Nefis ve Afetleri
Ya Rabbi! Nefsimiz azgın, irademiz zayıftır. Sen yardım etmezsen nefsimiz yüzünden helak oluruz. Yardımını bir an bile esirgeme.
Nefis kelime olarak; can, kişi, kendi, öz, varlık, benlik, bir şeyin zatı olan kendisi, ruh, hayat, asıl, maya, hamiyet gibi manaları barındırır.
Istılahta ise; şehvet ve gazabın kaynağı olan kuvve-i nefsanîye, meyl-i fıtriye, bedenin hissi istekleri gibi manaların yanı sıra iki anlama daha gelir:
Birincisi: Nefisten, insanoğlundaki şehvet ve öfke kuvvetini dengeleyici mana kastedilir. Tasavvuf ehli çoğu zaman bunu kullanmaktadır. Çünkü ehl-i tasavvuf, nefisten insanoğlunun mezmum sıfatlarını derleyen asıl ve esası anlamını kastederek diyorlar ki: “Nefisle mücadele etmek nefsi kırmak muhakkak ve mutlaka lazımdır.” Ve bu manayı Allah Resulü’nün şu Hadis-i Şerifi işaret etmiştir: “Senin en şiddetli düşmanın iki yanının (kaburgalarının) arasında bulunan nefsindir.” (İhya-6/9)
İkincisi: İnsanın hakikati olan latifedir. Bu latife insanın nefsi ve zatıdır. Fakat bu latife aynı zamanda çeşitli sıfatlarla sıfatlanır. Nefsin mertebe ve çeşitleri bulunur. Bu çeşitler insanoğlunun imtihanı için konulmuş; hem lehinde hem de aleyhinde kendini göstermektedir. Birçok insan nefsini tanıyamadığından, hilelerine muttali olmadığından ona uyup helakete gitmiştir. Bunun için ondan korunmanın yollarını aramak ve bu öz benliğimizde yer etmiş baş düşmanı yok etmek temel hedefimiz olmalıdır. Bunu başarabilmek için öncelikle nefsimizi tanımamız ve çeşitlerine vakıf olmamız lazımdır:
1− NEFS-İ EMMARE
İnsanın, çirkin arzularına ve şeytanın teşviklerine itirazsız ve mücahedesiz tabi olmasıdır. Cenab-ı Allah bunu Yusuf Suresi 53. ayetinde şöyle tanıtmaktadır: “Nefsimi de temize çıkarmak istemiyorum. Çünkü nefis gerçekten kötülüğü emreder. Ancak Rabbimin esirgediği müstesnadır.”
2− NEFS-İ MUTMAİNNE
İyiliği kötülükten ayırt ettirerek insanlık vazifesini tanıttıran ve vicdanına rahatlık veren hal; insanı, Allah’a yakınlaştıran hal… Günaha meyleden kötü sıfatlardan temizlenmiş ve güzel ahlak ile muttasıf olarak kurb-u ilahiye ile itminan ve istikrar kazanmış olan insan iradesi. Allah’ın emirleri altında sakin olma hali. Bundan dolayıdır ki Allah’ın emri altında durduğu ve şehvetlerin saldırısından ötürü titrediği zaman Allah ondan razı olmuş o da Allah’tan razı olmuştur. Ayette şöyle denilmektedir. “Ey itaatkar nefis! Dön Rabbine! Sen ondan razı, O da senden razı olarak…” (Fecr: 27)
3− NEFS-İ MARDİYYE
Kusurlarını bilen, kendisinden razı olunan nefis. Rabbinin indinde makbul olan nefis.
4− NEFS-İ MÜLHİME
Lüzumu halinde Cenab-ı Hak tarafından kendisine hakikatler ilham edilen, tasaffi ve tekamül etmiş olan nefis.
5− NEFS-İ LEVVAME
Kötülüğü işledikten sonra fenalığını hatırlayarak insanı rahatsız eden pişmanlık hali ve vicdan rahatsızlığını gören ve hayra meyleden nefis. Kıyamet suresi ikinci ayetinde şöyle denilmektedir:
“Yine kasem ederim pişmankâr nefse ki (muhakkak öldükten sonra) dirileceksiniz.” Alimler değişik isimlerle bu çeşitleri çoğaltmışlardır. Ancak biz burada temel olanları ile yetindik.
Nefis içinde başka bir memleket ve konum daha vardır. Batın diyarı olan bu konumda nefs orduları, zahir diyarına oranla daha büyük bir öneme sahiptir. Orada rahmani ve şeytani ordular arasındaki çekişme ve çatışma çok daha önemlidir. Öyle ki zahiri diyarda görünen çekişme ve çatışmaların yansımalarıdır. Yani şeytani ve rahmani ordulardan biri orada galip gelmiş olur. Bu nedenledir ki ahlak ve sulûk ehli olan büyük şeyhler nezdinde, nefsle cihad büyük bir öneme haizdir. Öyle ki bu makamı bütün mutluluk ve bedbahtlıkların, bütün derece ve kademelerin kaynağı kabul etmek gerekir. Dolayısıyla insan bu cihatta oldukça dikkatli davranmalıdır.
Allah korusun bu konumda rahmani ordular mağlup olup şeytani güçler bu mekânı işgal edecek olurlarsa insan öylesine bir felakete sürüklenir ki, artık onu hiçbir şey kurtaramaz. Şefaatçiler ona şefaat edemez. Allah ona öfkelenir ve şefaatçileri olacak kişiler ona düşman kesilir. Onların öfke ve düşmanlığını da ancak Allah bilir. Cehennemin olanca ateşi, zakkum, yılanlar, akrepler bile onun yanında hiç kalır. Öyleyse ey Aziz! Bir şeyler düşün, çaresine bak, kurtuluş yolu ara ve bul. Allah’a sığın, gece karanlığında ağlayıp yakararak Yüce Allah (cc)’tan, bu nefs cihadında sana yardım lütfetmesini niyaz et ki, böylece inşallah bu savaştan galip çıkasın, kendi varlık memleketini rahmani kılasın, şeytani orduları kovup evi, gerçek sahibine teslim edesin.
