Said Çınar
Kirby'nin ‘Vicdanına' Sığınmak!
Türkiye'de ve tüm Ortadoğu'da yaşananları, birbirini kovalayan trajik olayları sebepler üzerinden değil, sonuçlar üzerinden okumak artık bir gelenek halini almış durumdadır.
Bugün Ortadoğu'yu şiddet sarmalına sürüklemeyi başaran Batı, aynı zamanda herhangi bir bölge ülkesinde oluşturduğu şiddet sarmalını, bir başka ülkede devreye soktuğu kısmi ya da genel şiddet sarmalının müsebbibi olarak da bize göstermeyi esas alan başarılı bir politika yürütmektedir.
İster Irak'ın Musul'unda, ister Suriye'nin Halep'inde, ister Türkiye'nin İstanbul'unda/Beşiktaş'ında devreye konulan genel ya da kısmi şiddetin Batı'nın genel çerçevede yürüttüğü “Bölgesel politikasıyla” doğrudan bir ilişkisi vardır.
Hal böyle olunca ne Musul sadece Irak'ın sorunudur; ne Halep sadece Suriye'nin sorunudur; ne de İstanbul/Beşiktaş sadece Türkiye'nin sorunudur. Batı'nın her ülkede devreye koyduğu şiddet politikalarının özü/çapı farklı olsa da bu şiddet politikaları aynı amaca, aynı plana hizmet eden, tek merkezden idare edilen ortak bir aklın ürünüdür. Ki siz bu akıla “Üst akıl” deyin, ben de “Amerikan aklı” diyeyim.
Batı'nın bölgesel bazda yürüttüğü şu politikaya sanırım hiç kimsenin itirazı yoktur:
1- Bölge, yeni bir dizayna tabi tutulacak,
2- Bunun için de her ülkenin farklı yelpazedeki unsurları birbirleriyle çatıştırılacak,
3- Bu şekilde körüklenecek iç çatışmalarla devlet aygıtı denen yerleşik idari sistemler işleyemez hale getirilecek,
4- İdari sistemlerin işleyememesi ve bunun beraberinde getireceği kaos ve şiddet dalgası bahane edilerek “müdahale” zemini oluşturulacak,
5- Müdahaleyi içeren değişik unsurlarla yeni bir dizayn olgusu İslam dünyasına “hediye” edilecek!
Buna dikkat çekerken, dizayn için hedef bölgede yerleşik düzenlerin hiçbir sorununun olmadığını tabii ki iddia edemeyiz. Ancak şu anda bölgesel bazda yürütülen planlar ve bunun beraberinde getirdiği kaos ve kanlı çatışmalar yerleşik bölge halklarının arzusu değil, var olan arzuların suistimal edilerek Batı'nın dizayn çabaları uğruna araçsallaştırılması üzerine kurulmuş sinsi bir politika yürütülmektedir.
Dikkatinizi çekmiş mi bilmiyorum;
Şu anda Batı'nın istediği doğrultuda devlet aygıtının en “başarılı” şekilde devre dışı bırakıldığı ülke Libya'dır. Libya, bunun sonucu olarak bugün iç çatışmaları en yoğun şekilde iliklerine kadar yaşarken, orada olup bitenlerin haberlere bile konu olmamasının özel anlamı ne olabilir?
Irak…
Şu anda Batı'nın tüm amacı Irak'ta var olan kısmi/topal otoritenin de bertaraf edilmesidir. Bunun için de bir gün “Sünni”, bir gün “Şii”, bir gün “Kürt” moduna geçmekte, çatışmaları körüklemekte, oynadığı “denge unsuru” rolüyle tüm kesimleri kendine mahkûm etmektedir.
Suriye…
Suriye'deki mevcut otoriteyi istediğiniz kadar eleştirin, lanetleyin, hatta küfredin, sonuç değişmez. Burada da amaç aynıydı; devlet denen aygıtın tamamen devre dışı bırakılması. Ancak bunca çatışma ve trajedilere rağmen bir sonraki aşama için elle tutulur bir tabloyu öngöremediği için yürüttüğü politika, çatışmaların devamı üzerine kurulu olup stabil bir seyir izlemektedir. Suriye'de çatışmaların devamı için ilginç bir “denge” politikası yürütülmektedir. Rejim mevzi kaybedip zor duruma düşünce, “Esad'ın devrilmesi önceliğimiz değil” açıklamalarına; silahlı unsurlar mevzi kaybedip zora düşünce “Katliam” kartını devreye sokup “Vicdan” bezirgânlığına başvurabilmektedir.
Şunun idrakine artık herkes varmalı; Batı'nın dizayn planlamaları için hedef seçtiği ülkeler, bugün kan revan içerisinde çırpınan ülkelerden ibaret değildir. Her ülke için bir ajanda tutulmuş durumdadır. Bunun için de “Sıramatik” kuralı işletilmektedir. “Sıramatik” kuralı ve cereyan eden hadiseler, sırada şu anda Türkiye'nin bulunduğunu açıkça göstermektedir.
