vuruyor ve zinanın önünü açıyor. Siyonizm çalışırken sadece bugüne çalışmaz. Müslüman ferasetli ve basiretli olmalı. Bugünü değil on yıl, hatta yüzyıl sonrasını, dini, toplumsal ve psikolojik olarak düşünmek zorundayız. İstanbul Sözleşmesi olduğu müddetçe ailenin kalkınması mümkün değil. Halk tarafından çok ciddi manada tepkiyle karşılanan sözleşme, bir avuç art niyetli insanın savunduğu bir sözleşmedir.
Bu konuda Cumhurbaşkanının, etrafındaki tabaka tarafından yanlış yönlendirildiğini düşünüyorum. Türkiye'nin bu sözleşmeden bir an evvel çıkması gerekir ki aile düzelebilsin. Aile düzelirse toplum da düzelir. Aile çökerse medeniyet de çöker." ifadelerini kullandı.
"İslam, cennetin anahtarını kadınların ayakları altına sermiştir."
Feminizmin Avrupa ve Kuzey Amerika başta olmak üzere dünyaya yayılan bir anlayış olduğunu ve aileyi yıkmak üzere tasarlanan bir proje olduğunu belirten Kalkan, "Feminizmi yayanlar; aile, sosyal ve ekonomik alanda kadın-erkek eşitliğini koruma anlayışıyla yola çıktılar. Fakat kadın ve erkek kesinlikle eşit olamaz. Feminizm anlayışı kadına zulümdür. Eşit değil adalet gerekir. Bizler, kadının toplumsal ve ekonomik alanda olmaması gerektiğini söylemiyoruz. Çalışmak zorunda olanlar elbette çalışacak. İslam âleminde feminizm dediğimiz zaman büyük bir yıkım anlamına geliyor. Hazreti Peygamber (Sallallahu Aleyhi Vesellem), toprağa diri diri gömülen kız çocuklarını alıp omuzlarında gezdirmiş, İslam da cennetin anahtarını kadınların ayağının altına sermiştir. Fakat feminizm, kadına ekonomik ve cinsel obje olarak bakar. Feminizm bu ülkeye ve topluma girdiğinden beri nice yuvalar yıkıldı. Aile içerisinde hanımefendi olan kadın, aile yıkıldıktan sonra çalışmak zorunda kaldığı için dışarıda köle olarak kullanılıyor." dedi.
İLKHA
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.