Bilinmelidir ki, nefsin birinci makamı ve en aşağı makamı zahiri ve dünyevi konumudur. Ki onun gaybi nur ve yansıması, şu duyumsanır bedene, zahiri bünyeye aksetmiş ve ona arızi bir canlılık kazandırıp harekete geçirmiştir. Beden onun savaş meydanı, zahiri güçler onun askeridir. Yedi iklimine (Kulak, dil, göz, karın, ferc, el ve ayak) egemen olan nefs, bunu vehim sayesinde gerçekleştirir. Çünkü vehim, nefsin zahiri ve batıni güçlerinin sultanıdır. Dolayısıyla eğer vehim, sözü geçen yetilere kendi adına veya şeytan adına egemen olursa bu yetiler şeytanın askeri olurlar. Buna karşılık eğer vehm, adı geçen yetilere akıl ve şeriatın tasarrufu altında yön verirse memleket rahmani olur. O halde büyük cihad olan ve Hak Teala yolunda öldürülmekten daha yüce olan nefisle cihad bu makamda insanı yaratıcının buyruğuna tabi kılması ve iğrenç varlığından arındırmasıdır. Bir hadiste şunlar geçmektedir: Bir seriyyeden sonra Resulullah (sav) şöyle buyurdu: “Küçük cihadı tamamlayan ve kendini büyük cihadın beklediği kişilere aferin!” Denildi ki: “Ya Resulullah! Büyük cihad nedir?” Dedi ki: “Nefisle cihad etmek.” (Kırk Hadis:16)
Bununla beraber Allah-u Teala kendi kudret ve hikmet eliyle gayb aleminde ve nefsin batınında sayısız yararlara sahip bir çok yetiler yaratmıştır ki biz burada sadece üç tanesi üzerinde duracağız. Kuşku, öfke ve şehvet.Alimlerin de ifade ettiği gibi bu yetilerden her birinin bireyin ve soyunun korunması ve dünya ile ahiretin imarı hususunda pek çok yararları vardır. Ama biz şu anda bunun üzerinde durmuyoruz. Uyarı mahiyetinde söylenmesi gereken şey ise, bu üç yetinin tüm iyi ve kötü yeteneklerin kaynağı ve gaybi suretlerin çıkış noktası olduğudur.
İnsanın batıni yapısı ne oranda insani olursa, onun melekuti sureti de o oranda insani olacaktır. Mesela, eğer insan şehvani ve hayvani yetilere sahip olursa (teslim olursa) batıni yapısı da hayvani hükme boyun eğer ve o şekle bürünür. Eğer batınına öfke ve yırtıcılık sahip olursa gaybi ve melekuti yapısı da yırtıcı bir hayvana dönüşür. Eğer kuşku ve şeytanlığa teslim olup hile, sahtekârlık ve gıybete yönelirse o zaman gaybi ve melekuti sureti de şeytanlaşır. Kimi zaman melekuti yapı iki veya daha fazla yetinin terkibinden oluşur. Ki kendine has, dünyada eşi-benzeri bulunmaz vahşilikte bir canavara dönüşür. Allah’ın elçisinden şöyle rivayet edilmektedir.
“Bazı insanlar kıyamet günü maymun ve şempanzeleri bile aratacak çirkinlikte haşr edileceklerdir. (Kırk Hadis S:30)
NEFSİN AFETLERİ
Nefsin afetleri sayılmayacak kadar çok ve iç içedir. İnsan dünyalık bir afet ile karşılaştığında bunun üstesinden gelmek için çok yollar bulur. Dost, yardımcı ve arkadaş temin eder. Böylece dünyevi afetten kurtulur. Ancak nefsin afetleri öyle bir memleketi tahrip etmektedir ki orada güzel ve salih amelden başka hiçbir yardımcı bulunmaz. Evvela aklımıza ve gönlümüze nefsin yol açacağı tahribatları öğretmeliyiz ki şiddetli bir şekilde ondan kaçınsın ve tamamıyla tehlikesini idrak edebilsin.
Nefsin afetleri sayılmayacak kadar çok ve iç içedir. İnsan düşünürse dünyalık bir afet ile karşılaştığında bunun üstesinden gelmek için çok yollar bulur. Dost, yardımcı ve arkadaş temin eder. Böylece dünyevi afetten kurtulur. Ancak nefsin afetleri memleketi öylesine tahrip etmektedir ki orada güzel ve salih amelden başka hiçbir yardımcı bulunmaz. Evvela aklımıza ve gönlümüze nefsin yol açacağı tahribatları öğretmeliyiz ki şiddetli bir şekilde ondan kaçınsın ve tamamıyla tehlikesini idrak edebilsin. Bunun için nefsin yol açacağı tehlikeleri aşağıda anlatmaya çalışacağız.
1-Nefis şiddetli bir düşmandır.
Nefis daima yasakları, kanunları çiğneme gayreti ve iştiyakı içerisindedir. Ebedi hayat böylece zarara uğrayıp hüsrana gitmektedir. Öz benliğimiz olmasına rağmen, en büyük düşmandır. Resulullah (sav) şöyle buyurdu: “Mümin bir kimse beş şiddetin arasında kıvranmaktadır: 1-Kendisini kıskanan bir mümin. 2-Kendisine buğz eden bir mümin 3-Kendisiyle dövüşen bir kâfir. 4- Kendisini dalalete götüren şeytan. 5-Kendisi ile çekişen bir nefis. (İhya 6/159)
Hayat mücadelesi sonunda Rabbini razı edip O’nun istediği doğrultuda yaşamak için müminin dikkatli ve uyanık olarak sıratı müstakimde yürümesi gerekir. Bir anlık gaflet ve dalgınlık ayağının kayıp düşmesine ve ölüp helak olmasına neden olabilir. Bu sebeple yukarıda sayılan beş düşmana karşı çok uyanık olmalı ve onlardan gafil kalınmamalıdır. Anlık gaflet ebedi hüsranla sonuçlanabilir. Sufyani Sevri diyor ki: “Nefsimden daha katı bir şeyle savaşmadım (boğuşmadım) . Bazen bana taraftar gözüküyor, bazen de aleyhime dönüyor.” (İhya:6)
2-İbadet ve ilahi hükümlerde (emirlerde) gevşeklik gösterme.