Bir ülke düşünün;
Yönetimi “diktatörlükle” suçlanmakta, darbe senaryosu hazırlanıp uygulanmaya çalışılmakta, başarılamayınca taşeron örgütler üzerinden periyodik aralıklarla “bomba” mesajlar verilmekte olsun!
Bunlar da yetmesin, bir de o ülkenin geleceğine dair senaryolar pişirilip etkin medyatik mecralar üzerinden servis edilsin;
“Tayyip öldürülecek… Ortalık kan gölüne dönecek… Sınırları değişecek…” mesajları peş peşe sıralansın!
Verilen mesajlar bundan daha açık olabilir mi? İşgal öncesi Irak, “Bahar” öncesi Suriye için verilen mesajlar bu tür argümanlar üzerine kurulu değil miydi?!
Şunu mu merak ediyorsunuz;
Peki, tüm bunların üstesinden nasıl gelinebilir?
Aslında cevabı gayet basit!
Ama basit olduğu kadar da şu şartlarda “ütopik!”
Saldırı dalgası “KÜRESELDİR!” Başında da dayanışma içerisinde olan küresel aktörler vardır. Kimi konularda “Küresel” ile “Bölgesel” meseleler iç içe geçse de, her iki olguyu keskin çizgilerle ayırt etmek zor olsa da hedef “BÖLGESELDİR!”
Dolayısıyla küresel akının karşısında hiçbir ülke, hiçbir grup, hiçbir halk tek başına direnç gösterecek donanıma sahip değildir. Küresel akının karşısında ancak “BÖLGESEL DAYANIŞMA” sergileyerek durulabilir. Ne zaman ki herhangi bir bölge ülkesinde tetiklenen sorun karşısında diğer bölge ülkeleri “milli çıkar”, stratejik menfaat” veya benzer bencil duygular yerine “dayanışma” duygusuyla yaklaşmaya başladılarsa işte o zaman küresel akın zılgıt yemeye başlamış olacaktır.
Fransa'nın Çarli Hebdo'su ya da diğer Avrupa ülkelerinde patlayan bombalar karşısında Avrupa ülkelerinin sergiledikleri “dayanışmacı” tutum hepimizin hafızalarındadır.
Şöyle bir hayal kuralım;
Batı'nın “dizayn” için öngördüğü bölge, ki Fas'tan Himalayalar'a kadar otuz civarı ülkeyi kapsamakta ve her birisinin kaosa teslim olması için sıramatik çalıştırılmaktadır, liderleri birleşip yaşanan sorunlara samimiyetle el atsalar, neler olacak neler!
Mesela topluca bir gün Bağdat'a, bir gün Şam'a, bir gün Tahran'a, bir gün Riyad'a bir gün Ankara'ya, bir gün Sana'ya, bir gün Kabil'e, İslamabad'a çıkarma yapsalar…
“Bu ateş hepimizi yakıyor, hepimizi teker teker öldürüyorlar, artık bu politikaları elbirliğiyle reddediyoruz” deyiverseler…
Tıpkı onların dayanışma sergiledikleri, bizimkilerin de kuyrukçuluğunu yaptıkları Çarli Hebdo dayanışma örneğinde olduğu gibi;
Bağdat'ta patlatılan bombalar karşısında kol kola yürüyüp Bağdat sokaklarında dayanışma sergileseler…
Ya da;
Ruhani, Kral Salman, İbadi, hatta Esad vs… Tayyip Erdoğan'la beraber Beşiktaş'ın Maçkasında kol kola, arkalarında da yüzbinler… “Bu bomba hepimize… Sizin birimizin şahsında hepimize verdiğiniz iğrenç mesajı anlıyor ve reddediyoruz” diye ortak bir açıklama yapsalar!..
Aynı görüntü Halep'te, Trablus'ta, Bağdat'ta, Sana'da, Gazze'de tekrarlansa…
Zor mu? Değil!
Kolay mı? O da değil! Olması gereken bir durum, bunca acı tecrübeye rağmen Batı için realite, bize/size/hepimize ise “ütopik” geliyorsa, öncelikle pratiğin teori üretim merkezi olan beynimizin hasar raporuna odaklanmak gerekecek.
Baksanıza, Ortadoğu mezbahaneye dönüşmüşken;
Türk analist “Pers İmparatorluğu” derdinde,
Fars analist “Osmanlı İmparatorluğu” nöbetinde,
Arap analist “Varil” yarışında!
“Vicdan” kovalamak mı?
O da Amerikalı sözcü Kirby'e emanet:
“Sunduğumuz ateşkes teklifine karşı Rusya'nın bölgeden sivillerin uzaklaştırılmasının birkaç günlüğüne ertelemek istemesine karşı çok derin bir hayal kırıklığı içerisindeyiz!”
Kendi vicdanlarını harekete geçiremeyenlerin, Amerikalı Kirby'nin vicdanına sığınmaktan başka çareleri var mıdır ki?!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.