Abdullah KAVAN
Kenan Evren'in ardından
Bir dönemi “demir yumruk” politikasıyla yöneten, 12 Eylül faşizminin bir numaralı ismi Kenan Evren, ölümüyle yine gündemde… 98 yaşında her canlı gibi bu fani dünyadan ölüp gitti… Geçmişinde iyi şeylerden söz etmek mümkün değil. Kenan Evren denilince, 12 Eylül dönemini yaşayan kuşakların anlattıkları “tüyler ürperten” baskı ve işkenceleri hatırlarız. Köpek saldırtma, ayaktan asma, lağım suyuna koyma, fare yedirme ve akla gelmeyen işkenceler…
1980 tarihinde yapılan askeri darbe ile ülke yönetimine el konulması ile Türkiye'deki bütün özgürlükler askıya alındı. Kenan Evren'in ve o dönemdeki vesayetin düşüncesini şu anekdotla daha da iyi anlıyoruz: Muş konuşmasında 16 yaşındaki Erdal Eren'in idam edilmesi hakkında “şimdi ben bunu yakaladıktan sonra idam etmeyeceğim de ona cezaevinde yıllarca bakacağım ve bu haini senelerce besleyeceğim” düşüncesi zihin kodlarını gösteriyor. Bizim çocukluk yıllarımız olan o dönemde, Annelerimizin yaramazlıklarımıza karşın “susun askerler geliyor” psikolojisiyle büyüdük. O dönemin devlet zulümleri bugün “Kenan Evren” şahsına indirgenmek isteniyor. O dönemde devlet politikası olan baskı, zülüm ve katliamları bu şahsa yüklemekle kendi ayıplarından kurtulmak istiyorlar. Oysa bu zulmü halka reva gören devletin tüm birimleri, bu işlerde kullanıldı veya alet edildi.
O dönemdeki devlet zulmünün “Kenan Evren'in şahsında” bireyselleştirilmesi doğru bir bakış açısı değil.1980 darbesi bir şahsın ürünü değil, bir devlet geleneğinin, askeri vesayet üzerine inşa edilen bazı iç ve dış güçlerin ürünüydü. Zira darbenin ardından CIA Ankara şefi Paul Hazne, Beyaz Saray ile yaptığı bir telefon görüşmesinde “bizim çocuklar başardı” diyordu. Bunu bilen birçok kesim Kenan Evren'in ölümünden sonra ona sahip çıkmadılar. Onu hürmetle anmamakla birlikte onun siyasi mirasına da sahiplik edenler ortaya çıkmadı veya çıkmak istemediler.
Evren'in, Sağcısından-Solcusuna, Kürdünden-Türküne, İslamcısından- Alevisine ve birçok etnik unsurdan olan her grubu mağdur eden uygulamaları nedeniyle olacak ki; arkasından hiç kimsenin gözyaşı dökmemesi garipsenmedi. Hatta devlet töreni uygulanıp-uygulanmayacağı bile tartışıldı. Çünkü yaptıkları haksızlık ve fütursuzlukları anlatarak; aslında bir solcuyu idam ederken, denge kurmak için bir de sağcı idam etmek istediklerini ve bunu uyguladıklarını deklere ediyordu. Sağcı ve solcu dengesi sağlansın diye idam edilen onlarca masum genç vardı. Denge kurmak adına yargılanmadan şahısları astığını itiraf etmişti. Birçok kişi de cezaevinde ölümü beklerken “Kürtçe konuşma yasağı olan” cezaevlerinde anneleriyle sadece göz teması kuran ve konuşmayıp dertlerini ağlamayla ifade eden insanların yazılan mektupları, bir nebze de olsa o dönemde olan zulmün rengini gösteriyor. Hatta oluşan sistemde Cezaevi görevlileri bile zaman içerisinde psikolojik travmalara maruz kalıyorlardı. Çünkü her biri zorunlu bir işkenceci olup çıkmıştı.
Bütün bu olanlara karşın devlet kademeleri uzun yıllar bu zulmü dillendirmeyi bile göze alamadılar. 2000 yılında Savcı Sacit Kayasu, Evren hakkında iddianame hazırladı ama HSYK tarafından bu savcı görevden atıldı. Hatta avukatlığa devam eden bu şahsın avukatlık hakkı bile elinden alındı. Ta ki 2012 yılında “Evren” hakkında hazırlanan dosya, 2013 yılında sonuçlandı. Kenan Evren ve o dönemin Orgenerali Tahsin Şahinkaya, müebbet hapse mahkûm edilirken rütbeleri de söküldü. Ancak bu ceza da “sembolik” olmaktan öteye gitmedi. Rütbelerinin sökülmesi, aldıkları müebbet ceza sembolik olsa da önemlidir. Ancak sadece suçları ona bağlama ve o sistem içerisinde yüzlerce katliam ve hukuksuzluk yaşatanlar hala piyasadalar. Devletin o dönemin zülüm ve hukuksuzluklarıyla soyut bir şekilde değil somut bir şekilde yüzleşmesi gerekir. O dönemdeki kalıntılardan kurtulması gerekir. Başta o dönemden kalma “Askeri Anayasa” değiştirilmeli ve o dönemin izlerini silmeye çalışmalıdır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.