Nefis daima rahatı ister. İstenilen emirleri yapmamak için bahane bulur. Ufak bir baş ağrısında, basit bir hastalıkta veya ufak çaplı bir yaralanmada kendini öyle bir hale sokar ki yapamamak yönüyle kendini mazeretli görür. O ana kadar düzenli yapmış olduğu virtlerini, namazlarını, sünnetlerini, zikir ve tesbihatını en aza indirmeye başlar. Bu da zamanla alışkanlık haline gelir. Oysa yapamayacak derecede ağır bir vaka olmadıkça ibadetlere özen göstermek insanı güçlendirir, ruhunu sağlamlaştırır.
Aksi takdirde bu ibadetlerde yaptığı gevşeklik neticesinde ilahi rahmetten uzaklaşır. Allah korusun, cehennemin kızgın ateşi ile cezalandırılır. Çünkü ancak münafıklar ve kalbinde nefsi hastalıklar bulunanlar bu gevşekliği gösterir.
3- Nefsin istek ve arzularına göre hareket
Nefsin istek ve arzularına göre hareket edildiğinde, tabiî olarak, Allah’ın rızasına göre hareket etmek geri planda kalır. Artık kişi yaptığı her şeyde nefsinin menfaatini düşünür. Eğer bu Allah’ın emri olsa bile nefsine ters düştüğünden onu terk eder, dinlemez. Bunun neticesinde ihlâs ve iman büyük oranda yara alır, zedelenir.
4-Ahlaki rezaletlerin kaynağıdır.
Nefis yukarıda açıkladığımız afetlerin dışında, kalbi hastalıkların kişiye getirdiği zararların hepsini de ayrıca kapsamaktadır. Yani kıskançlık, gıybet, kibir vb. tüm hastalıkların kaynağı olmakla beraber kişisel ve toplumsal tüm zararlara da sebebiyet verir.
5-Böyle bir kişi toplumda da sevilmez
Toplumda sevilmez, çünkü her olayda bencil davranıp düşünen kimsenin topluma bir faydası olmaz. Faydalı olabilmesi için bazı fedakârlıklar yapması gerekir. Bu da tamamen nefsinin esiri olan bir kişi için çok zordur. Toplum olarak yükselmek, başarılı olmak ancak toplumsal ve “biz” düşünen insanların çokluğu ile olur. Bunlar canlarından çok, toplumun güvenliği ve asayişini düşünürler. Mallarından çok, toplumun ekonomik yükselişinin yollarını düşünürler. Bu durumda ferdi haklarından mahrum olmayacakları gibi toplumun haklarını da iade ederler.
NEFSLE CİHAD
Madem nefis böylesine kötülüğe meylettiren, ahireti zarara uğratan, dünya ve ahiret saadetini yok eden bir düşmandır. Öyleyse onu terbiye ve ıslaha çalışmalı, onu başıboş bırakmamalıyız. Allah−u Teala nefsin arındırılmasını, ahlakın güzelleştirilmesini kulun cehd ve çalışmasına havale etmiştir. Kulu, korkutmak ve sakındırmak suretiyle, temizlenmeye teşvik etmiştir. Nefsin meyvesi kötü ahlaktır. Kötü ahlak nefsin hastalıkları ve salkımlarıdır. Kötü ahlak ebedi hayatı öldüren hastalıktır. Ancak cesedin hastalıkları ile nefsin hastalıkları arasında büyük fark vardır. Bedeni hastalıkların, fani hayatı elden çıkarmak dışında bir zararı olmadığı halde tedavi yollarını zapt−u rapt altına almak için doktorlar hummalı çalışmalara girmişler ve halen çalışmaları devam ediyor. O halde nefsin hastalıklarını kontrol altına almak daha evla değil mi? Zira bunda ahiretin mahvolması söz konusudur. Doktorluğun bu çeşidi her akıllı için öğrenilmesi farz olan bir çeşittir. Zira nefislerden hiçbiri bu hastalıklardan beri değildir. Eğer ihmal edilirse hastalıklar birikir. İlletler birbirini takip eder ve biri diğerine yardımcı olur. Tedavileri güçleşir. Bu takdirde kişi onların teşhisinde, sebeplerinin bilinmesinde engin bir kavrayışa muhtaç olur. Sonra onları ıslah ve tedavi etmeye çalışmaya ve didinmeye mecbur kalır. Şems Suresi dokuzuncu ayette: “Muhakkak ki (Allah’tan başkasına tapmayarak) nefsini yücelten kazanmış” denerek bu durum övülmüş; bu tedaviyi ihmal etmekse şu ayeti kerime ile zemmedilmiştir: “Ve hüsrana uğramıştır, Allah’ın azdırdığı kimse.” (Şems:10)
Bilinmelidir ki tembelleşen bir nefisle mücahede etmek, nefsi riyazete çekmek, nefsin tezkiyesi ve ahlakın temizlenmesiyle meşgul olmak kişiye ağır gelir. Nefsinin böyle olmasının, kendi kusurundan, eksikliğinden ve kötü müdahalesinden ileri geldiğine bir türlü yanaşmamaktadır. Ve bunun kendi ahlakı olduğunu, onu bırakamayacağını, bunun zor olduğunu söyleyerek bahanelere sarılır. Fakat hiçbir şekilde, Allah kötü ahlakı bir kulun kaderi yapmamıştır. İnsan kesbi ile bunu, küçüklüğünden itibaren çevre, ailenin etkisi vb ile kazanmaktadır. Arızi alışkanlıklardır. Bunlar ne kadar kökleşmişse bile atılabilir, değiştirilebilir türdendir. Hayvanların bile ahlakı değişebilir. Zira yeni doğan kuzu vahşetten alışılmışa nakledilmektedir. Köpek yemenin oburluğundan edeplenmeye, yememeye, avı sahibine bırakmaya alışmaktadır. At, serkeşlikten uysallık ve itaate geçmektedir.
