Mehmet İkbal ATAK
Lübnan’dan Bir `Zat-ı Şahaneleri` Portresi: Şeyh Tufeyli
Sanırım genç kuşak, Şeyh Suphi Tufeyli ile Suriye’de “dökülen kanın bereketi” sayesinde tanışma şerefine nail oldu.
Lübnan’ın küllenmiş tarihine terk edilen Şeyh Tufeyli, 2012’nin ilk aylarından itibaren Suriye üzerinden tribün haberciliğine soyunan “İslamcı medyamız” sayesinde tekrar hatırlanarak bir propaganda enstrümanı olarak tedavüle sokulmaya başlandı. Suriye meselesi üzerinden özellikle Hizbullah’a ateş püskürten beyanlarıyla kapımızı çalan Şeyh Tufeyli’nin verdiği mesajlarının “sürecin ruhu” babından anlamı olsa da bunun farklı bir arka planının da bulunduğunu belirtmekte yarar vardır.
Lübnan’ın küllenmiş tarihine terk edilen Şeyh Tufeyli, 2012’nin ilk aylarından itibaren Suriye üzerinden tribün haberciliğine soyunan “İslamcı medyamız” sayesinde tekrar hatırlanarak bir propaganda enstrümanı olarak tedavüle sokulmaya başlandı. Suriye meselesi üzerinden özellikle Hizbullah’a ateş püskürten beyanlarıyla kapımızı çalan Şeyh Tufeyli’nin verdiği mesajlarının “sürecin ruhu” babından anlamı olsa da bunun farklı bir arka planının da bulunduğunu belirtmekte yarar vardır.
Hasan Nasrallah’ın kesin ifadelerle reddetmesine karşın Tufeyli’nin son açıklaması, üstelik El-Arabiyye kanalında, Hizbullah savaşçılarının Suriye’de savaştığı, hepsinin de cehennemde cayır cayır yanacağı yönünde oldu.
Belki siz buna, “Efendim Sünniler de Suriye üzerine farklı düşünüyorlar, Şiiler de farklı düşünemezler mi?” diyebilirsiniz. Durum bununla sınırlı olsa tabii ki olabilir, tıpkı Sünniler gibi Şiiler de farklı bakış açılarına sahip olma hakkına sahiptirler. Ama gel gör ki Tufeyli’yi farklı açıklamalara sevk eden sadece Suriye tavrı meselesi değildir.
Mesela değişik zamanlarda medyaya yansıyan şu mesajlarına bakalım:
“Hizbullah 7 Mayıs 2008 tarihinde Beyrut’ta fitneye sebep olmuştur. Hiçbir Arap ülkesinde direniş rejimi bulunmamaktadır. Hizbullah çoktan direnişten vazgeçmiştir. 1996 Nisan ayındaki anlaşmadan beri Hizbullah direnişten vazgeçmiştir. Hizbullah liderlerine yakın birçok kişide Suriye rejiminin düşmesi durumunda “İsrail” ile ittifaka dair yönelmeler vardır. Bugün bizler Şii-Sünni fitnesi yaşıyorsak eğer bunun esas sebebi direnişin silahıdır. Direnişe ilk itiraz eden İran’dır. Ezici bir seçim zaferi kazanarak hükümeti kuran Başbakan Saad Hariri hükümetinin Hizbullah tarafından düşürülmesi hata olmuştur.”(Şubat-2012)
Elbette Şeyh Tufeyli’nin sözleri bunlarla sınırlı değil. Periyodik aralıklarla Katar menşeli TV kanalları üzerinden yansıyan veya “özel gayretlerle” Türkiye piyasasına taşınan röportajlarında her ne kadar Suriye bağlamında mesajlar veriyorsa da bir o kadar da Hizbullah’ın geçmişine, hatta bugünlere taşıdığı direnişine adeta ateş püskürmektedir. Suriye bağlamında söylediği sözlere tamamen “haklılık” payı versek de Lübnan menşeli direniş kültürüne getirdiği insafsız eleştirileri nereye koymak gerekecek? Ya da Hizbullah’ın direnişini “Arap Baharı” öncesinde öve öve bitiremeyen Tufeyli tutkunları, acaba neden direnişe getirdiği eleştirileri daha önceden servis etme gereği duymamaktaydılar?
İşte burada Tufeyli’nin geçmişi önem kazanmaktadır. Direnişe ve direniş bağlamında Lübnan iç dengeleri üzerinden İran’a getirdiği eleştiriler, ister istemez bizi Tufeyli’nin azledildiği döneme kadar götürmektedir.
Aslında Tufeyli’nin ismi, Temmuz 2006 zaferini müteakip BM’nin Hizbullah’ı silahsızlandırmayı ön gören 1559 sayılı kararından kendi beyanatında da eleştirdiği Mayıs 2008 tarihindeki Hizbullah’ın Beyrut çıkarmasına kadar geçen entrikalar sürecinde de epey gündem olmuş, ancak konjonktür hazretlerinin etkisiyle bizim medyaya yansıma şansı bulamamıştı. Bu konunun detaylarına girmeden önce Tufeyli’nin azledilmesiyle başlayan Hizbullah düşmanlığı sürecine göz atmakta yarar vardır.
