Neden Risale

Neden Risale

De ki: bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri öğüt alır

“De ki: bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri öğüt alır”

Nedense ‘Alim’ denince akla hemen, mürekkebinden damlayan ‘Nur’ damlacıklarının birleşip oluşturduğu, ilim ummanının sızıntılarının birleştiği ‘Nurdan Kitabeler’ gelir. Gerçi her alim illa kitap yazacak diye bir kaide yoktur. Sırat-ı müstakimdeki alimlerin hayatlarının her anı, zaten örnek alacaklar için doğru yola ulaştırıcıdır. Ama yine de bir yerde alimin varlığı sezilince, insanlara doğruyu ve hakikati irşat ettikleri eserlerini arar gözler…

Alimlerin telif etmeye gayret ettikleri en şerefli şey, Kur’an’a ve onun parlak ve yüce ilimlerine hizmet için yaptıkları çalışmalarıdır. İnsanın şerefi, yüklenmiş olduğu görevin ve gerçekleştirmeye çalıştığı gayenin şerefine bağlıdır.

Alimlerin gayretine denk hiçbir gayret yoktur. Çünkü onlar, her zaman ve her yerde nur ve ziya meşaleleridir. Alimlerin mürekkebinin, şehitlerin kanından ağır gelmesi de bu hakikati ifade eder.

Bütün ilimlerin kaynağı olduğu gibi, alimlerin ilim hazinesi kitaplarının kaynağı da, şüphesiz Kur’an-ül Muciz-ül Beyan’dır. Çünkü Kur’an, beşeriyetin bütün saadet düsturlarını havi, mukaddes ve en son Kitab-ı Semavidir. Din ve dünyanın nizamını en iyi şekilde bildirir. Kainatın neden ve niçin yaratıldığını ve hikmetlerini beyan eder. İnsanı başı boşluktan ve cehennemi uçurumun vartalarından kurtarıp ibadet ve taate, Allah’ın emrini yerine getirmeye, niçin yaratılıp nereden gelip nereye gideceğini izah ederek emniyet ve saadete sevk eder. Böylece, insanın ebedi selametine vesile olur.

Hz. Peygamber (as)’a, Cebrail (as) vasıtasıyla 23 senede inzal edilen Kur’an-ı Kerim, İslam inanç ve ibadetlerinin, ayrıca bu inanç sisteminin, kısaca en geniş anlamıyla İslam Dini’nin temel kaynağıdır. Kur’an-ı Kerim, sadece Araplara değil, kıyamete kadar bütün zaman dilimlerince gelecek bütün insanlar için gönderilmiştir. Bu sebeple, ilk asırlardan itibaren müslümanlar, Kur’an’ın getirdiği mesajı anlamaya yönelmişlerdir. Bunun neticesinde değişik coğrafyalarda, her devirde, muhtelif dillerde ve çeşitli büyüklüklerde Kur’an’dan mülhem eserler yazılmıştır.

İlahi vahiy eseri olan ve benzerini yapmaktan bütün zamanlardaki varlıkların aciz kaldığı Kur’an-ı Kerim’in esasında her asırda yeni bir tefsire ihtiyaç vardır. Kur’an-ı Kerim’in her asrın insanına vereceği mesajlarda, o asrın anlayış ve seviyesine göre bir takım farklılıkların olması tabiidir. Nitekim her asırda, Kur’an-ı Kerim’den yeni mesajlar çıkarılmaktadır. Bu sebeple dünya durdukça, alimlerin; değişik dillerde yazdıkları eserlerde bu ilahi kitaba yeni yorumlar getirecekleri ve bunun da, Kur’an-ı Kerim üzerinde yazılan eserleri çoğaltacağı ve zenginleştireceği muhakkaktır. Çünkü Kur’an-ı Kerim, daima çeşitli ilimler ve bilgilerle dolu bir ilim ummanıdır. Kur’an-ı Kerim, akılları ve fikirleri hayrete düşürecek şeylerle, ilahi nurlarla, kutsi feyizlerle, nurani hediyelerle, insanlığı bedbaht hayatta ve onun yakıcı cehennemi ateşinden kurtarmaya kefil olacak şeylerle doludur. Bu ummanın incilerini elde etmek isteyen kimsenin, onun derinliklerine dalması gerekir. Alimlerin yazdıklarının ve telif ettiklerinin sayısına ve İslam külliyatında, Allah’ın bu yüce kitabına hizmet maksadıyla meydana getirilen bir çok esere rağmen, Kur’an-ı Kerim, muhteşem bilgilerle, inci ve mücevherlerle dolu olarak kalmakta ve zaman zaman bunları bize açmaktadır.