Nefisle mücadele dediğimizde nefsin tamamen öldürülüp fıtraten var olan kimi duyguların yok edilmesini kastetmiyoruz. Zaten buna kimsenin gücü de yetmez. Biz ancak onu terbiye etmeyi, ıslah etmeyi, itaat altına almayı kastediyoruz. Biz bununla emrolunmuşuz. Böyle yapmak bizim kurtuluşumuzun ve Allah’a varışımızın sebebi olur. Evet, tabiatlar çeşitlidir; bazıları çabuk terbiye edilir, bazıları da geç kabul eder. Bu da insanoğlunda varolan şehvet, gurur ve öfke kuvvetlerinin varoluşundandır. Bunların en serkeşi şehvet kuvvetidir. Zira şehvet kuvveti bütün kuvvetlerden daha önce varolan kuvvettir. Zira yaratılışın başlangıcında çocukta şehvet yaratılıyor. Yedi yaşından sonra bazen de öfke kendisi için yaratılır. Bunun gibi diğer kuvvetler de ihtiyacına göre çocuğun gelişme evrelerinde kendisinde yaratılır. İnsana, nefsinin istediği gibi çokça çalışmak, ona itaat etmek onun Allah nezdinde makbul olduğuna inanmaktan ötürü kuvvet kazandırır.
Bazıları zannetmişlerdir ki, mücahededen amaç bu sıfatları tamamen ortadan kaldırıp silmektir. Hâlbuki bunları ortadan kaldırmak zor iştir. Hem bunlar bazı amaçları gerçekleştirmek ve ilahi farizaları eda etmek için verilen yeteneklerdir. Bunları vasat bir şekilde kullanmak gerekir. Dikkat edilecek olursa nefse yerleştirilen tüm hassaların vasat bir derecede tatmini şer’i ölçüler çerçevesinde mümkündür. Ortadan kaldırmak insanoğlunun kaldıramayacağı bir yüktür. Ki Allah−u Teala da kişinin kaldıramayacağı yükü yüklemez.
Bu hassaların birer amacı var demiştik. Örneğin şehvet bir fayda için yaratılmıştır. İnsanın yaratılışında şehvetinin bulunuşu zaruridir. Eğer yemek şehveti kesilirse insanoğlu helak olur. Cinsi ilişki şehveti kesilirse nesil son bulur. Eğer öfke tamamen ortadan kalkarsa insan kendi nefsini helak edici bir duruma karşı koymaz ve helak olur. Allah−u Teala Fetih Suresi 29. ayette: “Kâfirlere karşı şiddetli, aralarında merhametlidirler” buyurmuş; Müslümanları şiddet ile vasıflandırmıştır. Hâlbuki şiddet ancak öfkeden doğup meydana geliyor. Eğer öfke tamamen ortadan kalkarsa cihat da ortadan kalkar. Peygamberler bile şehvet ve öfkeden tamamen sıyrılmamışlardır. Zira Allah Resulü şöyle buyurur: “Ben ancak bir beşerim. Beşerin öfkelenmesi gibi öfkeleniyorum.” (İhya 6/141) Resulullah’ın öfkelenmesi onu hakikat çerçevesinden çıkarmazdı. Nitekim Cenab-ı Hak Al-i İmran 134. ayetinde; “Öfkelerini yutanlar ve insanların kusurlarını bağışlayanlardır” buyurmuştur. Dikkat edilirse öfkelerini kaybedenlerdir, dememiştir. Bundan dolayı öfke ve şehveti ve diğer hassaları normale dönüştürmek, onlardan herhangi birisinin akla galip gelmeyecek şekilde onları terbiye etmek, belki onları aklın himayesi altına almak, aklı onlara hakem kılmak mümkündür.
Eğer nefis temiz ve tahir ise uygun düşen hareket o temizliği korumak için çalışmaktır. Eğer nefis kâmil ve temiz değilse en uygunu nefse temizliği telkin etmeye çalışmaktır. Nasıl ki bedenin mutedil durumunu değiştiren ve hastalığı getiren illet ancak zıddıyla tedavi olunuyorsa, (hastalık hararettense soğukla, soğuktansa hararetle tedavi edilmesi gibi) bunun gibi nefsin hastalığı da zıddıyla tedavi edilir. Buna göre cahillik hastalığı, ilim ile; cimrilik, cömertlikle; gurur hastalığı, ilim ile; oburluk, nefsin iştahını zoraki kesmek ile tedavi olunur. Nasıl ilacın zorluğuna, acılığına katlanılıyorsa, bunun gibi bunlar tedavi edilirken karşılaşılacak acı ve sıkıntılara da katlanmak gerekir.
Bilinmelidir ki nefisle cihadın, Hak Teala’ya doğru gitmenin ilk şartı ‘tefekkür’dür. İnsan her gece veya gündüz bir miktar tefekkür edip kendisini yaratan, yaşaması için her şeyi hazırlayan, ona sağlam bir beden ve her biri belirli yararlar sağlayan güçler gibi akılları hayran bırakan güçler bahşeden, peygamber gönderip kitapları nazil ederek yol gösteren ve buna davet eden Rabbine karşı hangi vazifelerle yükümlü olduğunu düşünürse anlayacaktır ki, bu yaratılıştan maksat hayvani duyguları tatmin değil daha yüce ve daha büyük bir âlemdir. Akıllı insan düşünüp kendisine şöyle demelidir: Ey şaki nefis! Uzun yıllar boyunca ömrünü şehvet peşinde, nefsini tatmin yolunda koşturarak tükettin. Ama elinde yine de hasretten başka bir şey kalmadı. Durup şu haline acımalısın. Rabbinden utanmalısın. Biraz da asli maksadının yolunda yürümelisin. Çünkü bu maksat seni ebedi mutluluğa götürecektir. Ebedi mutluluğu üç-beş günlük şehvete feda etmemek lazım. Geçmiş toplumları ve bugün gördüğün dünyanı biraz düşün. Çektiğin onca zahmet ve sıkıntılara rağmen elde ettikleri rahatın ne kadar az olduğunu ve üstelik bu kadar az bir rahatın bile hepsinin eline geçmediğine bak. Umulur ki şeytan ve nefsinin karşısına dikilip onlarla mücahedeyi hedefleyen tefekkür sana yeni bir kapı açsın, şerle mücadelenin yeni bir menziline seni eriştirsin.