Şeyh Tufeyli, 1982’de israil’in Lübnan’ı işgaliyle beraber kurulan Hizbullah’ın ilk kurucuları arasında yer alır. 1985’ten 1989’a kadar Hizbullah’ın sözcüsü, 1989–1991 yılları arasında genel sekreterlik görevini yürütür. Bu dönem, aynı zamanda Şii Emel hareketinin Hizbullah tarafından yenilgiye uğratıldığı dönemdir. Bu dönemde 30’lu yaşlarda genç bir komutan olan Hasan Nasrallah, bilahare Hizbullah’ın İran’daki temsilciliğini yürütür. Lübnan iç savaşını sona erdirmek için Taif’te başlayan uzlaşma toplantılarına Hizbullah da katılır, ancak Tufeyli buna şiddetle karşı çıkar. Bu durum, aynı zamanda Tufeyli ile İran’ın da ilişkilerini bitirme noktasına getirir. İddialara göre İran’ın baskısıyla istifaya zorlanır ve Genel Sekreterliğe Abbas Musavi getirilir. Kısa denecek bir süre sonra Abbas Musavi, şehid edilince yerine Hasan Nasrallah getirilir. Hasan Nasrallah Genel Sekreter olurken henüz 31 yaşındadır. Bu durum, zaten küskünlüğe oynayan Tufeyli ve diğer bazı şahıslar için eleştiri konusu olmaya başlar. Nasrallah, politik ve dini açıdan genç olduğu için tecrübesiz yaftası yer ve eleştirilerin hedefi olur. Tufeyli, bu aşamadan sonra İran’la arasına mesafe koyar ve Hizbullah’ın stratejilerini kıyasıya eleştirmeye başlar. İsrail’in kısa sürede yenilgiye uğratılamayacağını, yüzyıllar sürecek bir gerilla mücadelesine hazırlık yapılması gerektiğini savunur. Hizbullah’ın siyasete girmesine de şiddetle karşı çıkar ve seçimlere de parlamentoya da girmemesi gerektiğini savunur. 1997’de Hizbullah öncülüğündeki hükümeti ve Refik Hariri’yi zora sokmak için taraftarlarını açlık grevine yönlendirir. Lübnan ordusu, çıkardığı huzursuzluklardan dolayı kendisini yakalamak istese de politik etkisinin sönmeye yüz tutmasından dolayı belki de Hizbullah’ın etkisiyle bundan vazgeçilir. Ancak Tufeyli, her fırsatta Hizbullah ve Nasrallah’ı eleştirmeye devam eder, gerekçe olarak da Hizbullah’ın İran ajandasını uygulaması olarak gösterir.
Temmuz 2006 zaferinden sonra BM’nin Hizbullah’ı silahsızlandırması kararıyla beraber Lübnan siyasi sahası yeniden fitne ve entrikalara sahne olur. Zaferi takip eden yıl içerisinde Amerikan görevlileri Lübnan’ı mesken edinir ve Hizbullah’ın askeri gücüne karşı orduyu silahlandırma planı devreye sokulur. Orduya büyük meblağlarda hibe ve silah yardımı yapılırken Suudi kanalı da Hizbullah’ı içten çökertecek finans destekli faaliyetlere girişir. Hizbullah’ı iç çatışmaların içerisine çekecek Selefi gruplar Lübnan sahasına sürülürken aynı zamanda Hizbullah’ı bölme planları çerçevesinde Şeyh Tufeyli, Suudi finansörlerin gözdesi haline gelir. O dönemde “Dick Cheney-Bender Sultan ortak girişimi” olarak adlandırılan sürecin Selefi ayağının Feth’ül İslam şeklinde tecessüm etmesinden sonra bunların Nahr’ul Barid mülteci kampında etkisizleştirilmesiyle akamete uğrarken Temmuz 2006 zaferiyle artık kahramanlıkta bir fenomen haline gelen Nasrallah karşısında Tufeyli planı da havada kalır. O dönemde yapılan planlara ve hazırlanan raporlara dikkat çeken analistler, Tufeyli’ye finans desteğinin Lübnan içerisindeki Suriyeli muhalifler üzerinden sağlandığına dikkat çekmektedirler. Geriye kalan ve 14 Mart ittifakı denen diğer fitne artıklarının havaalanında görevli Hizbullah’a mensup komutanı azletme girişimleri ve Hizbullah’ın müstakil telekomünikasyon şebekesini ortadan kaldırma girişimine karşı Hizbullah’ın bir gecelik Beyrut çıkarması, fitne sürecinin sonunu getirir.
Özellikle Suriye olaylarından sonra çatışma ortamının Lübnan’a taşınarak Hizbullah’ı yeniden iç çatışmalara çekme gayretleri bilinmektedir. Nitekim bazı kentlerde farklı isimlerle türemesine karşın Saad Hariri ile bağlantıları olduğundan kuşku duyulmayan bazı grupların Hizbullah taraftarlarının yanı sıra Dürzi, Alevi ve Hristiyan gruplara yönelik eylemlere yönelmesi yine Amerikan istihbarat ekiplerinin Lübnan’a yaptıkları bir takım ziyaretlerden sonraya denk gelmiştir. Medyaya yansıyan bazı haberlere göre Hariri taraftarlarıyla görüşmeler yapan ABD istihbarat ekiplerinin diğer bir durağı da yine Tufeyli olmuştur.
Durum bundan ibaretken Suriye üzerinden Tufeyli’nin sırtına bindirilen “Kanlı Gömlek”in Tufeyli’nin Suriye halkının geleceğinden duyduğu kaygıyı yansıtmakla alakası olmayıp tamamen Narsallah ve İran’a duyduğu kin birikiminin bir sonucudur.
İslamcı medyanın bu anlamda Tufeyli’yi referans göstererek tribün haberciliğine oynaması oldukça tuhaf kaçarken İran medyasının özellikle Türkçe servislerinin Kamer Genç ve ulusalcı/sol/laik çevrelerin haber portalları üzerinden Suriye meselesini “aydınlatma” girişimlerine nazire yapar gibi bir vaziyet ortaya çıkmaktadır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.