Evet, Kur’an-ı Kerim engin bir denizdir. Onun kıymetli hazinelerini çıkarmak, parlak hükümlerini ve esrarını ortaya koymak için, derinliklerine dalabilecek kişilere ihtiyaç vardır. Şüphesiz Kur’an-ı Kerim kültürü, ibaresi düzgün, üslubu akıcı, mitolojik yaklaşımlardan ve felsefi münakaşalardan uzak bir kaleme muhtaçtır. Bu kalemin en yüce gayesi, semavi vahyi açıklamak, onu güçlük ve zorluk olmaksızın bütün ruhlara ulaştırmaktır.

Bunu da yapacak olan, alimler ve değerli kitapları olacaktır. Bir kitabın değerinin layık olduğu şekilde anlaşılması; nasıl meydana geldiği, yazıldığı ortam ve şartları, ilmi yönden İslam’ın görüşlerini yansıtma biçimi ile ve yazarının hayatının bütün aşamalarının, mücadelesinin çaba ve gayretinin bilinmesi zorunluluğunu beraberinde getirir. Ayrıca kitabın kendine has orijinal üslup ve şeklinin  olması, ele aldığı meseleleri kendine has yöntem ve taklit edilmez üslubuyla izahı gibi yönleri de değerini daha bir arttırır.

İşte Said-i Nursi; hayatı, eserleri ve bunların taşıdığı mesajlarla yakından tanımamız gereken mücadele ve ilim adamlarının en ön safında yer alır. O; ilmiyle amil, takva sahibi, değerli bir önderdir. Hayatı ve eserleriyle, kuru övgülerin sıradanlığından uzak ve üstündür. İslam adına ne kadar övülse, yine kıymeti takdir edilmiş sayılmaz. Üstad Bediüzzaman gibi bir hikmet önderini, bir Veliyy-i Azamı anlatmak, eserlerini ve mahiyetlerini takdim etmek elbette hayatına ve eserlerine derin bir vukufiyeti gerektirir. Bu köşemizde; Üstad Bediüzzaman’ın büyüklüğünü ifade edebilmek, eserlerinin içerdiği konulara göz gezdirmek ve en önemli yönlerine değinerek gören gözlere sunmaya gayret göstereceğiz …

Üstad Bediüzzaman; feraseti, ilmi kariyeri ve kendisinin tabiriyle çoğu Sunuhat, Tuluat kabilinden kalbe gelen ilham-ihtarlar ışığında kaleme aldığı eserleriyle, dünya Müslümanları için büyük bir kaynak eser bırakmıştır. Sadece kendi döneminin değil, gelecek zamanların da ilmi, fikri ve zihni soru ve ihtiyaçlarına cevap vererek, “Nûn, Kaleme ve satır satır yazdıklarına andolsun” ayetinin kasemine layık bir kalem ve yine “Yazdıklarına” övgüsüne layık bir külliyat meydana getirmiştir.

Adeta kendisiyle müsemma bu eser; kısaca “NUR KİTABELERİ” veya meşhur adıyla “RİSALE-İ NUR KÜLLİYATI” diye isimlendirilir. Öyle ki; risale denince, Üstad; Üstad denince de akla ilk gelen şey, Nur Risaleleridir.