Mücahidin önüne tefekkürden sonra çıkan diğer bir menzil “azim” menzilidir. İnsanın makam ve yüceliği, azminin konumu ve yüceliğiyle doğru orantılıdır. Bu makama uygun azim ise Allah’a karşı gelmeyi terk etmek ve geçmişte işlenen günahları telafi etmeyi kararlaştırıp şer’i ölçülere göre, insan gibi yaşamaktır. En kâmil bir şekilde bunu yaşayıp bize örnek olan Resul-i Ekrem’dir. Bizler yaşantımızı ona uyarlamaya çalışmalıyız. İnsan gerçek şeriat adabıyla edeplenmedikçe hiçbir ahlaki güzelliğe ulaşamaz. Bundan dolayı azim ve irade sahibi olmak için çaba harcamak lazım. Çünkü Allah göstermesin, eğer bu dünyadan azimsiz göçülürse bu, kişinin akılsızlığını ve sadece şekil itibariyle insan olduğunu gösterir.
Allah’a karşı gelmeye cüret etmek insanı yavaş yavaş azimsizleştirir. Bu şerefli cevheri insanın elinden kapar. Teğanni (Şarkı-türkü) dinlemek ve batıl şeylerle, fayda vermeyen işlerle uğraşmak her şeyden daha çok insanın elinden irade ve azmini alır, götürür.
O halde Allah’a karşı gelmekten kaçınıp Hak Teala’ya doğru hicret etmeye azmetmek gerek. Allaha gizli gizli niyaz edip yakararak bu yolda yoldaş olmasını dilemek lazım… Çünkü insan, hayatı boyunca pek çok sarsıntılar geçirir ki, bu sarsıntıların birisinde ayağının kayması ve düştüğü çukurdan bir daha çıkamaması ve hatta belki de şefaatçilerin şefaatinin bile kendisini kurtaramayacağı bir konuma yuvarlanması mümkündür.
Nefisle mücadelede azimle beraber şartlanma, kontrol ve muhasebe de mücahidin yapmakla yükümlü olduğu işlerdir.
Allah’a hamd, Resulü’ne salat ve selam olsun.
Geçen sayımızda, ‘Nefsle Cihad’ babında, azimle beraber nefsle mücadelede, şartlanma, kontrol ve muhasebede mücahidin yapmakla yükümlü olduğu şeylerin olduğunu yazmıştık. Şimdi bunları işlemeye çalışalım:
ŞARTLANMA: Kişinin güne başlamadan önce; “Bugün Allah-u Teala’nın buyruklarına aykırı davranmayacağım” diye kendi kendisi ile şartlanması ve bu hususta kararlı davranmasıdır. Malumdur ki, bunu bir günlüğüne gerçekleştirmek kolay bir iştir. Ancak şeytan ve askerlerinin bu işi sana zor göstermeleri mümkündür. Oysa bu onların bir aldatmacasıdır. Olur ki bunu sürekli devam ettiremezsin. Onun için azmin kırılmasın, nefsine esir olmayasın, kararlı davranıp bunu bir müddet başarırsan artık alışkanlık ve hayatının doğal bir yaşayışı olacaktır.
MURAKABE (KONTROL): Bu bütün şartlanma müddeti boyunca şartına uyup uymadığını kontrol etmek ve kendini buna uymakla yükümlü görmektir. Allah korusun eğer aklına Allah’ın buyruğuna aykırı bir iş yapmak gelirse bil ki bu şeytanın ve nefsinin bir oyunudur, seni vazgeçirmeye çalışmaktadırlar. Onlara uymayıp şerlerinden Allah’a sığın ve nefsine de ki: “Ben bugün şart ettim: Allah’ın buyruğuna aykırı hareket etmeyeceğim. Yıllardır kendi şehvetin ve ihtirasının peşinde koştun. Allah ise buna rağmen merhametli davranıp hemen cezalandırmadı. O kadar nimetine karşı nankörlük edip hakkını nasıl öderim? Durum bu iken nasıl şu tek şarta uymazlık edebilirim?” de.
Bu durumda inşallah nefsine gelen vehim ve kuruntu defolup gidecektir. Bu kontrol aynı zamanda senin hiçbir işine de ters düşmez. Ne kazancına, ne eğlenmene, ne yolculuğuna ve ne de eğitimine engel olmaz.
MUHASEBE (HESAPLAŞMA): Bu işi akşama kadar sürdürdün mü, o zaman muhasebenin zamanı gelir, çatar. Oturur nefsini hesaba çeker, şartına uyup uymadığına karar verir, bu küçük alışverişinde Allah’a verdiğin söze ihanet edip etmediğine bakarsın. Eğer şartına sadık davranmışsan başardığın için Allah’a şükret. Bil ki bir adım ileri gidip ilahi nazara muhatap oldun. Rabbin inşallah sana dünyevi ve uhrevi işlerinde yol gösterecek ve yarınki işin daha da kolaylaşacaktır.
Bir süre şartlanmaya devam edersen bunun bir alışkanlık haline gelmesi umulur. Öyle ki; bu, zamanla sana çok daha kolay bir hale gelmeye başlar. Bil ki Allah-u Teala taşıyamayacağın bir yükü sana yüklemeyecektir. Ama şeytan ve ordusu en kolay işleri bile sana zor göstereceklerdir. Şayet Allah göstermesin muhasebe yaparken gevşek bir anında şartına uymamış olduğunu tesbit edecek olursan hemen Allah’tan özür dile, tevbe et ve ertesi gün daha kararlı davranmayı kararlaştır. Ta ki Allah mutluluk ve başarı kapılarını senin yüzüne açsın.
