Mustafa AYDIN
Kürdistan 2’nci İsrail mi Olacak?
Son zamanlar da Güney Kürdistan’da 25 Eylül 2017’de yapılacak olan bağımsızlık referandumu sebebiyle yine bazı mahfillerde bilinçli bir şekilde pompalanan karalama propagandası var. Kürdistan kurulursa 2. İsrail olacak diye çok kirli ve rezilce bir propagandadır bu!
Bazı komşu ülkelerde var olan bölünme paranoyası bu ülkelerin basınında işi belden aşağı vuracak kadar ileri götürmektedir. Barzani ailesinin Yahudi oluşundan tutun da akla hayale gelmeyecek rezil iftiralara kadar hezeyanlar sıralanmaktadır.
Özellikle Orta Doğu’daki İslam ülkelerinin İsrail’le olan ilişkilerini şöyle bir hatırlarsak kimin ikinci İsrail olduğuna artık siz karar verin.
İsrail denen terör şebekesini devlet olarak ABD’den sonra dünyada tanıyan ikinci ülke Türkiye’dir. İsrail ile Askeri, Siyasi, Ekonomik ilişkiler en üst düzeyde olan ülkelerden biridir. Gazze’de Filistinlilerin başına bomba yağdıran savaş uçakları daha önce Konya’da eğitim uçuşları yapmaktaydı.
Zamanında MOSSAD’ın Türkiye’de girmediği gizli birim kalmamıştı. Osmanlıdan Filistin’de toprak almak isteyen Siyonist Theodor Herzl’i kovan Sultan Abdulhamit’in kemiklerini sızlatan böylece en başta kendi ülkesi olmuştur.
Suudi Arabistan krallığının daha önce İsrail ile olan gizli ilişkilerini şimdilerde gizlemeye gerek bile görmüyor. Özellikle son Katar krizinde dayatılan şartlardan birinin de Müslüman Kardeşler ve HAMAS ile ilişkisini kesme yönünde baskı yapması, işin hangi boyutlarda olduğunu gösterir. Mısır’da yapılan darbenin en önemli nedeninin İsrail’in güvenliğini korumak olduğu açıkça ifade edildiği halde bu vahşi darbeye başta lojistik ve finansal destek olmak üzere her türlü desteği veren yine Suudiler olmuştur. Son dönemlerde çıkan bazı haberlerde Suudi rejiminin sözde teröre (HAMAS'a) karşı Siyonist İsrail'e para yardımında bulunduğu iddiları ortaya atıldı.
İsrail’in Körfez Arap Devletleri ile kapalı ilişkileri ise 1990’lara ve Oslo Barış Sürecine dayanıyor. Aslında bundan önce de gizli ilişkiler mevcuttu.1990’larda Katar gibi bazı Arap ülkeleri İsrail’in ticaret heyetlerine izin vermişlerdi. Diğerleri ise, Birleşik Arap Emirlikleri başkenti Abu Dabi dâhil, İsrail istihbaratının mevcudiyetine müsaade etmişti.
MOSSAD ajanlarının bu ülkelerde rahatlıkla Filistinlilere suikast yaptığı biliniyor. Birleşik Arap Emirlikleri başkenti Abu Dabi’de 19 Ocak 2010 tarihinde Hamas komutanı Mahmut el Mabuh’un MOSSAD ajanları tarafından şehid edilmesi bunun en çarpıcı örneklerinden biridir.
WikiLeaks’in 2010’da çıkardığı belgelerin gösterdiğine göre, geçen on yılda Siyonist İsrail ile bu bağlar daha da gelişmiştir.
Mısır 1973 Arap-İsrail savaşından sonra ABD’nin girişimleriyle İsrail ile iyi ilişkiler içine girerek 18 Ocak 1974 ile 4 Eylül 1975’te iki antlaşma imzalamıştır. 1978 yılında ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’in arabuluculuğunda Mısır ve İsrail arasında Camp David Antlaşması imzalandı. Böylece Mısır, İsrail’i ilk tanıyan Arap devleti olmuş ve bundan sonra İsrail’e petrol satmak dahil her türlü işbirliğine girmiştir.
Mısır devlet başkanı Enver Sedat imzaladığı bu ihanet antlaşmasının karşılığını daha sonra canıyla ödediği biliniyor.
Mısır rejimi, Siyonist İsrail’e karşı savaşmaya giden Müslüman Kardeşler üyelerini geri dönüşte zindanlara doldurup işkencelerle şehid etmişti.
Yakın zamanda Mısır’da Sisi’nin, Suud Krallığı ve diğer Arap devletçikleri ile ABD, İsrail ve Avrupa devletlerinin teşvik ve destekleriyle meşru Mursi yönetimine karşı yaptığı kanlı darbenin ABD çıkarları ve İsrail’in güvenliği için olduğu gizlenemez bir gerçektir. Bu darbe sonucunda 5 bine yakın kişi katledilmiş, 12 bine yakın kişi yaralanmış, onbinlerce insan zindanlara tıkılarak işkencelere tabi tutulmuştur. Cunta rejimi darbeden sonra Gazze üzerindeki ablukanın delinmemesi için sıkı önlemler almıştır.