Risale; mektup, ilme dair yazılmış kitap demektir. Asrının ve asırların insanlarının fikri vartalardan, akidevi bozuklukların cehennemi uçurumlarından kurtulmaları için, her biri diğerini tamamlayıcı ve birer ‘Risale-i Bergüzide’ olan, Sırat-ı Müstakimin rehberi olan mektuplardır.

Risale; her dönemin kendine has özel şartlarında mucizeviliğini gösteren Allah kelamının bu zamana mahsus manevi bir mucizesidir. Kur’an-ı Kerim’den başka bir kaynağı yoktur. Doğrudan doğruya Kur’an-ı Kerim’in feyzinden ilham olunmuş, onun malı ve ürünüdür. Nitekim Üstad, şöyle buyurur:

“Risale-i Nur, diğer telifat gibi, ilim ve fenden veya başka kitaplardan alınmamış, Kur’an’dan başka kaynağı yok. Kur’an’dan başka üstadı yok. Kur’an’dan başka mercii yoktur. Telif olduğu vakit, hiçbir kitap müellifin yanında bulunmuyordu. Doğrudan doğruya Kur’an’ın feyzinden mülhemdir ve sema-i Kur’an’dan ve ayetlerinin yıldızlarından iniyor, nüzul ediyor.”

Yine; Risale, sonsuz merhamet sahibi Allahu Teala’nın, Üstad’a ve İslam alemine bahşettiği büyük bir ihsandır. İslam dininin temel düşüncelerini ifrat ve tefrit aşırılıklarından uzak, itidal  ile açıklayan, örneği oldukça az olması yönüyle de “Nadideler” arasında üst sıralarda yerini alan bir külliyattır. Bu sayede, İslam kültür mirasında ve İslam düşünce mektebinde oldukça önemli bir yere sahiptir. Geçen zaman, onun akli ve nakli ilimlerde bir nadide olduğuna tanıklık etmiştir.

Risale; müslümanların gittikçe kaybolmakta olan duyarlılıklarını canlandırıcı, İslam’ın özünü hatırlatıcıdır. İslam’ı, yine öz İslami kaynağından yani Kur’an-ı Kerim’den hatırlatır.

Risale; ne sadece bir ilim hazinesi, ne de kapakların arasına sıkıştırılmış kabarık sayfalar bütünüdür. Bilakis o; Kur’an-ı Kerim’in, beşeriyetin hayat membaı ve beşer hayatının öz malı oluşunun ifadesidir.

“Kur’an’dan gelen o sözler ve Nurlar, yalnız akli ilmi meseleleri değil, belki kalbi, ruhi, hali (ilgilendiren) imani meselelerdir. Ve pek yüksek ve kıymettar maarif-i ilahiye hükmündedirler” diye buyuruyor o büyük Üstad.

Risale’nin bir kısmı, Üstad’ın mukadder sorulara verdiği cevaplar şeklindeyken, büyük kısmı da ‘Sunuhat’ kabilinden o anda hiç münasebet yokken kalbe gelen hatıralar, ilhamlardır.

“Hem yazılan eserler, Risalelerin büyük çoğunluğu, hariçten hiçbir sebep olmadığı halde, ruhumdan tevellüt eden, bir ihtiyaca binaen, ani ve birden bire ihsan edilmiş. Sonra bazı dostlarıma gösterdiğim vakit, demişler: “Şu zamanın yaralarına devadır.” (Risaleler) yayıldıktan sonra bir çok kardeşimden anladım ki, tam şu zamandaki ihtiyaca uygun ve derde layık bir ilaç hükmüne geçiyor.