HATIRLAMA: İnsana nefs ve şeytanla mücadele etmede pek çok yardımı dokunan ve mücahidin üzerinde durması gereken hususlardan biri de ‘hatırlama’dır. Bu makamda (hatırlama) Allah-u Teala’yı unutmamak ve insana lutfettiği nimetleri hatırda tutmaktır. Lütufta bulunana saygı duymak insanın yapısının gerektirdiği bir husustur. Sözgelimi eğer bir doktor sizi körlükten kurtarırsa, fıtratınız gereği ona saygı duyarsınız. Eğer sizi kurtardığı şey ölüm olursa ona duyacağınız saygı daha da artacaktır. Şimdi bir bak ki Allah-u Teala bize ne kadar zahiri ve batıni nimetler vermiş. Eğer cinler ve insanlar o nimetlerin bir tekini bize vermeye kalkışırlarsa bunu gerçekleştiremezler, ama biz bu nimetlerin değerini bilmiyoruz. Mesela şu gece gündüz, 15 dakikalığına ortadan kalkarsa bütün canlıların hayatlarının sona ereceği muhakkaktır. Beden sağlığı ve göz, kulak, tatma, dokunma gibi zahiri güçler ile hayal, kuşku, akıl gibi her biri birçok yarar sağlayan batıni güçlerin durumu da budur. Allah-u Teala bütün bu nimetleri bizim istememize gerek kalmaksızın ve minnet etmeksizin lutfetmiş. Sadece bizim menfaatımıza olduğu için kimi şeyleri emredip kimi şeylerden sakındırmıştır. Bütün bu nimetleri ve daha başka binlerce nimeti hatırladıktan sonra acaba fıtrat böyle bir ihsan ediciye saygı duymayı gerektirmez mi? Ve acaba akıl, bu tür bir velinimete ihanet etmeyi nasıl karşılar?
Ayrıca insan yapı olarak kendini, karşısında hazır bulunana saygı göstermek zorunda hisseder. Sözgelimi birisini gıyabında çekiştirip hakkında kötü şeyleri söylese bile o kişi ile karşı karşıya geldi mi, fıtrat gereği susmakta ve ona saygı göstermektedir.
Allah-u Teala’nın her yerde hazır ve nazır olduğu ve bütün bir varlık diyarının onun kontrolü altında varlığını sürdürdüğü bilinen bir husustur. O halde ey nefis! Böyle yüce ve büyük bir zatın kutsal huzurunda ve bizzat O’nun sana ihsan buyurduğu nimetlerinden biri olan şu yetilerle günah ve masiyetler işlemenden daha büyük bir zulüm ve günah olabilir mi? Öyleyse Rabbinin yüceliğini hiç bir zaman unutma ve bir an önce mücadeleye koyul. Başarı Allah’tandır.
Yukarıda bahsettiğimiz tedavi usulü (tefekkür, azim, murakabe, muhasebe vb.) bütün nefsi hastalıklar ve zafiyetler için kullanılabilecek orta bir yoldur. Bununla beraber bu tedavi usulünü destekleyecek ve onu güçlendirecek başka unsurlara da sarılmak gerekir. İnşallah bunları anlatmaya çalışacağız:
1-HAYALİN SINIRLANDIRILMASI: Müslümanın şeytan ve ordusuna karşı galib gelebilmesi için hayal kuşunu kontrol altına alması gerekir. Hayal her an yeni bir dala konmak isteyen, uçmakta maharetli bir kuşa benzer. Oysa bu durum pek çok bedbahtlığın kaynağı ve sebebidir. Hayal, insanı zavallılaştırmak ve sıkıntıya sokmak için şeytanın kullandığı araçlardan biridir.
Kendini ıslah etmek ve batınını sefalı kılıp iblis ordusundan arındırmak isteyen mücahid, hayalin dizginlerini eline almalı, onu dilediği yere kanat çırpmaktan alıkoymalı, kendini azgınlık ve şeytanlık gibi fasit ve batıl hayallere kapılmaktan korumalı ve daima hayalini şeref ve izzetle dolu işlere yöneltmelidir. İmam Şafiî’nin şu sözü ne kadar anlamlıdır: “Hak ile meşgul olmazsan batıl seni istila eder.” Bu nedenle batıl şeyleri hayal etmekten kaçınılmalıdır. Bu iş ilkin zor görünse de az bir denetim ve kollama sayesinde oldukça kolay bir iş haline gelecektir. Bunun için dilini Allah’ın zikrine alıştırıp manaları üzerinde düşünmek ve düşüncesini o yönde kontrol altına alabilir.
2-ÖLÇÜYE DİKKAT ETMEK: Ölçü, akıllı insanın, nefsin ve şeytanın direktifleri ile saplanacağı fasit ahlak ve alçak yetileri, akıl ve şeriat direktifleri doğrultusunda fazilet ve güzel ahlakla karşılaştırıp doğru olanına yönelmesi demektir. Sözgelimi insanın şehvet yetisi öylesine güçlüdür ki faraza eğer bir şehrin kadınlarına sahip olsa bunlarla yetinmez, başka şehirlerin kadınlarına yönelir. Daima sahip olmadığı şeyleri isteyecektir. Doymak nedir bilmez. Aynı şekilde insanın öfke yetisi de böyle bir yapıya sahiptir ki bir memleketin mutlak hâkimi olsa bununla yetinmemekte zulmen de olsa başka yerleri ele geçirmeye çalışmaktadır. Her halükarda diyelim ki insan güttüğü maksatlara ulaştı. Acaba bundan ne kadar faydalanabilecektir. Genç olmanın sağladığı enerji bitmez midir? Ki ömrün baharı geçip de yollar hazana çıktığında, uzuvlardaki güç ve enerji çekilip gitmekte; tat alma hissi işlemez hale gelmekte; görme, işitme, dokunma, duyuları vs. duyular etkinliğini kaybetmekte; muhtelif hastalıklar ortaya çıkmaktadır. Haydi, faraza sana 150 yıllık ömür içerisinde, şehvet, öfke ve şeytanlık araçlarının tümünün temin edildiği bir ortam tasavvur edelim. Acaba rüzgâr gibi geçecek bir sürenin ardından akıbetin ne olacaktır? Onu düşünüp ölçüyü yakalamalı, faydalı olan şeye yönelmeli, gayret göstermelisin. Bununla beraber nefsindeki yetiler bir ihtiyaç için yaratılmıştır. Onları şer’i ölçüler ve helal dairesi içinde kullanarak ihtiyacını karşılayabilirsin. Tamah ve aşırı istek duygularına gem vurup Allah’ın çizdiği sınıra kanaat etmelisin.
