Fatih AKMAN
Manevi Şirketler İçin Hazır Kıt’a Beklemek
Dünyayı bilmeyenimiz kalmamış. Kârı, zararı herkes biliyor. Durum bu olunca dünya adına, gelecek adına birbirini takip eden planlarımızın, programlarımızın, projelerimizin, hayallerimizin ardı arkası gelmiyor. İşsiz iş bulma, işi olan birikim yapma, malı olan malına mal katma derdinde; evi olmayan ev alma, evi olan daha güzel bir evle değiştirme uğraşındadır. Hali vakti yerinde olanlar da dünyalık namına taşıtlar, konutlar, şirketler, arsalar yarıştırmaktadır.
Garip değil mi, altmış yetmiş bilemediniz doksan-yüz yıllık bir dünya misafirliği uğruna nesillerden nesillere miras kalan dünyalık için çılgınca bir çaba ve gayret başını almış gidiyor. Daha garip olansa gemi filolarının sahibi de çarığı yırtık, gömleği yamalı olan da ancak iki metre bezle bu dünyadan ayrılıyor. Dünya misafirhanesindeki vakti dolup biletiyle kabir durağına her gün tanıdık tanımadıklarımızı yolcu ediyoruz. Bu aralar sevkiyat artmış adeta, sanal ve reel çevremizden her gün onlarcasını uğurluyoruz. İbret alıyor muyuz, sanmıyorum.
Acı düştüğü yeri yakıyor, bir hafta on gün eski tasa eski hamama dönüyoruz, dünya meşgalesinde kaldığımız yerden ömürler heba etmeye devam ediyoruz. Vefat eden kariblerimizin acılarını unutmak, ölenle ölmemek nimet olsa da ibret almamak, dünyaya dört elle sarılırken ahirete; yorgunluğu, mazereti, bahaneyi, hastalığı bırakmak nimet değil felakettir kanaatimce.
“Ne yapalım, erkeğe iş, çocuğa aş, mideye gıda, bedene istirahat lazım, hem hamdolsun biz de Müslümanız, Müslüman evladıyız” itirazını duyar gibiyim.
Doğruya doğru, dünyada dünyalık elzemdir, iş de aş da gıda da istirahat da ihtiyaçtır. Dünya adına plan da program da okul da eğitim de gereklidir. Fakat ölümüne peşine düştüğümüz, garantilemeye çalıştığımız; sonsuzun yanında cüz’i bir kısım, kısa bir ömür. Unuttuğumuz veya hakkıyla değer vermediğimiz, ertelediğimiz, sonraya bıraktığımız, erken dediğimiz, zaman ayırmadığımız sonsuz bir hayatın levazımatı, ihtiyacı, gıdası, akçesidir. Gevşemeye de ertelemeye de ihmale de gelmez. Kimin ne zaman gideceği belli mi ki erken olsun.
Camiye koşarken “Yavrum, sen daha küçüksün! Namaz sana farz değil, bu kadar telaşa gerek yok ki!” diyen Hz. Ömer’e (r.a) “Amca, amca! Bu işin büyüğü küçüğü olmaz! Mahallemizde daha dün bir çocuk öldü. Üstelik o, benden de küçüktü. Ölüm denen gerçeğin büyük küçük ayırdığı yok! O yüzden her yaşta buna hazır olmak gerek. Hem bu yaşta namaza alışmazsam büyüyünce zor gelebilir! Diyen çocuk ne büyük ders vermiş, bize.
Çare mi?
Çare dünya namına planlarımız, programlarımız, projelerimiz ve maddi şirketlerimiz olduğu gibi ahiret namına da en az bu kadar endişemiz, derdimiz olmalıdır.
Allah’a çağıran, namazı sevdiren, camiye alıştıran, iyiliğe sürükleyen manevi şirketler konumundaki camia, cemaat, tarikat, vakıf ve derneklere de üyeliğimiz, gönül bağımız, arkadaşlığımız, dostluğumuz, katkımız olmalıdır. O ortamlarda derdimiz ahiret olacak, iyilik olacak, insani yardım olacak, adalet olacak, istikbalimiz ahiret olacaktır.
Öyle inanıyorum ki Şehit El Benna’nın “Sürekli cemaatle ruhen ve amelen bağlantılı olun ve kendinizi daima kışlasında emir bekleyen bir asker gibi kabul edin.” Sözü bu minvalde kulağımıza küpe olmalıdır.
Rabbim bizi de iyilik adına, iman uğruna, hak ve adalet endişesiyle Müslüman kardeşlerinin emrinde hazır kıt’a bekleyen kullarından kılsın, vesselam.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.