Kürdleri “İstanbul/Ankara Mizanı”yla Tartmak / Necat ÖZDEMİR
“Kürdler’in kendilerinden olan, kendilerini anlayan, kendi ürünlerine kıymet veren bir idaresi ya da idarecisi bulunmamaktadır. Bundan ötürü Kürdler menfaatperestlerin ve menfaatperest idarelerin mahkûmu, kıymetsiz raiyeti olmuşlardır.”
Necat Özdemir / Bangaheq
Kürdistan’ın genelde birkaç yüzyıldır, özelde son yüzyılda yaşadığı problemlerin temelinde yaklaşım ve anlayış sorunu bulunmaktadır.
Bunu 300-350 sene evvel yaşamış Şeyh Ahmed-i Hanî hazretleri “Mehkûmi ‘eleyhî (bindest) û se‘alîk (belengaz) / Meğlûb û muti‘ê (stûxwar) Tirk û Tacîk / Ger dê hebûya me padişahek / La‘iq bidiya Xwedê kulahek (tac) / … / Xemxwarî dikir li me yetîman / Tînane der ji destê le‘îman (menfe’etperestan) / … / Ger dê hebûya me serfirazek / Sahibkeremek suxennewazek / … / Neqdê me dibû bi sikke meskûk (çapkirî) / Ned-ma wehe, bêrewac û meşkûk (bergoman) / … / Derdê me bibînitin ‘ilacê / ‘Ilmê me bibînitin rewacê” şeklinde ifade etmektedir. Şeyh Ahmed-i Hanî hazretleri Kürdistan’ın Osmanlı hâkimiyetinde bulunduğu bir zaman diliminde sarfettiği bu sözlerle özet itibariyle şunları söylemektedir: “Kürdler’in kendilerinden olan, kendilerini anlayan, kendi ürünlerine kıymet veren bir idaresi ya da idarecisi bulunmamaktadır. Bundan ötürü Kürdler menfaatperestlerin ve menfaatperest idarelerin mahkûmu, kıymetsiz raiyeti olmuşlardır.”
Bu hususta çok şey söylenebilir. Şeyh Hazretleri’nin başkaca ifadelerine atıfta bulunulabilir. Velakin yavaş yavaş günümüze gelmek lazım.
Bundan 100 sene evvel. Kürdistan’dan bir ateşpare-i zekâ İstanbul’a, Osmanlı başkentine gelir. Dünya, İslam ve Kürdistan siyasetiyle alakadar olduğu yıllardır. Ve ilk dile getirdiği hakikat şu olur: “Ben Kürdistan dağlarında büyümüşüm. Kaba olan ahvalimi Kürdistan kapanıyla tartmalı, hassas olan medeni İstanbul mizanıyla tartmamalısınız. Öyle yaparsanız, maden-i saadetimiz olan Dersaadet’ten önümüze sed çekmiş olursunuz. Hem de ekser Kürdleri tımarhaneye sevk etmek lazım gelir. Zira Kürdistan’da en revaçlı olan ahlak, cesaret, izzet-i nefis, salabet-i diniye, muvafakat-ı kalb ve lisandır…”
Hazret’in burada, biraz da tevazu lisanıyla, Kürdistan’a hâkim bulunan idareden istediği empatidir. Yani Kürdleri anlamaya çalışmak, beklentilerinin ve ihtiyaçlarının farkında olmak. Ve dahi egemen unsur olarak kendileri için istediklerini Kürdler için de istemek…
Bunun cevabı ne mi oldu dersiniz? Tabi ki tımarhane… Kürdistan’ın ateşpare-i zekâsı Mela Said-i Meşhur itibarı sarsılsın diye, sözünün kuvveti düşsün diye tımarhaneye gönderilir.
Evet, biz Kürdler ve Kürdistan ahalisi gerek yerli gerekse de beynelmilel idarecilerimizden 400 yıldır bizarız. Muvafakat-ı kalb ve lisan’ın farkında olmayan idareciler…
İdareler Ne Zaman Empati Yapmaya Başlayacak?
Modern lisanla ifade etmek gerekirse iktidar sahipleri ne zaman empati yapmaya başlayacak merak ediyoruz. Bir keresinde bir Kürd, Kürd olmayan bir idareciye: “Naçizane duygu ve beklentilerimizi anlamanız için bir Kürd olarak böyle böyle hissediyorum” demişti de maalesef o idareci kendisine “Ben öyle hissetmiyorum” cevabını vermişti.
Açıktır ki empati yapamıyor ve neticesinde onulmaz yaralar açılmasına sebebiyet veriyoruz. Empati şöyle tanımlanmıştır: “Bir insanın, kendisini karşısındaki insanın yerine koyarak onun duygularını ve düşüncelerini doğru olarak anlamasıdır. Empati sayesinde insan ilişkileri gelişir. İnsanlar arasındaki kavgalar azalır ve zamanla yok olur. Empatinin tam olarak gerçekleşmesinin üç kuralı vardır; 1- Bir insanın kendisini karşısındaki kişinin yerine koyarak, olaylara onun bakış açısıyla bakmak, 2- Karşıdakinin duygu ve düşüncelerini doğru olarak anlamak ve hissetmek, 3- O kişiyi anladığını ona ifade etmek.”