3-NEFSİ İSTEKLERİN ZIDDINA HAREKET ETMEK:
En iyi ilaç; insanın, sahip olduğu kötü yetilerin bilincinde olması, bir süre yiğitçe onların isteklerine aykırı hareket etmesi ve nefsin eğilimlerinin aksine hareket etmeye gayret göstermesidir. Müslümanlar olarak bizler nefsimizin isteklerine aykırı hareket etmek zorundayız. Kötü huyun sonunu düşünerek iyi işler yapmalıyız. Müslüman, şeytana yürekten lanet eder. Allah’a sığınarak bir kaç tekrardan sonra çok geçmeden o kötü huyu bütünüyle ortadan kalkacak ve batın diyarına iyi huy egemen olacaktır. Eğer tartışmacı ve çekişmeci biri isen bir süre nefsi isteklerine aykırı davran. Hatta haklı olduğun bir konu bile olsa tartışmayı kesmelisin. Nitekim Allah Resulü: “Haklı olduğu bir konuda tartışmayı kesene cennetin ortasında, haksız olduğu bir konuda tartışmayı kesene cennetin kenarında yer vaad etmiştir.” Başka bir hadis-i şerifte “Günün birinde Resul-i Ekrem dini hususlar hakkında birbiri ile çekişip duran bir topluluğun yanına çıkagelir. O hallerini görünce daha önce benzeri görülmemiş bir biçimde öfkelenip şöyle buyurmuş: “Bu durum sizden öncekileri helake sürükledi; çekişmeyi bırakın, çünkü ben kıyamet günü çekişip tartışanlara şefaat etmem. Haklı bile olsanız çekişmeyi bırakın, bunu yapanlara cennetin altı, ortası ve üstünde üç ev garanti ediyorum. Çekişmeyi bırakın, çünkü Rabbim’in beni putlardan sonra sakındırdığı ilk husus çekişmedir. (Kırk Hadis-46)
Adamın birisi Ömer bin Abdulaziz’e dedi ki: Ben ne zaman konuşayım? Ömer: Nefsin susmayı istediği zaman konuş. Adam: Ne zaman susayım? Ömer: Nefsin konuşmayı istediği zaman sus” demiştir. Nefis daima kötü olanı ister. Şeytan insanın bu zayıf yönünü bildiğinden ona bu yönden yaklaşıp aldatmaya çalışır. Ancak nefsin isteklerine aykırı hareket ederek bunun zararlarından ve şeytanın aldatmalarından korunabilir.
Ahiret yoluna aday olan ve kalbin ıslahına çalışan kişi nefsini, mübah olan şeylerden tıka−basa doymaktan da alıkoymalıdır. Çünkü nefis mübahların bir kısmından menedilmediği zaman bu sefer mahzurlu ve haram nesnelere dadanacaktır. Bunun gibi dilini gıybetten, haram konuşmaktan korumak isteyen kimsenin, Allah’ın zikrinden, dini mühim emirlerden başka konuşmamayı diline zorlaması gerekir. Ta ki kendisinden konuşma şehveti ölsün. Ancak hak ile konuşabilsin. Böyle bir kimse artık konuşsa da, sükût etse de ibadet hükmüne geçer.
Dolayısıyla nefsin zıddına hareket etmek zor olsa da en etkili tedavi yöntemi olduğunu bilmek lazımdır. Hz.Ali’nin şu veciz sözüyle bu bölümümüze nihayet verelim: “Nefsin olgunlaşması ona muhalefet etmeye bağlıdır.”
4−Nefsin ayıplarını tedavide yardımcı olacak bir arkadaş edinmek: Kişi tek başına kusur, hata ve zaafiyetlerine muttali olamaz. Birçok şeyi başkasında görüp, beğenmediği halde, kendi si aynı şeyi yaptığında, bunun yanlış olduğunun farkında olmayabilmektedir. Bu dost bir mürşit, bir alim, muttaki ve basiret sahibi bir mümin de olabilir. O dostu kendi nefsinin üzerinde murakkıb edecek, ta ki o dost onun fiil ve durumunu kontrol ederek, ahlak ve amellerinde hoş görmediği şeylere dikkat çeksin. Bazen o dost, bizde gördüğü hata ve kusurları söylediğinde, bu nefsimize ağır gelebilir, hoşumuza gitmeyebilir. Veya bazen üslubunu sertleştirerek o ayıptan vazgeçmemizi sağlamaya çalışabilir. Bu durum nefse ağır geldiğinde, tepki gösterip o dostu küstürmememiz ve ayıbımızı söylemesi yönündeki şevk ve azmini kırmamamız gerekir.
Öyle bir dost edinmeliyiz ki onu gördüğümüzde bize Allah’ı hatırlatsın. Mümin müminin aynasıdır. Böyle dostların nasihatini kabul edip uyguladığımızda, ancak Allah’ın yoluna hakkıyla koyulmuş oluruz. Çünkü din nasihatten ibarettir.
Din sahasının büyük imamları ve seçkin abidler böyle yapıyorlardı. Hz. Ömer (ra) şöyle buyurmuştur: “Allah o kişiden razı olsun ki, be nim ayıbımı bana hediye ediyor.” Aklen gelişen, makamca büyük olan şahsiyetlerin nefsini takdir etmesi pek az, itham etmesi de pek çoktur. Hz. Ömer gibi bir şahsiyet böyleydi. Fakat bu da pek nadirdir. Kötü ahlakımızı uyaran kardeşlerimizi hoş karşılamalı ve o kötü yönümüzü silme ye gayret göstermeliyiz.
5-Nefsin ayıplarını düşmanların dilinden gelen tenkitlerle gidermeye çalışma: Zira düşman gözü kişinin daima ayıplarını açığa vurur. Umulur ki kişi kendisine karşı ayıplarını haykıran düşmanından, kendisini öven, ayıplarını gizleyen bir dosttan daha fazla menfaatlenir. Ancak kişi sahip olduğu tabiat gereği düşmanı yalanlamak, söylediklerini hasede yormak temayülündedir. Fakat basiret sahibi bir insan düşmanlarının ve kendi icraatlarını beğenmeyip eleştiren kişilerin bu eleştirilerinden kendisine bir pay çıkarır. Zira onun kötü yanları düşmanlarının diliyle muhakkak yayılır.
