Mehmet İkbal ATAK
Kolaycılık mı, Kubilaycılık mı?
2009’un Mayıs ayıydı. Hasan Cemal, Kandil’in yollarına düşmüş, Karayılan’la bir röportaj dizisini gündemimize armağan etmişti.
O röportaj dizisinde Hizbullah da gündeme gelmiş ve Karayılan, “Eğer biz olmazsak ve bizimle anlaşmazsanız Kürdistan’da gericilerin hâkim olacağı…” kehanetinde bulunduktan sonra, Hizbullah hakkında geliştirdikleri PKK ezberini zir-u zeber etmek pahasına şöyle bir cümleye imza atmıştı: “Hizbullah’ı asıl geliştiren Jitem değil, İran’dır!”
Ancak ne Kandil merkezli Kürt ‘Milli Şef’liği, ne DÜ’deki malum provokasyon esnasında bu şeflikten sadır olan “bildiri” dili, ne de Milli Şef’liğin sair uzantılarının ezberden vazgeçecek durumları bulunmamaktaydı.
Hatta “İran” faktörüne tanıklık eden Hasan Cemal’in de ilk tanıklığı değildi. Ta 1990’lı yıllarda Bekaa’da yine Hasan Cemal’in ancak bu kez Öcalan’la yaptığı bir röportajda “İran” faktörü yine sırıtmış olacaktı.
Ne de olsa bu “mücadelenin” bir de politik bir yönü olacaktı ve entrikacı politikacılığın felsefesini kaypaklık üzerine inşa eden meşhur “Pir-i Fani”nin şu sözü, oportünist aktörlerin modern paradigması haline gelecekti: “Dün Dündür, Bugün de Bugündür!”
Bugünlerde sözüm ona “Türk-Kürt barışı” kılığında pazarlanan “Devlet-PKK barış süreci” henüz somut bir zemine oturmamışken üniversite merkezli provokasyonlarda takke düşürenlerin yeniden “kontra” ataklarına kalkması, Kürt Milli Şefliğinin Türk Milli Şefliğinin yalanlarına dayalı metodolojik tezlerine peşinen meftun olduğu gerçeğini yeniden deşifre etti. Türk Milli Şefliğinin Anadolu’nun bağrından çıkan hakkın ve halkın sesini yalanlara, baskı ve şantajlara dayalı ayak oyunlarıyla bastırarak mahkûm etmesini tarihsel tecrübe sayan Kürt Milli Şefliğinin aynı özenti ile hareket ettiği gün gibi aşikârdır.
Milli Şefliğin en arsız refleksi, kritik süreçlerde psikolojik savaş ürünü kavramları rakiplerinin ayaklarına dolamak olmuştur. Bu amaçla kirli senaryolar üretir, sahte kahramanlar ihdas eder, mitolojik kılıflar peydahlar ve geleceğe dair tüm umutlarını bu sahtekârlıklar üzerine inşa ederek yol almaya çalışır. En büyük düşman diyerek milleti seferber ettiği İngilizi, Yunanı dost edinir edinmez kendi halkının tepesine binmeyi marifet sayar. Kendi halkının örfünü, âdetini, kültürünü, inancını birinci tehlike saymakla yetinmez, eski düşmanlarından destek almayı da ayrıca marifet sayar.
Kürt Milli Şefliği mi? Tam da tahmin ettiğiniz gibi… Menemen olayını bilirsiniz. Kubilay’ı da… Menemen bahanesiyle Anadolu’nun dört bir tarafından apar topar Menemen’e götürülüp isyana katıldı denilerek asılan yüzlerce İslam âlimini de…
1990’lı yılları bilirsiniz. Kürt Milli Şefliği’nin tıpkı Neo-con’lar gibi “Ya bizdensiniz, ya da…” dayatmasıyla yaşanan çatışmaları da… “İrtica” denince hep Menemen’i, Kubilay’ı hatırlatıp “izin vermeyiz” diyorlardı ya! Artık Kürt Milli Şefliğinin de bir Menemen’i var, bir de Kubilay’ı, hatta Kubilayları…
Nevzuhur şefliğin Menemen’i 1990’lı yıllar… Kubilaylarından ise maşallah geçilmiyor. Devletin öldürdükleri de, kendilerinin infaz ettikleri de birer Kubilay olup çıktı karşımıza. Hizbullah sözünü her duyduklarında, “Kubilay’ın katillerine” nispet edercesine layık oldukları tüm sıfatları sıralamaktan adeta zevk alırlar.
“Yalan söyleyen tarih utansın” derseniz, Kubilay’ın katili damgasını bir kez daha yemekten kurtulamazsınız.
“Yalan söyleyen 1990’lı yılların mimarları utansın” derseniz, Kürt kılıklı Milli Şeflerin daha büyük küfürlerini işitirsiniz. Şefliğin ve Şeflik özentisinin doğası işte böyle bir şeydir. Tarihsel gerçekliklerin ortaya çıkması adına doğruyu söyleyenleri Türk Kubilaycılar “9” köyden kovarlardı; Kürt Kubilaycılar ise 1990 köyden kovmaya çabalamaktadırlar.