Ve dahi empatiyle ilgili şöyle denilmiştir: “Empati yeteneğini sonradan kazanabilmenin yolu: açık uçlu sorular sormak, yavaş hareket etmek ve yorumda bulunmak, hızlı yargılara varmaktan kaçınmak, kendi davranış ve düşüncelerimizi anlamaya çalışmak, geçmişten ders almak, olayları akışına bırakmak ve kendimiz ve karşımızdakilerin davranışları için belli sınırlar oluşturmaktır.”
Bir halk masalında ise empati şöyle anlatılır: “Göğsü kınalı bir serçe varmış. Gök gürlediği zamanlar tir tir titreyerek yere yatar, gök yıkılmasın diye de ayaklarını havaya kaldırırmış. Bir yandan da "korkumdan kırk kantar yağım eridi" dermiş. Birgün birisi demiş ki "sen kendin beş dirhem gelmezsin; nerden oluyor da kırk kantar yağın eriyor?"Bunun üzerine serçe şu cevabı vermiş; herkesin kendine göre dirhemi, kantarı var; siz ne anlarsınız". Kendimizi karşıdakinin yerine koyup olaylara onun gözüyle bakabilirsek, ancak bu durumda onun duygularını ve düşüncelerini anlamamız, dolayısıyla da davranışlarına anlam vermemiz mümkün olur.”
Beynelmilel İdarelerden Önce
Kürdler’in İç Empati İhtiyacı Vardır
Beynelmilel idareler ne yazık ki menfaatlerinin esiri ve dünyevi ihtiraslarının kölesi olduklarından önceki gün, dün ve bugün Kürdleri anlamaya yanaşmamış ve anlayamamışlardır. Bunun neticesi ise dünyada kan, kavga ve huzursuzluk olmuştur.
Ancak ondan evvel bizim üzerinde durmak istediğimiz husus, bu değerli sahipsiz kavmin günden güne empati duygusunu geliştirmesi ve iç unsurlarıyla ortak bir dil geliştirmesi ihtiyacıdır.
Maalesef Kürdler de birbirlerini İstanbul/Ankara mizanıyla tartarak anlamaya çalışmış ve büyük yanılgılar yaşamışlardır. Öyle ki bu hal beynelmilel idarelerin algısından daha ağır sonuçlara sebebiyet vermiştir.
Açık ve net söylememiz gerekir: Kürd olduğu halde kendisine “Fransızlaşan, dönüşen”; Kürdlüğü “Pkk’liliğe indirgeyerek” Kürdlere hiçbir surette “merhamet etmeyen”; PKK ve Kemalistler’in İslam’ı “Kültürel İslam” şeklindeki sınırlamasıyla “özdeş bir algıya sahip”; MHP’lilerin Kürdlere biçtiği ve lutfettiği “Kültürel Kürdlük” zihniyetinde olan kimselerden Kürdler noktasında bir fayda beklemek safdilliktir.
Maalesef –sağ, sol farketmez– farklı düşüncedeki Kürdler kendilerine yabancılaşmış ve kendilerini siyasal merkezlerin çekim gücüne kaptırarak halklarıyla ve birbirleriyle diyalog kurmaya çalışmışlardır. Bu da beraberinde anlayamamayı ve anlaşamamayı getirmiştir. Bunun da tabii sonucu kan ve çatışma olmuştur.
Ancak bu dönem kapanmıştır. Kürdler uyanmış, hukukunun farkına varmıştır. Artık birbirlerine ve sair milletlere kardeşlik ve sevgi nazarıyla bakma, hamiyet bayrağını yükseltme, siyasal merkezlerin oyunlarına-tımarhanelerine-itibar aşındırmalarına pabuç bırakmama zamanı yaşanmaktadır.
Sonuç olarak yine net söyleyelim; Ya Kürdler’in idarecileri kendileriyle muvafakat-ı kalb ve lisan olan kendilerinden birileri olacak, ya da kendilerinden olmayan (veya onlardan olduğu halde dönüşmüş olanlar) Kürdler’le muvafakat-ı kalb ve lisanı sağlayacaklardır.
Gerek Kürdler’in iç dinamikleri gerekse de beynelmilel idareler bunu görmelidir. Aksi taktirde sorunlar varolmaya devam edecek ve bunun vebali de bir halkı anlamamakta diretenlerin defterine yazılacaktır.
Kürdlere gelince… Onlar, er-geç yollarını bulacaklardır… Zira artık ok yaydan çıkmış, avazlar arş-ı alaya yükselmiş, Şêxê Xanî gönül tahtına kurulmuştur…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.