6-Halk ile iç içe olmak: Halk arasında kötü gördüğü herşeyi nefsinde aramalı ve nefsinde de “bu vardır” kanaatıyla hareket edip onu silmelidir. Çünkü müslüman müslümanın aynasıdır. Müslüman başkalarının ayıplarından önce kendi ayıbını görür. Nefsini tenkid ederek, başkasında görüp hoşlanmadığı davranışlardan temizlenmelidir. Bu şekilde edeplenmek yeter de artar bile. Hz. İsa (as)’ya denildi ki: “Kim sana edebi öğret ti?” Buyurdular ki: “Bana hiç kimse edeb öğretmedi, ancak cahilin cehaletini gördüm ve ondan sakındım. Hepsi o kadar.”
7-Riyazet Yapmak: Bu da nefsini bazı şeyler den mahrum bırakarak terbiye etmektir. Hasan-ı Basri buyurdu: “Serkeş hayvan senin nefsinden daha kuvvetli bir geme muhtaç değildir.” Muaz Razi’nin oğlu Yahya (ks) buyurdu: Nefsinle riyazet kılıcıyla cihad et. Riyazet dört yönle yapılır:
1-Yemekten az bir miktar yemek
2-Uyumakta az bir miktar uyumak
3-Konuşmada zaruri miktarla yetinmek
4-Bütün insanlar hakkında tahammül göstermektir.
Bunlardan dolayı az yemekten şehvetlerin ölümü doğar. Az uykudan iradenin durulması, az konuşmaktan afetlerden salim kalmak, eziyete göğüs germekten ise, hedefe varmak doğup meydana geliyor. Nefis tok olunca duyguları güçlenir, kuvvet kazanır, artık başkalarının hakkına tecavüz etmekle uğraşır. Ama aç kaldığında, kendi derdiyle ilgilenmekten buna fırsat bulamaz. Böylece riyazetin önemli bir tedavi yöntemi olduğunu gördük.
7-Kötülüğün ardından hemen iyilik yapmak: Her insan hata ve kötülük işleyebilir. Bunlar da belirttiğimiz gibi nefsin emrettiği ve hoşuna giden şeylerdir. Öyleyse nefsine uyduğunu gören Müslüman, bu uyma neticesinde işlediği kötülüğü telafi etmeli, iyilik suyuyla hemen yıkayıp temizlemelidir. Eğer kalb kırmışsa helallik dilemeli, birinin hakkına girmişse hakkını iade etmeli, gıy bet yapmışsa gıybetini yaptığı kişiye iyilikte bulunmalıdır. Böylece nefis hoşuna giden şeyi yap tığında ceza olarak iyilik yapma azmini sende gördüğünde bundan vazgeçer ve ıslah olur. “Kim Rabbinin makamından korkar ve nefsini hevaya uymaktan uzak tutarsa cennet onun gideceği yerdir.” (Naziat : 40-41)
8-Nefsi cezalandırma: Bu da zor fakat nefsin terbiyesi için güzel bir yöntemdir. Kişi kurtulmak istediği nefsi hastalığından şiddetli sıkıntılar çekebilir ve anlık gafletten dolayı nefsine uyabilir. O zaman sürekli uyanık olmasını sağlamak için nefsini, iyilikler işleyerek, aç bırakarak, ya da oruç tutarak hoşuna gitmeyen şeylerle cezalandırmalıdır. Ki kötülüklerin kıyısına bile yanaşma ya cesaret edemesin.
9-Zikir yapmak: Düşünceyi salim kılmak ve kötü şeylerle meşgul olmasını engellemek için daima zikir halinde olmak lazım. Öyle ki tek başına dahi olduğunda nefsine uymamalı, Rabbine karşı hayalı davranmalı ve takva elbisesine sarılmalıdır. Bu ilk başlarda zor gelebilir. Çünkü yıllarca Allah’tan başka şeyleri düşünüp o yönde amel ettiğinden nefis kötülük işlemeyi alışkanlık haline getirmiştir. Ancak zor olmasına rağmen sürekli Allah ile irtibat halinde olunduğunda bu durum kolaylaşıp alışkanlık haline gelir. Çünkü kalpler ancak Allah’ı zikir etmekle mutmain olur.
10-Ölümü çokça anmak: İnsan fıtraten ebediyyen yaşamaya meyyal bir yapıya sahip olduğundan, velev bu dünyanın fani ve gelip geçici, öbür dünyanın ise baki ve sürekli olduğuna aklen kani olsa bile bu alemden ayrılmaktan korkar. Ama eğer bu dünya aleminin helak ve noksanlık diyarı olduğunu kalben idrak edecek olursa ahi ret alemine fıtraten sevgi beslemeye ve bu fani dünyadan kaçmaya başlar. Neticede bu alem (dünya) onun gözünde sıkıntı diyarına dönüşür. Bu karanlık zindandan, zaman ve mekanın zincir ve prangalarından kurtulmayı arzular. İşte bizler kendimize belli vakitler seçerek ölümün bize getireceği menfi veya müspet kazanımları tefekkür etmeliyiz. Nefsimizi gerçekten rahata ve mutluluğa ulaştırmak istiyorsak ahirete yönelmemiz gerekir. Orada nefsin istediği her şey vardır. Bu da ölümü çokça anıp nefsin istek ve arzularını ahirete yöneltmekle mümkündür.
11-Dini emirlere (Kur’an ve Sünnete) uymak: Nefsin kötülük dolu rezaletlerine karşı durabilmenin ve selim kalmanın en güzel yolu, İslami emir ve yasaklara riayet etmektir. Zira helal dairesinde kalmak suretiyle nefsin ihtiyaç duyduğu şeyler karşılanabilir. Tüm yaşayışıyla en güzel örnek olan Resulullah (sav)’a tabi olmak onun ahlakı ile ahlaklanmak en büyük saadet ve kurtuluştur.
Ya Rabbi! Nefsimiz azgın, irademiz zayıftır. Sen yardım etmezsen nefsimiz yüzünden helak oluruz. Yardımını bir an bile esirgeme.
Ya Rahim! İrademizi nefsimize galib kıl ve nefsimizi ıslah etmeyi müyesser kıl. Bizi kurtuluşa erenlerden eyle.
İnzar Dergisi
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.