İsrail’de yayın yapan Haaretz Gazetesi’nde yer alan bir haberde, İsrail toplumunun Mısır’da darbe sonrası cumhurbaşkanı olan Sisi’yi “sadık bir müttefik” olarak gördükleri ifade edilmiştir. İsrail yöneticileri darbeden duydukları memnuniyeti ifade etmekten çekinmemişlerdir.
Yahudi Şalom gazetesinde Selin Kandiyoti isimli kişinin yaptığı bir değerlendirmede; “Mısır’daki darbenin sonuçlarından biri Kahire ile Kudüs’ün bağının güçlenmesi oldu. Her iki ülke bu sıcak ilişkilerini sümen altından yürütmek istese de, taktiksel işbirliği ve stratejik menfaatlerin örtüşmesi bağlamında mutlu oldular.” İfadesini kullanarak aslında işin rengini açıkça belli etmişlerdir.
Ürdün’ün ‘Kara Eylül’ harekâtı ile ülkesine sığınan Filistinlilere karşı yaptığı saldırılarda binlerce Filistinliyi öldürüp, onbinlercesini de Suriye ve Lübnan’a mülteci olarak ülkeden çıkarması, İsrail’in Filistinlilere yaptığı saldırılarından hiçte aşağı kalır yanı yoktur.
1990’larda İsrail ile yapılan gizli görüşmeler sonucunda Ürdün Kralı Hüseyin, İsrail ve ABD’yi memnun etmek için ülkesinde bulunan HAMAS liderlerini tutuklayıp ülkeden çıkararak böylece sadık bir uşak olduğunu göstermeye çalışmıştır.
İsrail Başbakanı Yitshak Rabin ve Ürdün Kralı Hüseyin arasında ABD Başkanı Clinton’ın ev sahipliğinde süren görüşmeler yapılan antlaşmayla bitmiştir. Ekim 1994 ‘te yapılan bu anlaşmayla Ürdün, Mısır’dan sonra İsrail’in var olma hakkını tanıyan ikinci Arap ülkesi olmuştur.
Filistin İslâmi Cihad Hareketi'nin lideri Dr. Fethi Şikaki, Filistinlilerin sınırdışı edilmesi işleminin durdurulması için gittiği Libya’dan dönerken Malta’da MOSSAD ajanları tarafından şüpheli bir şehid edilmiştir. Kaddafi’nin sinsi bir kişilik olduğundan hareketle üzerindeki şüpheler hiçte yabana atılacak türden değildir. Nitekim Lübnan Emel Örgütü'nün kurucusu Musa El Sadr, 1978'de yaptığı bir Libya gezisinde kaybolmuştu. Birçok Lübnanlı, Musa El Sadr'ın kaybolmasından Libya Lideri Muammer Kaddafi'yi sorumlu tutmaktadır.
İran, şahlık rejimi döneminde MOSAD’ın en önemli üslerinden biriydi. İslam devriminden sonra bu konumunu kaybetmiştir. Ancak İran’ın da bağımsız bir Kürdistan’a, ABD ve İsrail ile işbirliği içinde olacağı gerekçesiyle karşı çıktığı iddiası ayrıca irdelenecek bir durumdur. Şu andaki Irak rejiminin ABD ile olan sıkı fıkı ilişkilerine rağmen bu rejimi tehlike görmeyip destek çıkması “bu ne perhiz bu ne lahana turşusu” cinsinden bir tutumdur! Ayrıca İran’ın Mezhepçi bakış açısının güttüğü siyasette önemli bir yer tuttuğunda şüphe yoktur.
Siyonist işgal rejimi İsrail ile işbirliği konusunda İslam ülkelerinde egemen durumdaki rejimlerin ihanet sayılabilecek bir çok örneğini sıralayabiliriz. Ancak yukarıdaki bilgiler yeterde artar bile…
Bu bilgilerden sonra sizce hangi ülke 2’nci İsrail’dir veya Güney Kürdistan’da kurulacak bağımsız Kürdistan, 2’nci İsrail olma yarışında bu ülkeler arasında aday bile olma şansı var mıdır?
Yazımı HÜDAPAR Genel Başkanı sayın Zekeriya Yapıcıoğlu’nun Kürdistan 2’nci İsrail olacak diyenlere bir ders olarak gördüğüm şu ifadeleriyle bitirmek istiyorum.
HÜDAPAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu, özellikle Türkiye'de bazı kesimlerin, Güney Kürdistan'da kurulacak olan sözkonusu bir devlet için “2'nci israil” olacak demeleriyle ilgili olarak şunları söyledi; “Onlara şunu soruyorum; eğer siz Kürtler'in ABD, Avrupa ve diğer ülkelere muhtaç olmasını istemiyorsanız, o halde onlara destek verin ve kardeşliğinizi gösterin ki, başkalarının desteğini gözleme durumunda kalmasınlar. İslam milletleri arasında belki de en ümmetçi halk Kürtler'dir. Sizler, ‘Müminler kardeştir' diyorsunuz. Evet, kardeştir ama bunun bir hukuku vardır. Bunu yerine getirmek zorundasınız. Eğer getirmezseniz, bu kardeşliği bozan siz olmuş olursunuz. Bunu başkasına yükleme hakkına da sahip değilsiniz””
Mübarek Ramazan bayramınızı tebrik eder, bayramın Müslümanlar arasında gerçek bir kardeşlik hukukunun tesisine vesile olmasını Cenab-ı Allah’tan dilerim.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.