İşte isteğimin dışında meydana gelen zikrettiğim haller, hayat maceram, çeşitli ilimlerde alışılmışın dışında ihtiyarsız olarak yapmış olduğum araştırma ve incelemelerimin, böyle bir kutsi netice ile sona ermesi için kuvvetli bir ilahi yardım ve Rabbani bir ikram olduğuna, bende şüphe bırakmamıştır.”[1]

Risale; Kur’an-ı Kerim’in icazının yani mucizevi oluşunun da izahıdır. Kur’an-ı Kerim’in bu yönünün en güzel şekilde izahı, Üstad’ın vesilesiyle bu külliyata nasip olmuştur. Nur Külliyatının büyük çoğunluğu Kur’an-ı Kerim’in bu yönüne değinerek önemini belirtmesine rağmen, ‘Kur’an Risalesi’ adıyla Yirmi Beşinci söz başlı başına Allah kelamını tanıttırıcıdır. Üstad Bediüzzaman, bu nimete mazhariyetini tahdis-i nimet niyetiyle şöyle belirtir:

“Eski Harb-i Umumîden evvel ve evâilinde, bir vakıa-i sadıkada görüyorum ki, Ararat Dağı denilen meşhur Ağrı Dağının altındayım. Birden o dağ müthiş infilâk etti. Dağlar gibi parçaları dünyanın her tarafına dağıttı. O dehşet içinde baktım ki, merhum validem yanımdadır. Dedim: “Ana, korkma. Cenâb-ı Hakkın emridir; O Rahîmdir ve Hakîmdir.”

Birden, o halette iken, baktım ki, mühim bir zat bana âmirâne diyor ki: “İ'câz-ı Kur'ân'ı beyan et!”

Uyandım, anladım ki, bir büyük infilâk olacak. O infilâk ve inkılâptan sonra, Kur'ân etrafındaki surlar kırılacak. Doğrudan doğruya Kur'ân kendi kendini müdafaa edecek. Ve Kur'ân'a hücum edilecek; i'câzı onun çelik bir zırhı olacak. Ve şu i'câzın bir nev'ini şu zamanda izharına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak. Ve namzet olduğumu anladım.

Madem i'câz-ı Kur'ân'ı bir derece beyan, Sözlerle oldu. Elbette, o i'câzın hesabına geçen ve onun reşehâtı ve berekâtı nev'inden olan hizmetimizdeki inâyâtı izhar etmek, i'câza yardımdır ve izhar etmek gerektir.”[2]

Hasılı, Risale; İslam’ın temel kavramları ile ilgili Üstad’ın görüşlerinin yer aldığı eseridir. Üstad; eserin teşkili için, çok zorluklar yaşadı. Tamamına yakını savaşlarda, hicret, sürgün ve zindanlarda yazıldı. Her biri, İslami dava sorumluluğunun çileli birer yönünü oluşturan bu aşamalarda yazılmış olması, kıymetine daha bir kıymet katmaktadır. Telifindeki zorlukların yanında, yazılıp nüsha çıkarılması ve dağıtılması esnasında da ayrıca zorluklar yaşanmıştır. Matbaa ve baskı makinelerindeki sıkıntıdan dolayı elle yazılıp çoğaltılırken, ‘sakıncalılar’ arasında daima ilk sırada olduğu için de okumak ve bulundurmak da büyük bir suç olarak görülmüştür. Sırf bu yüzden; yüzlerce hatta binlerce suçsuz, suçlu muamelesi görüp uzun süre zindanlarda tutulmuştur. Evet Risale-i Nur Külliyatı, böylesi evrelerden geçip elimize ulaşmıştır.

Bu sayede Nur Külliyatı, insanların önlerini aydınlatan nurlu bir yolu beşeriyete sunmuş oldu. Üstad Bediüzzaman Hazretleri, döneminin insanlarının süratle ayaklarının kayıp bidat ve akidevi bozuklukların karanlıklarına doğru sürüklendiğini görünce Kur’an ve sünnetin en kısa ve selametli bir iman yolunu ve metodunu çıkarıp sunmuştur. Bu yol, “Nur yolu”dur.