Ve böyle bir Şeflik etkileşim tablosu karşısında bazı kesimler, PKK ile Hizbullah arasında geçmişte cereyan eden hadiselerden dolayı bir tür “Hakikatleri Araştırma Komisyonu” kurularak gerçeklerin ortaya çıkmasını talep etmektedirler.
Bu mümkün mü? derseniz, Milli Şefliklerin birbirlerini aklayıp paklaması adına böyle bir komisyon tecelli edebilir, ancak Şefliklerin çıplak gerçeklerle yüz yüze kalacağı kesin olan bu tür bir komisyonun kurulması ihtimali neredeyse yok denecek düzeydedir. Gerekçesi de çok basit: Şeflik modelinin doğası…
PKK-Devlet arası “barış” süreci için çeşitli komisyonların, bizzat Öcalan’ın “tavsiyesiyle” kurulduğu bugünlerde Kürtler arası barıştan şiddetle kaçınanların Kürt Kubilaycılar olması her Kürd’ün dikkatini zaten çekmektedir. Kaldı ki Kürtlerin önemli bir bölümünü “birinci tehlike” olarak algılayan PKK’nin Türklerle barışı ne oranda sağlayacağı da bu doğrultuda kafalarda soru işareti olarak yerini korumaktadır. Kendi iç barışını korumaktan şiddetle kaçınanların başkalarıyla yapacağı barışın bu doğrultuda nasıl bir anlam ifade edeceği de oldukça meçhul, hatta kuşkulu.
Elbette iç barışı sağlamanın birinci dereceden yolu, Kubilaycılığı efsane olmaktan çıkaracak hakikatlerin ortaya çıkarılıp kabullenilmesinden geçmektedir. Bunun yol haritası da Haziran-2011’de Öcalan’ın görüşmesinde sarf ettiği bazı sözlere karşılık Hizbullah Basın Bürosu aracılığıyla ortaya konulmuştur.
Görüşmede Karayılan’ın İran faktörüne rest çekercesine Öcalan’ın Hizbullah konusunda yine eski defterleri karıştırması, Basın Bürosu aracılığıyla şöyle karşılık bulmuştu:
“Son avukat görüşmelerinde Abdullah Öcalan’ın “şecaat arz ederken sirkatin söyler” misali Hizbullah’a karşı olumlu bir yaklaşım sergileme perdesi altında “geçmişte Hizbullah böyle kullanıldı. JİTEM’in onları nasıl kullandığı biliniyor.” gibi yine aynı hezeyan ve hakikat dışı beyanlarını sürdürdüğü gözlenmektedir. Bu münasebetle bu konunun net bir şekilde anlaşılması ve bundan sonraki süreçte PKK’nin Hizbullahi Müslümanlara yaklaşımında hata yapmaması ve yanlışlarını tekrar etmemesi için hem PKK’ye ve hem de kamuoyuna açık ve net bazı açıklamalarda bulunmak istiyoruz.
Kürdistan halkı, Devlet, Kürt siyasi çevreleri ve bağımsız araştırmacı ve basın çevrelerinin bildikleri, kabul ettikleri ve bugüne kadar her platformda dile getirilen gerçek şudur ki PKK-Hizbullah çatışmasını başlatan ve Hizbullah’a savaş dayatmasında bulunan PKK olmuştur. Yani Öcalan’ın dediği şekilde on bin değil ancak birkaç bin insanın ölümüne sebep olan çatışmanın başlatıcısı PKK’dir. Eğer Öcalan bu gerçeği bilmiyor veya kabul etmiyorsa, çokça dillendirdiği gibi bir ‘Hakikatleri Araştırma Komisyonu’ oluştursun ve böylece gerçeği görsün. Tahminimizce kendi taraftarları olup bu konuya yanlı yaklaşanların dışında bu gerçeği inkâr edecek kimseyi bulamayacaktır. İslami hassasiyet ve duyarlıklarıyla beraber Kürt sorunu konusunda duyarlı olan Müslüman Kürtlerden ve PKK’li olmayan Kürt siyasi çevrelerinden oluşacak bir ‘Hakikatleri Araştırma Komisyonu’ bizim de kabulümüz olacaktır.”
Kürtler arası “iç barışın” yeniden gündeme geldiği bugünlerde tarafsız kesimlerden oluşacak bir komisyonun kurularak haklı ile haksızı birbirinden ayırma yönündeki Hizbullah çağrısı, öyle zannediyorum ki hâlâ geçerliliğini korumaktadır.
….
Ama öyle anlaşılıyor ki PKK değil haklı ile haksızın ortaya çıkması, bu yönde bir komisyonun kurulmasına dahi yanaşma cesaretinde bulunmamaktadır. Bunun da gerekçesi tıpkısının aynısı: Milli Şeflik özentisinin doğası…
Bir de yıpratmaya dayalı “kolaycılık” ve ideolojik bilinçaltını esir alan “Kubilaycılık”…
“Kolaycılık ve Kubilaycılık” hastalığının Türk Milli Şefliğinin ihtiraslarına ne oranda çare olduğu gerçeği ise zaten ortadadır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.