Bu yol; insanlığı, karanlıkların karanlığından çıkarıp “Aydınlığın yoluna sevk etme yolu”dur. İslam birliğinin bozulmaya yüz tuttuğu, ümitlerin söndüğü, müslümanların yenildiği bir dönemde, ümit kaynağı olan doğruları gösterici olan “NUR YOLU”…

Bu yol; bidat rüzgarlarına açık, dalalet hücumlarına karşı da çabuk sönmeye, sarsılmaya maruz kalan taklidi imanı, hiçbir şüpheyle sarsılmayan, küfre karşı da metin bir kale gibi dimdik ayakta durmasını sağlayan tahkiki imana çevirme yoludur. Bu yol, Kur’an’ın manevi denizinden sızan nur damlaları ile sünnetin yol gösterici parlak güneşinden süzülen ışık huzmelerinin birleşimiyle, sağlam bir akide oluşturma yoludur. Bu yol; manevi yaralara şifalı bir merhem ve tiryak; aklın yol bulamadığı kapalılıkları açan iksirli bir tılsım ve nurlu  bir anahtardır…

Üstad Bediüzzaman, akideye çok önem verirdi. İmtihan dünyasından başarıyla geçmek ve gerçek manada bir mücadeleyi verebilmek için sağlam bir akide şarttır. Akidesiz hayat, akidesiz insaniyet tasavvur olunamaz. Üstad’ın her şeye meydan okuması, şüphesiz sağlam akidesi ve sarsılmaz imanı sayesinde olmuştur.

“İman, insanı insan eder, belki insanı sultan eder. Hakiki imanı elde eden, kainata meydan okur.”

İman ile ilgili söylemiş olduğu bu sözü bile akidesinin sağlamlığı ve onun hayata bakışını göstermesi açısından yeterlidir. İdamını mucip bir çok yerde hakkı söylemekten geri durmamış, bu konuda en küçük bir taviz bile vermemiştir.

Bu konunun öneminin büyüklüğünden dolayı, yazdığı eserlerinden en çok “İman” konusu üzerinde durmuştur. Ona göre çağın da, İslam aleminin de en başta gelen sorunu iman konusudur. Öyle ya, insanlar, varlığına ve gerekliliklerine inanmadıkları hükümleri hayatlarına nasıl uygulayacaklar? Öyleyse, insanlara öncelikle imanın anlamının ve gerekliliğinin anlatılması lazımdır.

Üstad, memleketinin de bütün insanlığın da kurtuluşunu, Kur’an’a sarılmakta bulmuştu. Döneminin çöl haline gelen manevi yakıcılığı karşısında Kur’an-ı Kerim’in sarsılmaz metin kalesine sığınarak, İslam dünyasının manevi dinamiklerini öz kaynağına dayandırmak suretiyle ortaya koymaya çalışmıştır. İslam toplumunun yeniden inşasında temel harcın, iman hakikatleri olduğunu vurgulamıştır.

“Zaman, imanı kurtarma zamanıdır” diyen Üstad Bediüzzaman, zamanın manevi ihtiyaçlarına gerekli cevapları veren ilim hazinesi, akide zaafından meydana gelen yaralarına da merhem ve tiryak olan birer reçete-i ilahi olan risaleleri yazmıştır.

Evet Risaleler, bu zamanın en önemli vazifesi olan imanı kurtarmak vazifesini yerine getirmiş, iman hakikatlerine Kur’an ve Sünnetin ışığında bu asrın dünyevi teferruat ve meşgaleleri içinde yorgun düşmüş insanlarına bir ab-ı hayattır.

Daha önce de belirttiğimiz gibi, bu köşemizde Üstad Bediüzzaman’ın görüşlerinin yol göstericiliği ile, Risale-i Nur’dan istihracen çeşitli konuları işlemeye çalışacağız. Bu vesileyle Üstad’ın mübarek görüşlerinin ve değerli eserinin kıymetinin büyüklüğünü daha iyi idrak edeceğimize inanıyorum.

İnzar Dergisi


---------------------------------------------

[1] Mektubat: 28. Mektup

[2] Mektubat: 28. Mektup
 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.